Hürriyet

23 Mart 2013 Cumartesi

Noel Tatili İçin Babamız ile Paris'e çocuklarımızı görmeye gidiyoruz.

 Yukardaki resimde Ekim 1996 da Paris'te Sen nehrinde bir boat gezisinde Burcu ve ben görünüyoruz.
  Benim İstanbul'a dönüşüm yaklaştıkça Burcu bir tuhaf olmaya başlamıştı. Doğrusu bu güne kadar yurt dışı masterclassları hariç fazla ayrılmamıştık. En fazla ayrılığımız 15 gün olmuştu. Bu sefer biraz daha fazla ayrı kalacaktık.Ben ekim ortalarında Türkiye'ye dönecek,sonra Aralık 20 den sonra Paris'e geri dönüş yapacaktım. Takriben 2 aydan fazla olacak bu ayrılık o yaşta bir çocuğu etkliyordu. Birde biz Burcu ile özellikle kemana başladığından bu yana çok iyi arkadaş olmuştuk. Ben alabildiğine sabırlı idim. Tabii daha önceleri bu kadar sabırlı değildim. Ama Burcu'nun içinde bulunduğu şartlar, gerilimli müzik eğitimi sebebiyle sabırlı olmaktan, onu anlamaya çalışmaktan başka çarem yoktu. Burcu daha önceki yazılarımda da anlattığım gibi Türkiye'deki keman eğitiminde bazı mantıksız kişilerle uğraşmak zorunda da kaldı. Kaldı ki keman başlı başına çok titizlik isteyen ve kişiyi yıpratan bir enstruman. Birde Burcu gibi aşırı hırslı ve mükemmeliyetçi birisinin bu keman eğitiminde karşılaştığı olayları düşünün. Bu şartlarda bir de etrafındaki kişileri anlamak ve hoş görmek zorunda olmak o yaşta bir çocuk için bazen ağır gelebiliyordu.Üstüne sınıf atlamalar da binince Burcu'nun psikolojik yükü iyice ağırlaşmıştı.
 İşte ben bütün bu olayları atlatması için ona karşı çok sabırlı olmak zorunda idim. Çok iyi konuşuyorduk. Beraber eğleniyorduk. İki arkadaştan daha yakındık çoğu kere.
 Bazen hayattan hırsını alamıyor ve yastık savaşları bile yapıyorduk. Bütün bunları  sabırlı olmayı,zaman zaman danıştığım çok yakın bir pedagog arkadaşım öğüt vermişti bana . Burcu için 'Çok gerilim altında. bir yerden fıtık gibi patlaması lazım. ve senden başka patlayacağı kimse yok.'diyen arkadaşım daima benim akıl verenim oldu bu konularda.
  Burcu dışarda başkalarının yanında son derece sakin, ciddi ve yaşından olgundu. Beraberken ise iki çocuk gibi azıyorduk.Şimdi benim yokluğumda sanırım bütün bu görevleri ablası yüklenecekti. Neyse ki ablası da çok sakin ve olumlu bir kızdı ve herşeyden önemlisi kardeşini çok seviyordu.
  Burcu ile aramızdaki bu arkadaşlık bağı yıllar geçtikçe arttı. Ve bir gün ben Paris'te bırakıp onu dönerken bana söylediği bir sözü asla unutamam. 'Keşke demişti, Keşke kötü bir anne olsaydın, bana yaşam hakkı vermeseydin.Ne güzel sen giderken arkandan sevinirdim. Şimdi sen giderken arkandan çok üzülüyorum.demişti.
 Ama bir gün onu Amerika'ya uçururken artık tek başına uçmasının zamanı geldiğini çok iyi biliyordu.
  Ben ekim 1996 da Paris'ten dönerken üzüntülü idim. Yaşamımın en değerli iki varlığını başka bir ülkede bırakmıştım. O zaman daha olayın tam bilincinde değildim. Yıllar geçtikçe artık onları hele Burcu'yu yanımda göremeyeceğimin bilincine vardım. Hele okyanuslar ötesi gittiğinde erişmek iyice zorlaşmıştı. Bütün bu anlarda Can Yücel'in aşağıda hayal meyal anımsadığım mısralarını aklıma getirdim.
  'Esas uzaklık ne iki şehir, ne iki ülke , sadece iki kalp arasında.'diyordu Can Yücel.Evet ben çocuklarımdan uzak değildim. Çünkü dünyanın neresinde olursak olalım kalplerimiz bir arada idi.
  Kalplerimiz bir arada idi ama ben İstanbul'da kaldığım iki ay süresince korkunç yüksek telefon faturaları ödedik.İstanbul'a gelir gelmez Aralık ayında Paris'e gidiş biletimi almıştım eşimle beraber. Bu bileti alışım sanki çocuklarıma kavuşacağım günü yakınlaştırmıştı. Bu olayı  hep yaptım.Daha sonraki yıllarda Paris'te sürekli yaşarken tatiller için Türkiye'ye gidiş biletlerimizi önceden alır ve o biletlerin hayali ile özleme daha iyi dayanırdım.
 Aralık başında Paris'e gidiş hazırlıklarına, alışverişlerine başladım. Noel ve yılbaşı tatili için gidiyorduk.Günlerce mağazaları, alışveriş merkezlerini gezip Burcu'ya ,Ebru'ya ve arkadaşlarına bir şeyler almak çok zevkli idi. Aldığım şeylerin maddi değerinden çok onları düşünerek almış olmam çok önemli idi. Bu ben de yıllarca öyle bir alışkanlık yarattı ki şimdi bir mağazaya girdiğimde gördüğüm herhangi bir objeyi 'A bu Ebruluk veya bu Burculuk 'diye ayırt edebiliyorum.Bu sefer babamız ile gidiyorduk ama yılbaşı tatilinden sonra babamız İstanbul'a dönecek, ben bir süre daha kalacaktım. Yaptığımız görüşmelerden Burcu'nun ocak ayı içinde Newyork Juliard Scholl Profesörlerinden biri ile bir masterclass olacağını , gene ocak ayı içinde uluslar arası bir yarışmaya hazırlandığı öğrenmiştim.Bütün bu olaylarda onun yanında olmak istiyordum.
  Bu arada Burcu'nun  okul orkestrası ile konserlerini, Konservatuar oditoryumunda piyano eşliğinde konser haberlerini ve başarılarını telefonda işittiğimde babası da ben de çok mutlu oluyorduk. Burcu emin adımlarla başarıya doğru yürüyordu.Ebru ise Sorbonne Üniversitesinde çok başarılı idi. Ayrıca bir çok arkadaş edinmişlerdi. Burcu artık Fransızce derdini anlatabiliyordu. Kısacası Paris'te her şey yolunda idi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder