Hürriyet

19 Mart 2013 Salı

Burcu ve Ebru Grenoble'ye gidiyor.

  Yukardaki resimde Burcu, Ebru, ben ve babası Fransa'da onları çok koruyan Coutier Ailesi ile Paris'te bir kafede gözüküyor. Coutier Ailesinden daha önce bahsetmiştim. Son anlattığım Grenoble masterclas yolculuğunda da Burcu ve Ebru Coutier'lerde kaldılar. Çocuklarıma hiç tanımadığımız bir ülkede bu kadar kol kanat geren bir aileyi sevgi ile anıyorum.
  Bir önceki yazımda Burcu ve Ebru'nun Grenoble'ya Madam Gazeau ile masterclass çalışması için 3 günlüğüne gittiğini ve bu süre zarfında benim Paris'te yalnız kaldığımı yazmıştım.Şimdi sizlere bu 3 günlük Paris maceramı anlatacağım.
  Burcu ve Ebru'yu yolcululadıktan sonra evde tek başıma bir süre oturdum ve düşündüm.Son günlerde çok hareketli bir yaşam sürmüştüm. Bu 3 günlük kafa dinlemenin bana da iyi geleceğini umuyordum.Koşturmasız, sakin 3 gün. Sanırım kafamı dinlemeye ihtiyacım vardı.
  İlk gün biraz evi yerleştirmek istedim. 35 metrekarelik evin yerleşmesinden ne olacak. Zaten dolaplarımız da monte edilmemişti. Dolayısı ile yerleşme maceram yarım saatte bitti. Biraz yemek yapayım dedim. Tek kişi idim ve çok yemek yapmama gerek yoktu. Zaten yalnızlıktan canım da bir şey istemiyordu. Televizyon seyredeyim dedim. Televizyon Fransızca idi ve sadece 6 kanal vardı. Ülkemizde ki kanal çokluğuna inat ,o zamanlar Paris'te sadece 6 kanal yayın yapıyordu. Hiç bir şey anlamadığım televizyonu bir süre seyrettim , sonra onu da kapattım. İçim yavaş yavaş burulmaya başlamıştı. Benim gibi konuşmaya alışmış biri için saatlerce sessiz durmak çok zordu. Evde telefon yoktu,kimseyi arayamıyordum. O zamanlar internet de yoktu. Oysaki şimdi internet sayesinde saatlerce kimse ile konuşmadan tek başıma yaşayabiliyorum. Yaşasın Teknoloji. Sıkılmaya başlamıştım. Evden çıkmaya da korkuyordum. Ya kapıyı açamazsam, paniği başlamıştı bende. Sanki kapıyı açamayacağım ve sokakta kalacağım. Hiç kimseyi tanımadığım bu şehirde ne yapardım ben o zaman. Genel de böyle panikli bir insan değildim ama nereden çıkmıştı bu panik. Evde gazete, dergi de yoktu. Yani Türkçe dergi ve gazete yoktu. Fransaya geldiğimiz günden beri Türkçe gazete okumamıştım ve televizyon seyretmemiştim. Daha sonraları Paris'te belirli semtlerde ki bunlar genelde Türklerin fazla olduğu bölgeler, Türkçe gazete satıldığını öğrendim. Gerçi satılan Türkçe gazeteler Almanya baskısı oluyordu ve sadece o bölgelerin haberlerini veriyordu. Bu gazete sorunu sonraları sevgili eşimin gayretleri ile bir güzel çözüldü. Eşim daha sonraki günlerde hergün bir gazete postalamayı alışkanlık edindi. Ancak bu şekilde hergün gazete okuyan ben geçmiş gün bile olsa Türkçe gazete okuma alışkanlığı yerine getirdim. Dediğim gibi bu savaş tüm ailenin elverdiği topyekün bir savaştı.
  O gün canım iyice sıkılmaya başlamıştı, Biraz kitap okuyayım dedim. Getirdiğimiz kitaplardan bir tane aldım ve okumaya başladım. çok acıklı geldi. İkinci kitabı aldım.Kapağına baktım ve birden gözlerim doldu ,ağlamaya başladım. İkinci aldığım kitap Ergun Hiçyılmaz'ın 'Beni Toprağıma Gömün.'adlı kitabı idi. Tam kitabı almışım okumak için.
  Kitap okuma işi de olmayınca erkenden uyuyayım dedim ve yatağımı hazırlayıp yattım. Yarın mutlaka bir şeyler düşünmem gerekti.Zira 3 gün bu odada bu şartlarda yaşarsam delirirdim.
