Hürriyet

5 Mart 2013 Salı

Ocak 1995 Paris'te Sınav Zamanı

 Yazıma başlamadan önce yukardaki resmi açıklayayım. Burcu Göker ve Piyanisti Eric Jenkins İstanbul Caddebostan Kültür Merkezi Konseri Esnasında.
  Gelelim kaldığımız Ocak 1995 tarihine. 5 ocak 1995 günü Paris uçağına bindiğimizde Burcu, Ebru ve ben çok heyecanlı idik. Biliyorduk ki bu gidişimiz daha öncekilerden farklı, daha sonra uzun süre yaşayacağımız Paris yaşamımızın küçük bir provası mahiyetinde idi.
  Paris'te Burcu ve Ebru'nun 1995-1996 ders yılında eğitim görecekleri okulların kabul sınavları için 25 gün kalacaktık.Bu kadar uzun süre otelde kalmak, maddi açıdan çok külfetli olacağından bir ev tutmayı tercih etmiştik. Hem ev yaşamında otelden daha rahat edeceğimizi düşünüyorduk.
  Ebru'nun daha önceki Fransa seyahatlarinde tanıştığı ve bizi İstanbul'da da gelip ziyaret eden yakın arkadaşı Finlandiyalı Lotta Paris'te yaşayan estetik cerrahı akrabasının evini bize tavsiye etmiş, biz de onun anlattıklarının ışığında bu evi görmeden 25 günlüğüne kiralamıştık.Anlatıldığına göre bizim ihtiyaçlarımıza cevap verecek bir evdi.
 Bu evde yaşadıklarımız bana şunu öğretti. Her insanın değer yargıları farklıdır. Bir başkası için çok mükemmel olan bir şey sizin için kötü olabilir.
 Uçaktan inip bizi tuttuğumuz eve götürecek taksiye bindiğimizde Paris'te yeni bir yaşama başlamaya hazırdık. Otomobil Paris'in en iyi mahallelerinden birinde çok şık bir apartımanın önünde durdu. Otomabilden inince sokağın ucunda görünen Eyfel kulesi bana harika göründü. Apartımana girdik. İstanbul'da bile az rastlayacağımız lükste bir apartımandı. Bagajımız çok fazla idi. Ne de olsa uzun süre kalacaktık ve üç kişi idik.Apartımanın kapısındaki kapalı odasında oturan kapıcı ki Fransa'da kapıcıya Gardiyan deniyor,bizim geleceğimizden haberdardı. Zira evin sahipleri adımızı, ne kadar kalacağımızı Gardiyana bildirmişti. Gardiyan bizi kalacağımız bölüme götürürken bu şık apartımanda hangi dairede kalacağımızı düşünmeye başlamıştım. Gardiyan bizi apartımanın içinden arka bahçeye çıkarttı ve arka bahçede var olan üç katlı büyük binaya götürdü. O şık apartımandan çıkıp depo gibi bu binaya gidince ben biraz hayal kırıklığına uğradım ama sesimi çıkartmadım. Çocukların moralini bozmak istemiyordum.
  Bahçedeki binaya girdik. Alt katta sanırım tadilat vardı.Orta kata çıktık. Orta kat takriben 200 metre kare büyük bir alandı. Kitaplar, heykeller olan büyük ve ürkütücü bir alan. sadece pencere kenarında uzun bir kanepe ve sehba bulunuyordu. Birde duvarda tavandan sarkan büyük giyotin gibi bir alet.Salonun pencereleri çok uzundu ve Paris'teki Unesco'nun bahçesine bakıyordu. Bu harika bahçe manzarası biraz yüreğime su serpti.
  Salonun ortasında yukardaki asma kata çıkan bir merdiven vardı. Yukarı çıktık. Yukardaki asma katta iki yatak odası, arada banyo ve ufak bir mutfak vardı. Odalarda büyük yataklar, gardrop, etejer gibi bütün mobilya ihtiyacı bulunuyordu. Ev güzeldi ama çok büyük ve  ürkütücü idi. Daha sonra bu evin bir vitray sanatçısının stüdyosu olduğunu, duvarda gördüğümüz korkunç giyotinin o sanatçının vitray çalışmalarında cam kesmek için kullandığı bir alet olduğunu, bu tür stüdyoların Fransa'da sanatçılar arasında çok revaçta olduğunu öğrendik. Evet ev sanat çalışmaları yapmak için çok müsaitti ama bizim gibi İstanbul'dan gelmiş ve daha önce böyle evleri sadece filimlerde görmüş kişiler için ürkütücü idi.
  Evin sahipleri biz evi sempatik bulalıım diye süslemişler ve düzenlemişlerdi. Bu evde ilk gecemizi kocaman eve rağmen tek odada hepimiz aynı yatakta yatarak geçirdik. Benim ürküntüm çocuklara da geçmiş ve hepimiz aynı odada yatmayı tercih etmiştik. Aylardan ocak olduğu ve hava da Paris'te oldukça soğuk olduğu
için sabaha kadar yanan kombinin sesi sanki merdivenlerden çıkan bir adamın ayak sesleri gibi gelmişti bana.
 Ertesi sabah uyandığımda içimdeki burukluğu anlatamam. Evimi özlemiştim. Bu ürkütücü, kocaman , esrarengiz ev beni manen yormuştu.
 Bu evde ancak 5 gün kalabıldık. O süre zarfında en mutlu anlarımız bir gece gittiğimiz Mc Donalds serüvenimiz idi. Nihayyet ülkemizden bir tat bulmuştuk. Evde Burcu'yu gündüz çalışması için bırakıp biz Ebru ile Üniversitelere görüşmelere gidiyorduk. Sanırım Burcu da bu evden çok ürküyordu ama onun Paris'te okumak gibi öylesine büyük bir amacı vardı ki. Bu amaca ulaşmak için koştuğu bu yolda bu tür ürküntülere papuç bırakacak durumda değildi.
 5.günün sonunda sanırım o kadar mutsuz gözüküyorduk ki ev sahibimiz paramızı iade ederek evin kirasını iptal edebileceğini söyledi. Bu bizim için büyük bir şanstı. Sanırım ülkemde böyle bir hoşgörüyü göstermezdi ev sahipleri.
 Evi boşaltıp hemen iyi butik otellerden birine yerleştik. 20 gün kalacağımızı ve Burcu'nun gündüzleri keman çalışmasının gerektiğini söylediğimiz otel idaresi bize en üst katta bir oda verdiler. 5 gün sonra ilk defa o gece otelde sıcak ve sakin bi uyku uyuduk.
 Daha sonraki günler biz Ebru ile sabahtan çıkıp çeşitli Üniversitelere, hocalarla görüşmelere gidiyorduk. Burcu ise bıraktığımız meyve sularını, kekleri yiyerek akşama kadar kule odada keman çalışıyordu. Tıpkı Anna Frank gibi.Gündüz saatinde odayı temizlemeye gelen oda hizmetçileri çok acıyorlarmış bu küçücük kemancı kıza. Akşam olup da biz otele dönünce Burcu'yu da alıp yemeğe çıkıyorduk.Burcu'nun sokağa çıktığı nadir saatlerdi bunlar. Resepsiyonun önünden geçerken resepsiyonda çalışan görevli soruyordu. 'Mahkumun esareti bitti mi.'diye.
  Evet Burcu bir mahkumdu ama gönüllü bir mahkum.Hiç kimse istemese , gönüllü olmasa bu esarete katlanamaz.
  Nihayyet Burcu'nun sınav günü geldi. Madam Gazeau 12. Paris'te Nation'da Paul Dukas Belediye konservatuarında eğpitim yaptıracağı Burcu'yu gene o okulun giriş sınavlarına sokuyordu. Madam Gazeau aynı zamanda Paris Ulusal Konservatuarında da Profesördü ama Burcu'nun daha yaşı tutmadığı ve Fransızcası yeterli olmadığı için  daha yakından ilgilenebileceğini düşündüğü 12. bölge Konservaturını tercih etmişti.
 Burcu'nun sınavı çok güzel geçti ve Madam Gazeau'nun süperior sınıfına kabul edildi.Ebru ise yaptığı görüşmeler ve mülakatlar neticesinde Paris Sorbonne Üniversitesinde Uluslar Arasu Özel Hukuk masteri yapacağı hocasını bulmuş ve kabulunu almıştı.
 Artık gönül rahatlığı ile ülkemize dönebilirdik.Şimdi sırada Türkiyedeki  okullardan mezun olmak, ve Paris'te yaşama başlamak vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder