Hürriyet

31 Ekim 2013 Perşembe

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Jüri Koltuğunda bir Küçücük Kız

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Jüri Koltuğunda bir Küçücük Kız:   13 Kasım 1999 günü Radio France Konser salonunda aralarında Paris Belediyesi tarafından görevlendirilen Burcu Göker'in de bulunduğu ...

Jüri Koltuğunda bir Küçücük Kız

  13 Kasım 1999 günü Radio France Konser salonunda aralarında Paris Belediyesi tarafından görevlendirilen Burcu Göker'in de bulunduğu jüri üyelerinin huzurunda gerçekleşecek Le Concours Marqurite Long-Jacques Thibaut tarışmasının son elemesini anlatmaya geçmeden yukardaki resmi açıklayayım. Bu resimde Burcu Göker Paris'teki öğretmeni C.N.S.M.D dan  Prof. Syvive Gazeau  ve Japon arkadaşı Mineko Oseda ile görülüyor.
   O gün jüride Burcu'dan başka Fransa'nın çok deneyimli müzik hocaları,müzik  eleştirmenleri ve orkestra şefleri de bulunuyordu. Bu kadar deneyimli kişiler arasında jüri koltuğunda bulunacak olmak Burcu'yu oldukça heyecanlandırmıştı.Bu onurlu görevin ona verilmesinden dolayı da bir okadar mutlu idi. Hemen hemen uykusuz geçen bir gecenin sabahı  erkenden kalktık.17 Yaşındaki Burcu aldığı görevin sorumluluk ve bilincinde idi ve en ağırbaşlı kıyafetini giydi. Ne giyerse giysin o küçücük bir kız çocuğu gibi idi.Yarışmacıların özgeçmişlerini ve daha önceki elemelerde çaldıkları eserlerin performanslarını not ettiği kocaman dosyayı koltuğunun altına aldı ve evden çıktık.Metroya doğru yürürken havanın ne kadar güzel olduğunu fark ettim. Güneşli bir kasım sabahı Paris çok güzeldi.
  Yarışmanın yapılacağı Radio France binasına vardığımızda, kapının önünün çok kalabalık olduğunu gördük.Yüzlerce kişi çok bilinen bu yarışmanın son elemesini dinlemek için kapıda kuyruk olmuş,içeri alınmayı bekliyordu.Bu yarışmalar daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi halka açık yapılıyor ve birbirinden değerli , çeşitli ülkelerden gelmiş, herbiri ülkesinde çok tanınan  yarışmacıları halk büyük bir zevkle dinliyordu.Kapıya yaklaştığımızda ben bu kalabalıkta içeri nasıl gireceğimizi düşünürken, Burcu çantasından daha önce yarışma komitesinin ona verdiği jüri kartını çıkarttı ve kapıdaki görevliye gösterdi.Kapıdaki görevli hemen büyük bir saygı ile bizi içeri aldı. Kapıda bekleyen halk şaşırmıştı.İçeri iki kişi girmişti ve bunlardan biri çocuktu.Jüri kartı ile içeri giren biri çocuk bu iki kişiyi gören bekleyenler, yaşlı jüri üyesi çocuğu ile yarışmaya geldi sanmışlardır.Ne bilsinler bir küçücük kız jüri üyesi olmuş.
  Yarışma salonuna girince Burcu bana ayrı oturacağımızı, kendisinin jüri koltuğunda benimse dinleyiciler arasında yarışmayı izleyeceğimizi söyledi.Salonun girişinde birbirimizden ayrılırken arkasından baktım.Boyundan büyük dosyası kolunun altında,sorumluluğu omuzlarında,başı dik ve mutlu yürüyordu.Son elemeye kalan çeşitli ülkelerden 7 yarışmacının aynı eserleri farklı yorumlarla çaldıkları çok uzun süren bir dinletiden sonra Burcu diğer jüri üyeleri ile karar için ayrı bir salona çekildiler.Sonucu bekleyen dinleyiciler, yarışmacı yakınları ve ben fuayede beklemeye başladık.Bize asır kadar uzun gelen bir bekleyişten sonra hepimizi içeri aldılar. Jüri yerlerini aldı ve sonuçlar açıklanmak üzere sunucuya verildi.Önce en sondan başlayarak , birinciye doğru açıklanan sonuçlar bizi pek şaşırtmadı. Kanada'dan gelen bir Çinli kemancı hanım birinci olmuş ve büyük ödülü almaya hak kazanmıştı.Ödüller teker teker dağıtıldıktan sonra bütün jüri üyeleri sahneye davet edildiler.Sahneye davet edilen jüri üyelerine Fransa Kültür Bakanı teşekkür plaketlerini verdi.Jürinin içinde Burcu çok küçük gözüküyordu.Sanırım Kültür Bakanı da Burcu'yu görünce şaşırmıştı.Çok çoşku dolu bu tören bütün üyelerin en küçük üye Burcu'ya sarılması ile devam etti. Bütün üyeler sevgi ile Burcu'yu sarıp saarmalamıştı adeta.
  Burcu'nun işi çok zordu ama daha sonra kendisinin de bir söyleşisinde ifade ettiği gibi çevresi tarafından öylesine büyük bir sevgi ile sarılıp sarmalanıyordu ki bu sevgi ile bütün güçlüklerin altından kalkıyordu. Sevginin günü burada ortaya çıkıyordu.
  O gün yarışma sonrası verilen kokteylden çıkışta Burcu çok aç olduğunu söyledi. Kokteyldeki küçük atıştırmalıklardan da yiyememişti anlaşılan.Ne yapsın tebriklere karşılşık vermiş, onu tanımak isteyenlere kendini anlatmıştı yemek yemek yerine.
  Dönüşte Mc Donalds'da hamburgerini yiyen küçük kıza baktım, İşte şimdi yaşıtları gibi hareket ediyordu.
  Kasım ayının sonuna doğru Burcu'u bir başka önemli sınav daha bekliyordu. Paris'teki bütün Konservatuar öğrencilerinden seçilen bir Orkestranın seçmelerine girecekti. Paris belediyesi tarafından desteklenen bu orkestra D'Orchestre Interconservatoires idi. Bu seçmeler çok zorlu idi. Zira bir çok okuldan yüzlerce öğrenci bu seçmelere katılıyordu. Ayrıca bu orkestraya girenler Salle Gavea , Salle Playel gibi Paris'in en ünlü konser salonlarında verilecek konserlere katılma hakkını elde edeceklerdi. Bütün bunlardan başka bu Orkestraya seçilen ve çalan öğrenciler Paris Belediyesinin yükülü bir para bursunu da kazanacaklardı. Kısacası bu orkestra hem maddi, hem de manevi yönden büyük destekdi öğrenciler için.
  Burcu 25 kasım 199 günü bu orkestranın seçmelerini büyük başarı ile kazandı. O artık Paris Konservatuarlar Birliği Orkestrasının birinci kemancısı idi. Tabii bu seçmeler, ona yeni bir çalışma yükü daha yüklemişti. Ocak ayında Salle Gaveu'da yapılacak konser için uzun çalışmalar onu bekliyordu. Ama o çalışmaktan yılmıyordu. Dikkat ettim aradan yıllar geçti. Eğer çalışmazsa mutsuz oluyor Burcu. Ne zaman  ki başını işten kaşıyacak vakti olmuyor o zaman değmeyin Burcu'nun keyfine.
  Bir sonraki, yazımda yeni konserler bizi bekliyor.

25 Ekim 2013 Cuma

Blogumda yazdığım herşey gerçektir.Kişi ve yer adları değiştirilmemiştir.

  Bugün Blogumda bir yoruma rastladım.Query Willy adlı bir blogerin bir yorumu idi bu okuduğum. 16.08.2013 tarihinde yazılmış olan bu yorumda yazılarımı tesadüfen gördüğünü ve yazılarımın Nodame Contaible adlı dizinin benzeri olduğu, o dizide de bir Japon klasik Müzikçi kızın Paris'e gidip yarışmalara  girdiği vs yazıyordu.
 Sayın bloger arkadaşıma şahsen cevap yazmak çok isterdim ama ulaşamadım. Buradan açıklamak istiyorum. Bloglarımda anlattığım her şey satırı satırına Kızım Burcu Göker'in yaşam hikayesidir.En ufak bir ilave , değişiklik yapılmadığı gibi yer ve kişi adları da aynen yazılmıştır.
 Bu blog yazılarımı yazmaktaki amacımı ilk yazılarımda yazmıştım. Çok uzun ve meşekkatli bir yoldan geliyoruz ve siz daha okuduklarınızla bu yolun başındasınız. Şu anda sene  2013 ve ben ancak 1999 u yazıyorum. aradaki 14 yılda ne olaylar oldu , neler yaşandı. İnanın bana okuyunca şaşıracaksınız. Bir insan ve ailesi nasıl bu kadar zorluğa katlanabilir diye düşüneceksiniz.
 Ben bu yazılarımı bir klasik müzikçi nelerle yetişiyor ve nasıl yetişiyor diye bu konua soyunacak ebeveyn ve gençlere ışık tutmak amacı ile yazıyorum.
  Zaten google'dan Burcu Göker diye girerseniz bütün bunların vesikalarla, basın yolu ile yayınlanan örneklerini görebilirsiniz.
  Umarım yazılarımla bu mesleğe adım atmak amacında olan kişilere bir parça ışık tutabilmişimdir.
 Yazımın başında Burcu Göker&Eric Jenkins'in 10 mayıs 2012 tarihinde Bursa Uludağ Üniversitesi Mete Cengiz Konser Salonundaki resitalinden ufak bir örnek koydum.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Paris'te Ben Gurbet Annesi Oldum.

Burcu ile Paris'teki eğitim yaşamımız son hızla devam ediyordu. Eğitim yaşamımız dedim. Zira ben de bu süre içinde kendimi Paris'te bir öğrenci gibi hissetmeye başlamıştım. Gerek gittiğim lisan dersanesi, gerek etrafımın hep genç öğrencilerle dolu olması bende bu duyguyu güçlendirmişti. Burcu'nun da bir çok arkadaşı olmuştu. Burcu bu yıl Madam Gazeau ile Paul Dukas Konservatuarındaki eğitiminin yanısıra, sınavına girip kazandığı Ecole de Nationale Musique d'Aulney Sois Bois'te Prof. Jose Alvarez ile keman eğitimine de başlamıştı. İki ayrı okulda iki ayrı öğretmen ile eğitim. resitaller, oda müziği çalışmaları,çeşitli Orkestralarda konserler,kurslar, yarışmalar ve bir de yoğun Fransızca eğitimi. Fransızca eğitimi diyorum, Zira Burcu bir önceki yıl benim gittiğim Alliance Frances'de yoğun Fransızca kursuna gidiyor ve bir yandan da Fransa'da Tofel karşıtı olan Delf sınavlarına hazırlanıyordu. Fransa'da Amerika'daki Tofel sınavının karşıtı Delf sınavları var. 6 aşamalı olan bu sınavları verip bu diplomaları almak gerekiyor eğitim için. İşte Burcu da tek tek bu sınavlara girerek bu aşamayı  gerçekleştiriyordu.
  Akşamları ise evimiz Paris'te eğitim gören Türk doktora ve master öğrencilerinin toplantı yeri gibi adeta. Akşam üzeri okuldan çıkan öğrenciler bizim eve telefon ediyorlar ve 'Ne yemek var Oya Teyze.'diyorlardı. Sonra da eline bagetini alan bizim evde.Öğrencilerin her biri benim gurbet evlatlarım, ben de onların gurbet anneleri olmuştum. Onlar asansöre binip sizin eve gelirken uçağa binip ülkemize gitmiş gibi oluyoruz diyorlardı. Evimizde Türk çayı, Türk yemekleri.Türk gazetesi, Türk televizyonu ve herşeyden önce Türk bir anne ve kardeş vardı.Akşamları Türk öğrencilerimizle yemek, çay eşliğinde yaptığımız bu kültür dolu sohbetler Burcu'nun kültürel gelişimi açısından çok yardımcı oldu.
 Bu arada Burcu Fransa'da yayınlanan klasik müzik dergilerini , konser haberlerini yakından takip ediyor, yeni çıkan cdleri hemen alıyorduk.Semtimizde evimizden iki blog sonra çok büyük bir belediye kütüphanesi vardı. Biz hemen bu kütüphaneye üye olmuştuk.7 katlı olan bu kütüphanenin çok geniş dvd, cd ve film hazinesinden sürekli faydalanıyorduk. Hazine diyorum. Gerçekten Picpus Kütüphanesi bir hazine idi. İlk geldiğimiz yıllarda aldığımız videoplayer , bu kütüphaneden her hafta muntazaman aldığımız opera, konser videolarını seyretmemize yardımcı oluyordu. Bütün bunlar Burcu'nun mesleki gelişimine çok yararlı oluyordu. Bir klasik Müzikçi, dünyada gerçekleşen müzik etkinliklerini takip etmek zorundadır.Konserler, Operalar,yayınlanan  cdler, mesleki gelişim için takip edilmesi gerekli materyellerdir. Ayrıca bu yayınlarla dünyanın başka ülkelerindeki yarışmalardan, kurslardan haberdar oluyor ve bu kurslar için gerekli bursların duyumunu alabiliyordunuz.
  Ben ise kütüphanenin film bölümünde gençliğimde seyrettiğim ve beni çok etkileyen West Side Story, Fantasia gibi filmleri buluyor ve bunları tekrar seyredebiliyordum. Bir gün cd katında bzim bir zamanlar ünlü Şantörümüz Dario Moreno'nun cdlerini buldum. Alıp koşa koşa eve geldim. Dario Moreno 'Ah İstanbul' dedikçe şarkıda ben de gözyaşlarımı tutamadım.
  Kasım ayı başında Burcu'ya Paris Blediyesinden gelen bir mektup bizi sevince boğdu. Zira Paris Belediyesi her yıl gerçekleştirilen Le Concorus Marquerite Long-Jacques Thibaut yarışmasında Paris Belediyesi jürisine seçildiğini ve 13 kasım 1999 günü Radio France'de yapılacak yarışmada oy vermek üzere davet edildiğini bildiriyordu. Bu iananılmaz onurlu bir olaydı. Bir kere jüri olduğu yarışma Fransa'nın en prestijli yarışması idi. Ayrıca bu yarışmaya bİnlerce konservatuar öğrencisi arasından en başarılı, gelecek vadeden müzisyen gibi görülüp seçilmek büyük onurdu. Bu yarışmada birçok ünlü müzik Profesörü, Müik Eleştirmeni ile bir masaya oturmak ve oy vermek bir müzik öğrencisi için rüya gibi bir olaydı. Bir çok aşamalı yapılan bu yarışmanın son aşamasına bir genç müzikçinin jüri koltuğu için davet edilmesi Fransa'da gençlere verilen önemi, büyük sanatçıların mütevaziliğini göstermesi açısından çok ilgi çekici değil mi.
  Bu yarışma gününü bir sonraki yazımda anlatacağım.

22 Ekim 2013 Salı

10 Kasım 1999 Unescoda çalan Türk ve Yunanlı iki kemancı

Paris'te başladığımız yeni ders yılında herşey gene aynı hızla devam ediyordu. Ekim ayı sonlarında Unescoda çalışan Bir Türk öğrencimiz bir öneri getirdi. 2 Yılda bir gerçekleşecen Unesco Olağan Genel Kurul Toplantısında Burcu'nun bir konser vermesi teklifi idi bu olay. Bu konser teklifini hemen hocamız Madam Gazeau ile konuştuk.Madam Gazeau Burcu'yu aynı yaşlarda bir Yunanlı keman öğrencisi ile eşleştirmişti o sene. Kısa zamanda çok iyi anlaşan Burcu ve Yoanna müzikte de aynı uyumu sağlamış ve beraberce güzel konserlere imza atacak gibi gözüküyordu. Madam Gazeau 10 Kasım 1999 günü Unesco Binasında gerçekleşmesi planlanan bu konser için hemen bir repertuar hazırlamış ve çalışmalara başlamışlardı.
 Yoanna'nın ailesi de bu konser tasarısına çok sıcak bakmış ve onlar da  hazırlıklara başlamıştı. Bu konserin benim için manevi değeri çok büyüktü. Biri Yunanlı, diğeri Türk 17 yaşında iki genç kız 10 Kasım günü Paris'te Unesco binasında bir konser verecekti. Paris'in bir semti olan St. Lazzare'de bir fotoğrafçıda çalışan Yoanna'nın annesi hemen makineleri hazırlayıp o gün için çekim hazırlığına başlamıştı.Yoanna'nın babası ise çalıştığı işyerinden o gün için izin alıp ulaşımımızı sağlayacaktı. Her iki ailede Paris'te yaşayan Yunanlı ve Türk dostlarına konseri haber vermiş ve büyük heyecanla bu günü bekliyordu.Aynı coğrafyadan , yüzyıllarca politikacıların birbirine düşman etmeye çalıştığı fakat iki komşu olarak aynı kültürü paylaşan iki ülkenin çocukları bu  iki genç kemancının konseri çevremizdeki herkesi çok etkilemişti.
  Konser günü geldi , çattı. Konser Unesco Binasının büyük girişinde gerçekleşecekti.Hep beraber binaya geldiğimizde hepimiz çok heyecanlı idik. Yoanna'nın annesi daha konser başlamadan resim çekmeye başlamıştı. Konser başladı, ikili müziklerini harika bir şekilde yorumluyordu. Genel Kurula dünyanın bir çok ülkesinden gelen katılımcılar salona girip çıkarken durup hayranlıkla icra edilen müziği dinliyordu. Bu konseri dinlemek amacı ile gelen Türk ve Yunanlı dostlarımız da ayakta büyük bir zevkle konseri izliyorlardı.
  Bir ara bir konu için konser sahasından ayrılmam gerekti.Bina içinde yürüeken büyük salonda kurulumuş dev ekranı gördüm. Ekranda Burcu ve Yoanna'nın konseri naklen veriliyordu. Ekranın altında ise Burcu Göker ve Yoanne Apostolakos konseri diye devamlı bir alt yazı geçiyordu. Salonda yüzlerce kişi durmuş ve ayakta hayranlıkla bu konser izliyordu. Aralarında çeşitli dillerde genç kemancıların ne kadar başarılı olduklarını konuşuyorlardı sanırım.Burcu  ve Yoanna'nın isimlerini alt yazıda okuyan kişiler özellikle Burcu'nun orijinini merak ediyor ve kim bu genç kemancı diye soruyordu. İşte o anda 'Bu harika kemancı benim kızım' diye haykırmamak için dudaklarımı sıkı sıkıya kapattım. Duygularım sel olup dudaklarımdan dökülmek istiyordu. Dudaklarımdan dökülemeyen duygularım bir kaç saniye sonra gözlerimden yaşlar olarak akmaya başlamıştı zaten.Duyduğum büyük gururdan omuzlarımın dikleştiğini, başımın daha dik durduğunu fark ettim. Çevremdeki kimse benim Burcu Göker'in annesi olduğumu bilmiyordu. Herkes orada Burcu ve Yoanna'ya hayrandı. Ben ise böyle bir evlada sahip olduğum için mutlulukların en büyüğünü yaşıyordum.
  Bu duyguyu , yani keman çalan benim kızım diye bağırma isteğini daha sonra yüzlerce kez yaşadım. Bazen Burcu'nun konuk olduğu bir televizyon programını seyrederken, bazen bir gazetecinin önünde bir dergi kapağında Burcu'yu görünce, bazen konser bileti satan bir gişenin önünde afişe bakarken bu duyguyu yaşadım. Ama hiç bir zaman' Keman çalan benim kızım' diye bağırmadım.Yanlız geçtiğimiz yılarda Eskişehir'de bir konserden sonra yaşlı bir bey yanıma geldi ve böyle bir evlat yetiştirdiğiniz için sizi kutlamak istiyorum dedi. Ben bu beyi tanımıyordum. Ona benim kemancının annesi olduğu nereden anladınız diye sorduğumda'Ancak bir anne evladını böyle ağlayarak dinler.'diye cevap verdi. Demek duygularımı bir şekilde ele veriyorum
  O gün konser bu güzel duygularla sonlandı. Ertesi gün Milliyet gazetesinde konser sırasında çekilen bir resim ve ufak bir alt yazı vardı. Konserin  Paris'te yaşayan Türk ve Yunan camiasında yarattığı ilgi anlatılırken nedense Türk Büyük elçiliğinin yeteri kadar ilgi göstermediği  yazıyordu. Haber Burcu ve Yonana'nın bir sözü ile bitiyordu. 'Biz kardeş ülkelerin çocuklarıyız.'demişti iki genç kemancı.
  Yoanna Apostolakos şu anda Viyana Senfoni Orkestrasında gelecek vadeden çok iyi bir kemancı. Burcu'yu biliyorsunuz. Aralarında uzun mesafeler olsa da hala görüşüp konuşuyor bu iki genç kemancı.

21 Ekim 2013 Pazartesi

11. Katta yaratılan Harika Bahçe

  1999 Yılı Ağustos ayında Paris'e döndüğümüzde artık bu şehre iyice alışmıştık. Burcu'nun ve benim bir sürü dostumuz olmuştu. Ayrıca küçücük evimiz artık eskisi kadar bizi kasmıyordu. Gerçi İstanbul'dan dönüşümüzün ilk günlerinde ben kara kara bu tek oda evde nasıl yaşayacağım diye düşünüyordum ama üç gün sonra bulunduğum ortama uyum sağlayıp gene kafelerim, kitaplarım, benim gibi gurbetçı dostlarım arasında mutlu yaşamımı sürmeye başlıyordum.
  Burcu ise artık okullarına, hocalarına iyice alışmış, staj yapacağı yeni orkestralar arama çabalarında idi. Bu benim 3 senem, Burcu'nun ise 4. senesi olacaktı Paris'te. Bir yıl önce evimizi daha ev gibi bir hale getirmek için balkonumuzu çiçeklendirme çalışmalarına başlamıştım. Zaten Burcu yabancılık çekmesin diye evi İstanbul'daki evimize benzetmek , daha sıcak, daha yaşanır hale getirmek için geldiğim ilk günden beri çalşıyordum. Duvarlara resimler, tablolar asarak, masalara sıcak renkli örtüler sererek bu yuva havasını yaratmaya çalışıyordum. Bu arada evimiz 11 katta idi ve oldukça geniş bir balkonumuz vardı. Sitemizde bazı dairelerde bu balkonda çiçeklendirme yapıldığını gördüm. Ben de balkonumu çiçeklendirmek, güzel havalarda oturulabilecek bir bahçe havası yaratmak istedim. Güzel bir bahçe haline getirirsek Burcu ile kahve içebilir, kitabımızı okuyabilirdik burada. Sokaktan uzak olduğu için trafik gürültüsü yoktu  ve karşıda aynı yükseklikte evler olmadığı için önü açık bir balkondu burası.
  Bir yıl önce balkona çiçek koymak için askılıklı plastık uzun saksılar almakla işe başladım. Bu arada bir yıl önce Fransızca kursuna başladığımı yazmayı unuttum galiba. Geldiğim ikinci yıl biraz Fransızca öğrenmemin buradaki yaşamımı kolaylaştırdığını düşünerek Alliance Française'e başlamıştım. Haftanın 5 günü sabahtan öğlene kadar adeta bir okul havasında gittiğim bu kurs Paris'in en iyi Fransızca kursu idi. Her milletten öğrencinin katıldığı bu kurslarda ilk günden itibaren Fransızca haricinde tek kelime başka bir dil kullanılmıyordu. Ortalama 20 kişilik sınıflarda her milletten öğrencinin olduğunu düşünürseniz hakikaten direkt Fransızca konuşma ile kursa başlamak öğrenme ve pratik açısından çok daha verimli oluyor. Sınıfta en yaşlı öğrenci bendim. Zira hepsi ortalama 18-20 yaş arasında olan ve öğretmenin dahi 30 yaşında olduğu bir sınıfta 50 yaşın üstünde bir öğrenci dikkat çekici olabiliyor. İlk günler evden sabah çıkıp üç metro değiştirerek okula gitmek, hiç tanımadığım bir sürü genç insan arasında ders yapmak, ilk defa öğreneceğim ve oldukça zor bir dil olan Fransızca beni korkutmuştu. Bir kaç gün sonra sınıfıma , arkadaşlarıma, öğretmenime alıştım hatta büyük bir zevkle okula gitmeye başladım. Sınıftaki arkadaşlarım da beni 50 yaşında  yaşlı bir  kadın olarak değil genç, kendi yaşlarında görmeye başlamışlardı. Sabah sınıfa girerken Kuzey Afrikalı bir zenci öğrenci 'Sava Oya 'diye sırtımı sıvazlayıp selam veriyor, ders çıkışı Finlandiyalı bir kız kahve içmeye davet ediyordu. Öğretmenimiz Maria Jo çok genç ve bir o kadar dinamik bir hoca idi. Derste bir saniye bile uyumaya,dalga geçmeye  imkan yoktu. Her sabah bir gün önce okuldan çıkışta neler yaptığımızı tek tek Fransızca anlatmak zorunda idik. Ama herkes ayrı cümleler kullanacak ve birbirinin aynı cümlelerle konuşmayacaktık. Ayrıca sınıfa yeni bir öğrenci geldiğinde herkes kendini tek tek takdim etmek ve burada bulunma nedeninin anlatmak zorunda idi. Tabii gene birbirinden ayrı cümlelerle.
 Öğlen ders  bitimlerinde binada bulunan lokantada yemek yemek ve sonrası laboratuarda pratik yapmak veya okulun sınema salonunda dilimizi ilerletecek filmleri seyretme imkanına sahiptik. Oldukça yoğun ve verimli bu çalışmalar kişiye kısa sürede dil öğretmeyi ve pratik yaptırmayı amaçlıyordu.
  Ne yazık ki bu harika lisan eğitimim çok uzun sürmedi. rüya gibi geçen 4 aylık bir eğitim döneminden sonra çok istediğim halde kursa son vermek zorunda kaldım. Zira geçirdiğim bir grip sebebiyle derslerden uzak kaldığım iki haftada sınıfla aram iyice açılmış ve ben geride kalmıştım. Dil eğitimi öyle bir olay ki bir kere kaçırınca yakalamak zor oluyor. Zaten yaşım sınıftan çok büyüktü ve öğrenme hızım onlar kadar fazla değildi. Bir de ara açılınca kurstan iyice koptum ve çok sevdiğim bu eğitimden uzaklaşmak zorunda kaldım.
  Belki inanmayacaksınız ama son senelerde yaşamımda geçirdiğim en keyifli dönemdi kursa gittiğim günler, Tekrar öğrenci olmak , yeniden bir şeyler öğrenmek, bunları da bir sürü gencin arasında kakara kıkırı yapmak çok zevkliydi.
 Neyse çiçekleri anlatırken nerelere geldim. Benim 4 aylık kurs maceram bana Fransızcada epey bilgiler vermişti. Artık pazarda, markette paraları anlıyor, esnafla anlaşabiliyordum.
  İşte bir yıl önce çiçek saksıları almayla başlayan balkon çiçeklendirme işlemim daha sonra çeşitli renklerde sardunyalar ve çiçek toprağı almakla devam etti. Balonum gittikçe fazla çiçekle donanıyordu. Hergün civardaki Monoprix markete gidip toprak ve çiçek alıyordum. Tabii bunları eve pazar arabamla çeke çeke getiriyordum. Sonra balkonda onları dikmek çok zevkli bir olaydı. Balkon çiçeklendirmesi bittikten sonra balkona iki küçük şezlong ve küçük bir masa aldık. Daha önceden eve güneş gelmesin diye balkona koyduğumuz şemsiyeyi de ilave edince balkon bahçe haline gelmişti.
  Bir süre sonra sardunyaların daha fazla çiçek vermesi için bitki vitamını gerektiğini öğrendim. Hemen Chatelet durağındaki bitki satan mağazalardan bu vitamini temin edip muntazam her hafta vermeye başladım. Her gün sardunyaların sararan yapraklarını, solan çiçeklerini kopartmak, onlarla konuşmak, vitamin vermek bir süre sonra öylesine olumlu netice yarattı ki balkondaki sardunyalar yapraktan çok çiçekle donandı.
  Ben ikinci sene olayı biraz daha abarttım ve balkonun karşılıklı iki duvarına sarmaşık sarmak için özel dekorlar aldım. Sonra çok sevdiğim hanımelini aramaya başladım çiçekçilerde. Bir çiçekçi de bulduğum hanımeli sanki mücevher bulmuş gibi sevindirdi beni. Her iki dekora sardığım hanım eli gerçekten çok güzeldi ama ne yazık ki benim ülkemdeki hanım eller gibi kokmuyordu. Kokusuz hanım ellerimle balkonum tamam olmuştu.
  Bu güzel balkon evin içinden öylesine güzel görünüyordu ki sokak kapısını açıp eve girildiğinde sanki 11. katta bir apartıman dairesine değil bahçeli bir villaya girmiş gibi, oluyordunuz. Çiçekler evin içine de harika bir görünüm vermişti.
  Bu arada çiçeklerimin güzelliği ile ilgili bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Her yıl evlerimiz belli zamanlarda ilaçlanıyordu. gene böyle ilaçlama için eve giren iki görevli balkondaki çiçeklerden öylesine etkilendiler ki ilaçlama için mutfağa, banyoya gideceklerine, harika ,harika diyerek balkona yönlenmişlerdi.Adamların şaşkınlıklarını  ve yüzlerindeki hayranlığı unutamıyacağım.
  Evimiz harika bahçe balkonumuz ile tamamlanmış ve tam bir yuva olmutu.

15 Ekim 2013 Salı

Paris'te Müzik Dolu Bir Yıl Daha Başlıyor.

1999 yılı Haziran ayı sonunda ülkemize döndüğümüzü ve Burcu Göker'in Temmuz ortalarında Cenevre Sion'a Tibor Varga Festival ve masterclassına gideceğinden bir önceki yazımda bahsetmiştim.
  Burcu 26 Temmuz ve 6 Ağustos tarihleri arasında Cenevrede bu masterclassa tek başına gitti. Artık büyümüştü. Ne ablasına , ne de bana veya bir başka kişiye ihtiyacı yoktu. Yukarda yazıma ilave ettiğim resimde de Burcu İsviçre dağlarının eteklerinde harika bir kasaba olan Sion'da Japon arkadaşı Mineko ile gözüküyor. Burcu'nun yolu bu uzun ve zorlu keman yolculuğunda bir çok ülkeden bir çok kişi ile çakıştı. O kadar ki bazen kendi bile şaşırıyor isimlerini. Her biri ile yarışmalara girdi, Orkestralarda çaldı, kurslara katıldı. Bugün belki bir çoğu ile görüşemiyor, hatta bir kısmının izini bile kaybetti.Çok azının şu anda nerelerde olduğunu biliyor. Bazen bir yabancı dergide veya bir televizyon programında bir zamanlar yolunun çakıştığı bu kişilerin ismine rastlıyor. Bazen de ülkemizde bir etkinliğe katılmak üzere gelen yabancı sanatçılar arasında yıllar önce anılar paylaştığı kişilere rastlıyor. Ne garip değil mi. Biz insanlar bir çok kişi ile anılar biriktiriyoruz ve yıllar sonra bunları çıkartıp hatırlıyoruz.
  Burcu o sene Sion'da hocası madam Gazeau ile 15 gün süre ile yoğun çalışmalar yaptı ve gene her yıl olduğu gibi Festival kapsamında konserler verdi.
  Ağustos ortalarına doğru ülkesine dönen Burcu'yu Paris'te gene yoğun bir ders yıl bekliyordu. Ağustos sonu gibi beraberce Paris'e evimize dönerken bir kaç yıl önceki ürkekliğimizden eser kalmamıştı. Artık Fransa da bizim Türkiye gibi ikinci vatanımız olmuştu sanki. Uçaktan inip taksiye binince, taksi Natıon'a gelince sanki evimize gelmiş gibi oluyorduk. Eczanemiz, marketimiz, çiçekçimiz sanki bizi bekliyordu. Kaldı ki Fransa'da bizim ülkemizde olduğu gibi dükkanların el değiştirme sirkülasyonu fazla olmadığı için yıllar sonra da gitseniz aynı esnafi yerinde aynı işi yaparken bulabiliyorduk.Belki esnaf biraz yaşlanmış oluyordu ama aynı dükkanı aynı yerde bulmak çok güzel bir güven duygusu veriyor kişiye. Ben 10 yıl sonra Paris'e gittim. Gene aynı çiçekçiden çiçek aldım. Aynı emlakçı, dükkanının önüne aynı tabelayı koymuştu, Aynı gözlükçüde gözlüğümü tamir ettirdim. Hatta gözlükçü beni tanıdı bile. Ne güzel değil mi. Bize yabancı olan olaylar bunlar galiba.
  Burcu Paris'te üçüncü yılında artık dört keman hocası ile aynı anda çalışıyordu. Bu olay da bizim ülkemizdeki uygulamaya ters biraz.
  Burcu'nun  Türkiye'deki eğitiminde ilk hocasının oldukça genç ve deneyimsiz bir kişi olduğunu daha önceki yazılarımı okuyanlar hatırlayacaklar. Küçük çocuklar için belki başarılı olan bu genç hanım öğrenci büyüdükçe ve kemanda gelişme kaydettikçe yeterli olamıyordu. Hoş genç hanımın küçük öğrenciler üzerinde de fazla pedagoji ağitimi olmadığı için menfi etkileri olduğu zaman içinde ortaya çıkmıştı. Bugün bazı olayları değerlendirip , irdeledikçe bunu daha iyi anlıyorum. Burcu ile aynı öğretmende kemana başlayan öğrencilerin çoğu ya kemanı bıraktı veya hiçbir başarıya ulaşamadı.
  Bu genç ve yetersiz hoca yetersizliğinin ötesinde öğrencisini başka hocalarla paylaşmaya da şiddetle karşı çıkan bir tutum sergiliyordu. Ben ülkemde böyle bir sanat eğitimi gördüğüm için Paris'teki uygulama beni şaşırtmıştı. Zira Paris'teki ilk hocamız Madam Gazeau Burcu"yu 'lk olarak en yakin arkadaşi Prof.Michele Margand'a göndermiş ve onunla çalışmasını sağlamıştı. Daha sonrakı yıl Prof. Jose Alvarez, Prof.Stephane Tran Ngoc Burcu'nun beraber çalıştığı hocalar arasına katılmıştı. Bütün bu hocalarla çalışmasını Madam Gazeau sağlamıştı. Türkiye'deki genç hocamızın tutumuna ne kadar ters bir tutum değilmi.
  İşte 1999-2000 ders yılında da Burcu bu dört hoca ile aynı anda çalışacaktı. Bu harika bir olanaktı. Paris ve Lyon Konservatuarlarının en değerli hocaları ile çalışma olanağı bir kemancı için az rastlanan bir şanstı.
  Bütün bu hocalardan başka gene çok değerli bir müzikçi olan Prof. Pierre Boutin, Çok değerli bir oda Müzikçi olan Prof.M.Sabauret de çalışacağı hocalar arasında idi. Gene Orkestra'da görev alacak ve çalacaktı. Kısacası müzik dolu bir yıl başlıyordu.
  Bu müzik dolu yılımızı bir sonraki yazımda anlatmaya devam edeceğim.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Paris'te Kocaman bir Ailemiz Oldu.

Canet'teki yarışmada ödül dağıtım gecesinden sonraki gün Paris'e döndük. Babamız daha sonraki gün Türkiye'ye işinin başına döndü.Zira onun çalışması gerekiyordu. Biz Burcu ile Paris'te kaldık. Artık Paris'te kalmak eski günler kadar bize kasvet vermiyordu. Zira tanıdıklarımız gittikçe çoğalmaya başlamıştı.
 Burcu ile Paris'e ilk gittiğimiz günlerden beri oynadığımız bir oyun vardı. Yıllar önce La vie Est Belle diye bir film seyretmiştik. Toplama kampına küçük oğlu ile esir düşen bir adamın öyküsü idi bu film. Film kahramanımız baba oğluna bu kampın bir oyun olduğunu ve bu savaş oyununu kazanan kişinin büyük odülü kazanacağını ve büyük savaş tankını alacağını söylüyordu. Çocuk da bütün kampın olumsuzluklarına sadece oyun olarak kabul edip katlanıyordu. Biz de Burcu ile Paris'te yaşamaya başlayınca böyle bir oyun oynamaya başladık. Türkiye'de bütüm akrabalarını, oyuncaklarını, kuşunu, anılarını bırakan 14 yaşında, hiç tanıdığının olmadığı, farklı bir dilin konuşulduğu bir ülkede yaşamaya başlayan bir çocuk için başka bir seçenek yoktu. Ülkemizde bıraktığımız yakınlarımız, akrabalarımız yerine Paris'te yeni tanıdğımız kişileri ikame ederek oyuna başladık. Gerçekten de bir süre sonra Türkiye'de bıraktığımız teyzemiz yerine Paris'te Saniye teyzemiz, ablamız yerine Paris'te Verda Ablamız,diğer arkabalarımız yerine bir dizi akrabamız oldu. Biz artık Paris'te kocaman ailesi ile birlikte yaşayan bir ana kızdık. Bu akrabalarımızla yaptığımız geziler, yemek davetleri bize büyük güç veriyordu. Keza Burcu'nun bütün konserlerine tüm akrabalarımız gelerek ne kadar güçlü olduğumuzu bize ispatlıyorlardı.
  Canet'teki yarışmadan döndükten sonra Burcu Paul Dukas Senfoni Orkestrası ile üç gün Espace Reuılly'de Şen sahnelenen Şen Dul Operasında çaldı.
  Bu yoğun çalışmadan hemen sonra Paris Belediye Konservatuarları Merkezi sınavında Formatıon Musıcale'de superior seviyesinde mezuniyet sınavına giren Burcu bu sınavda da çok başarılı olarak 1.lık derecesi ile mezuniyete hak kazandı.
  Haziran ayı ortaları olmuştu ve biz hala ülkemize dönme durumunda değildik. Haziran sonunda ülkemize dönecek ve temmuz sonunda onbeş günlük bir masterclass çalışması için gene Cenevre Sion'a gidecekti Burcu.
  Sonra tekrar Paris'e dönüş ve yeni bir ders yılının başlangıcı. Anlayacağınız hiç nefes alacak zamanımız yoktu.
  Şimdi bu olayları yazarken düşünüyorum. Ne zorluklar çektik.Nelerle bu günlere geldik. ben yazarken yoruluyorum yaptıklarımnızı, muhakkak siz de okurken bunalıyorsunuzdur.
  21 Haziran 1999 da Hopital Rochild'de verdiği resitali anlatmadan geçemeyeceğim.
  Her yıl Fransa'da düzenkenen Fete  de la Musıque kapsamında verilen bu konser gerçekten çok anlamlı bir konserdi.
  Hopital Rochild semtimizde bulunan büyük bir hastane idi. Bu hasteneye bir sağlık sorunu için gittiğimde ilk dikkatimi çeken hastane giriş holunda bulunan siyah kuyruklu piyano idi. Ben ülkemde hastanelerin holunde piyano görmeye pek alışık olmadığım için çok dikaktimi çekmişti. Ayrıca müziğe verdikleri bu büyük önemden dolayı çok hoşuma gitmiş, gururum okşanmıştı.
  Hopital Rochild'den gelen recital teklifini kabul eden Burcu o gün çok güzel bir konser Verdi. Bu konsere hastane şartları gereği ben katılamadım. Sadece Burcu'nunanılarından dinledim.
  O gün Burcu yanında hemşireler ve nöbetçi doktor ile hastanenin çocuk, yanık, kanser ve digger başka bölümlerini gezerek hastalara yattıkları yerde müzik dinletip moral olmaya çalışmış.
  Ben o gün Burcu'nun kemanından çıkan nağmelerle bir çok hastanın dünyaya bir parça daha iyimser baktığına inanıyorum. Ne de olsa Müzik kadar tedavi edici bir şey düşünülemez.
  Burcu bu resitali, ile sadece hastalara moral vermekle kalmadı, onlara verdiği moralin ruhunda yarattığı huzurla biraz daha olgunlaştığını hissetti.
  Haziran sonu kısa bir tattil için ülkemize döndük. Deniz ve güneş kısa bir süre için bizimdi. Daha sonra Sion ve sonra Paris. Tekrar çalışmalar, daha çok çalışmalar bizi bekliyordu.
 

10 Ekim 2013 Perşembe

Kaderi çalışmak, hep çalışmak olan çocuk

Canet'te ilk gecemiz erken uyuyarak geçti. Hepimiz çok yorgunduk. Elizabeth ve eşi bizi Malibu Village'ye bıraktıktan sonra Burcu Dairemizde bi gün sonra gireceği ilk eleme için çalışmaya başlamıştı. Ben ve eşim de akşam yemeği için açık market bulmak ve bir şeyler almak peşinde idik. Neyse Paris'te herzaman alışveriş yaptığımız ve Natıon'da en büyük market olan Cazino Market'in bir şubesini bulduk ve alışveriş yaptık.
 Ertesi sabah güneşli harika bir Güney Fransa havasına uyandık. Balkonumuzda çiçekler içersinde yaptığımız kahvaltı bizim neşemizi yerine getirmişti. Buradaki çiçeklere baktığımda ülkemizde Ege ve Akdeniz bölgelerinde rastlanan Begonvil çiçeğinin çok fazla olduğunu gördüm. Demek ki buranın iklimi de ülkemin Ege ve Akdeniz Bölgeleri gibi idi.
 Yarışmanın yapılacağı bina kaldığımız tatil köyüne yürüyüş mesafesinde idi. Yürürken burasının tek katlı, bahçeli evleri ile adeta bir sayfiye yeri olduğunu ve Elizabeth'in emeklilikte niye Paris'i terkedip buraya yerleştiğini bir kez daha anladım.
 Yarışma binasına gelince kapıda kalabalığı görünce şaşırmadım. Zira bu yarışmanın önemli yarışmalardan bir olduğunu ve sadece Fransa'dan değil, başka Avrupa ülkelerinden de katılımlar olduğunu daha önce duymuştum.Yarışmacılar bizim gibi aileleri ile gelmişlerdi. Sanırım onlar da bizim gibi bu güzel Mayıs havasında bu tatil yöresinde yarışmanın yanısıra tatilde yapmak amacında idiler.
  Herkes büyük heyecan içinde idi. Aynı repertuarı çalacak onlarca yarışmacı birinci elemeyi geçebilmek için bütün gün çalacaklardı. Burcu yarışmada orta sıralarda idi. Onun sırasının gelmesini beklerken biz de eşimle binanın dışındaki bahçede oturup bekleyen anne baba ve yarışmacıları izledik. Ne tuhaftı. Dünyanın farklı farklı ülkelerinden gelmiş, dilleri, ırkları, dinleri ayrı bir çok genç aynı şeye ulaşmak için kıyasıya bir mücadele içinde idİ. Herkes sessizce birbirini gözlemliyordu. Bu gözlemleme birinci elemeden sonra daha ayan beyan ortaya çıktı. Artık herkes futursuzca birbirini izliyordu. Çünkü herkes birbirinin rakibi idi.
  Bütün gün aynı eserleri çeşitli kişilerden dinliyerek geçti. Bana göre hepsi çok iyi çalıyordu. Zira böyle bir yarışmaya girmek bile belli bir seviye gerektiriyordu. Çünkü yeteri kadar iyi olmayan yarışmacı kendisi ile hocasının da kariyerini tehlikeye atıyordu. Hocalar isimleri bilinen kişilerdi. Böyle bir yarışmaya yetersiz öğrencisini sokmak o hocanın marka değerini düşürüyordu.
  Akşama doğru yarışmanın birinci elemesi bitti. İkinc i elemeye katılacak kişilerin ilanın beklerken herkes çok heyecanlı idi. İster istemez bu heyacana siz de ortak oluyorsunuz. İstediğiniz kadar önemli değil, benim için önemli olan yarışmaya katılmak deyin, etrafınızdakilerin hırsı ve mücadele azmi sonunda sizi de etkiliyor ve ha va giriyorsunuz.
  Birinci elemeyi kazanan yarışmacılar katılanların neredeyse beşte biri id. Burcu birinci elemeyi geçmişti. Biz yarışma salonundan ertesi gün yapılacak ikinci eleme için ayrılırken mutlu idik. kazanamayanlar ise mutsuz ve ağlamakli idi. O anda çocuklara acıdım. Binbir hayalle geldikleri yarışmadan ilk gün elenmişlerdi. Ama zaten herkes elenecekti. Zira üç kişi seçilecek ve sadece birinciye Paris Orkestrası ile solo konser hakkı verilecektı.
 O akşam sahilde şık bir restoranda balığımız yerken baba ve ben mutlu, Burcu ise yorgundu.Gene erken uyuduk.Zira ertesi gün zor bir gün olacaktı.
 Ertesi gün yarışma salonunda herkes çok iddaalı idi. Sanırım Burcu da iddaalı yarışmacılar arasında idİ. Zira çalma sıarsı Burcu'ya geldiğinde salon birden doldu. Bütün veliler çocuklarının yanısıra en büyük rakip kabul ettikleri Burcu'yuı dinlemeye gelmişlerdi.
  Bu sefer yarışma orkestra eşliğinde Koncerto bölümünü de kapsıyordu. Burcu ikinci elemeyi çok güzel çaldı. Ben ilk başlarda pek ümitli değildim ama şimdi kazanabileceğimizi düşünmeye başlamıştım. Bu arada akşam Burcu yarışmacılardan birinin babasının Paris Orkestrasında baş kemancı olduğunu ve o yarışmada iken kazanmanın çok zor olduğunu söyledi. Ben burasının Fransa olduğunu , iyi olanın kazanacağını, torpi gibi olaylar burada geçerli olmadığını belirterek onu rahatlatmaya çalıştım.
  Bu sefer ikinci eleme dünkü kadar uzun sürmedi. Zira yarışmacı sayısı düne göre beşte bire inmişti. gerçi çaldıkları süre uzundu ama dünkü kadar geçe kalmamıştık.
  Yarışmanın ikinci elemesi bittikten sonra sonuçları öğrenmek için epey bekledik. Zaman geçmek bilmiyordu.
  Neyse sonuçlar ilan edildi. 5 kişi finale kalmıştı. Burcu finale kalanlar arasında değildi. Orkestra baş kemancısının oğlu finale kalmıştı. Burcu biraz bozuldu ama söylediği doğru çıktığı için haklı haklı başını salladı.
  O gece Burcu biraz kırgındı. Zira belki de finale kalmayı hak ediyordu.
  Ertesi gün final ve gece de ödül töreni olacaktı. Sonraki gün de Paris'e dönecektik.
  Finalde Paris Orkestrasının baş kemancısını n oğlu birinci seçildi. Aslında ondan daha iyi çalan kemancılar vardı. Bir kez daha anladım ki dünyanın neresinde olursanız olun torpil denen olay var.
  Gece törende herkes Yarışmacıların aileleri ve hatta jüri üyeleri bile Burcu'yu tebrik ediyorlardı. Burcu çok iyi imiş. O zaman neden başkasına biribciliği verdiniz.
  Paris'e dönerken güzel bir yerde tatil yapmaktan ve yeni kişiler tanımaktan, güzel bir deneyim geçirmekten huzurlu idik. Ayrıca belirteyim tatili babası ile ben yapmıştık. Burcu sadece çalışmıştı. Onun kaderi bu idi. Çalışmak, hep çalışmak