  Ertesi sabah perdesiz pencereden odaya dolan Paris güneşi ile uyandım. Günlerden pazardı. Doğan güneş bana ümit vermişti. Bugün mutlaka çıkıp çevreyi tanımalı idim.  Ben Burcu ve Ebru ile beraberken daha cesurdum. Onlar yanımda olmayınca cesaretimi de kaybetmiştim. Kahvaltımı ettim. Çaydanlığımız olmadığından sıcak su ile poşet çay hazırladım. Zaten çaydanlığı da hemen hemen aylar sonra aldık. Zira Paris'te çaydanlık alacak yer bulamamıştık. Nereden bilebilirdik ki Strasburg St.Denis adlı semtte Türk bakkallarında herşeyi bulabileceğimizi.
  Kahvaltıdan sonra giyindim, kapımı kilitledim ve apartımandan çıktım. Bir çocuk masalı vardır hani, Küçük kız ormanda kayboılmamak için yollara işaret koyarak gider. Ben de onun gibi her geçtiğim yerden bir afiş, bir bina , bir iz belleyerek geçtim ve metro istasyonunu buldum. Bilet alanların yanına gidip kuyruğa girdim. Sanki yabancı olduğum alnımda yazılı imiş gibi Fransız durmaya gayret ediyordum. Hoş yabancı olduğum anlasalar ne olacaktı. Kanunen vizeli bir yabancı idim.
  Bildiğim iki kelime Fransızca ile 10 tanelik metro bileti aldım. Perona indim. Ebru ve Burcu ile az buçuk hatları öğrenmiştim. Şanzelize'ye çıkayım diye düşündüm. Zira direkt Nation'dan kalkıp en sona kadar giden ve son durak Şanzelize olan 6 nolu hattı biliyordum.Gelen metroya bindim. Hiç acele etmiyordum. Zira bir metro vagonu kalktığında diğeri perona giriyor. Yani bu kadar sık. Metronun ilk istasyonu olduğu için rahatlıkla pencere kenarına oturdum ve başladım istasyonları seyretmeye. Bir ara metro yer yüzüne çıktı. İşte o zaman çok memnun oldum. Merakla pencereden pazar günü sokaklarda gezen insanları, caddeleri seyretmek çok zevkli idi.
  Nihayyet metro son durağa Şanzelize'ye geldi. Herkesle birlikte indim ama bu istasyon çok büyük ve kalabalık bir istasyondu. Daha önce ki Fransa seyahatımızde bir kere gelmiştim. Bir sürü çıkışı olan , her çıkışı başka bir yola açılan bu istasyonda dönüşte yolumu nasıl bulacaktım. Her geçtiğim yeri aklıma kazıyarak uzun arayışlardan sonra yürüyen merdivenleri bulup yeryüzüne çıktım. Harika güneşli bir ağustos pazarı, herkes neşeli, gülüyor, konuşuyor. Caddede aşağı doğru yürümeye başladım. Caddenin her iki tarafı ünlü mağazalar, kafeler, restorantlar dolu idi. Karnım da acıkmaya başlamıştı.Satime baktım.Öğle yemeği saati çoktan gelmişti. Cebimde param vardı. İstediğim lokantaya girip yemek yiyebilirdim ama yeteri kadar Fransızca bilmiyordum. O anda yürürken Mc Donalds'ı gördüm.Birden çok eski bir tanıdığa rastlamış gibi sevindim. Hemen girip bir hamburger yedim. Sanırım bu ben de bir alışkanlık yaptı. Geçenlerde Bodrumda Turgutreis'de idim. Orada evim var yani yerlisiyim. Bir iş için çarşıya indim. Öğle saati oldu. Karnım acıktı. Pidemi yiyeyim, balık mı yiyeyim , köfte mi derken birden Mc Donaldsı gördüm, hemen girip hamburger yedim, çocuklar gibi. Bu bana Paris günlerimden kalan bir alışkanlık anlayacağınız.
  O gün Şanzelize'de karnımı doyurduktan sonra gene yürüdüm. O gün Fransızlar gibi yaptığım tek şey. caddedeki şık kafelerden birinde bir Cafe Noir içmek oldu. Zira bir tek onun adını doğru söylüyordum.
  Akşam üzeri gene biraktığım izleri takip ederek evimin yolunu bulmaya çalışırken epey heyecanlandım ama bu bana iyi bir deneyim olmuştu. Eve döndüğümde biraz dinlenmiş, daha kendine güvenli ve daha mutlu idim. Yarın daha başka keşifler yapmam gerekti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder