Hürriyet

20 Mart 2013 Çarşamba

Pere Lachasie Giderken Kaybolan Burcu

  Bu resim Paris'teki evimizden bir kare....
  Paris'te yalnız geçirdiğim ikinci gün bir gün önceki Şanzelize yolculuğumdan cesaret alarak tekrar çıktım. Bu sefer başka metro hattına  binip Bastille gittim. Bastille, Nationa 3 durak, çok yakın . Bastillle Meydanında bir kafede oturduktan ve kahvemi içip etrafı seyrettikten  sonra eve yürüyerek dönmeyi düşündüm. Hava çok güzeldi ve elimdeki Paris haritasına göre Bastilleden geçen ana yol direkt Nationa varıyordu.Tahminen 15 dakikalık  güzel bir yürüyüşün ardından Nation'a vardım. Eve gitmeden  Cazino Market'e uğradım. O zamanlar Fransa'da  daha Euro kullanılmaya başlamamıştı. Fransız Frangi yürürlükte idi. Ben henüz banka kartı almamıştım ve nakit para ile alışveriş yapıyordum. Sayıları da çok iyi bilmediğim, hatta hiç bilmediğim  için ne alışveriş yaparsam eğer kasiyerin önündeki levhada sayıyı görmedimse nakit kağıt para veriyordum. Tabii kasiyerde bana bir torba bozukluk veriyordu. Zaten bir süre sonra evdeki bozukluklar o kadar arttı ki bunları bir kavonoza koymak zorunda kaldık.
  Cazino Marketten akşam için yiyecek bir şeyler almak niyetinde idim. Epey bir süre Markette oyalandım ve yiyecekleri inceledim. İyi ki gıdaların üzerinde uluslararası yazılar var. Onlardan içeriklerini rahat öğrenebiliyordum. Neyse Market alışverişinden dönerken evimizin karşı kaldırımdaki telefon kulübesi dikkatimi çekti. Ebru bana kredi kartımla tabii Türkiyedeki bankaya ait kartım, nasıl telefon açabileceğimi ve kulübedeki numarayı vererek nasıl aranabileceğimi göstermişti. Bir kere denememde bir sakınca yoktu. Zira iki gündür kimse ile doğru düzgün konuşmamıştım. Kartımla Türkiye'deki evimi aradım. Tabii aramadan önce kulübenin telefon numarasını bir kağıda yazdım. Karşıma eşim çıktı. İşten henüz dönmüş olan adamcağız benim sesimi duyunca çok heyecanlandı. Allah korusun çok önemli bir şey olduğunu sandı. Tabii onu rahatlattıktan sonra kulübenin numarasını yazdırdım ve beni aramasını söyledim, telefonu kapattım. Beklemeye başladım. Biraz sonra kulübenin telefonu çaldı. Arayan eşimdi. Uzun  bir süre konuştuk. Paris'te yaptıklarımı, gezdiğim yerleri anlattım. Bu  bir saatlik konuşma bana Burcu ve Ebru dönene kadar yeterdi artık.
 Burcu ve Ebru döndüğü zaman ben Nation'a epey alışmıştım.Artık alışveriş yapıyor, sokakları tanıyor ve kafeleri biliyordum. 3 günde epey şey öğrenmiştim.
 Çocuklar döndükten sonra okullarin açılmasına az zaman kalmıştı. Önce Burcu'nun okulu başlayacak, Sorbonne Üniversitesinde Uluslararası Özel Hukuk konusunda master yapacak olan Ebru'nun dersleri bir süre sonra başlayacaktı.
  Bu arada bir sorun ortaya çıkmıştı. İstanbul'da Fransız Kültür Derneğinin Fransızca kurslarına iki yıl devam eden Burcu'nun Fransızcasının Konservatuarda dersleri takip etmek için yeterli olmadığı söyleyen Madam Gazeau mutlaka Fransızca konusunda takviye yapılmasını söylüyordu.Demekki biz Burcu'yu iki yıl boşuna Taksime'e götürmüş, o kursta iken boşuna oralarda saatlerce beklemiştik. O zaman şunu anladım kı dil yerinde öğreniliyor.
 Burcu'ya Fransızca kursu aramaya başladık. Bu sefer başka bir sorunla karşılaştık. Burcu 14 yaşında idi ve bu yaş Fransa kanunlarına göre zorunlu eğitim yaşı idi. Dolayısı ile hiçbir çocuk o yaşta kursa falan gitmiyor, doğrudan okula gidiyordu. Zaten Fransızca kursları genelde ülkeye gelen yabancılar için planlanlanmış kurslardı ve başlama yaşı 18 olarak tesbit edilmişti.Ne bilsin insanlar bizim gibi 14 yaşında bir çocuk kursa gelecek. Zaten yaşamımız süresinde Burcu hep özel bir örnek oldu ve genelde uygulanan kurallara ters düştü.
 Uzun kurs arayışlarının sonunda Pere Lachaise'de bir Fransızca kursu idareten Burcu'yu almayı kabul etmişti. Bu sevindirici haber haftanın üç günü Nation'dan Pere Lachaise gitmek zorunda olan Burcu'nun yol sorunu ile bulandı. Burcu bu iki metro aktarmalı yolu nasıl gidecekti. Ebru okuluna gidecekti ve dersleri çok ağırdı, Kaldı ki ders saatleri Burcu'yu lisan dersanesine götürmeye uygun değildi.Burcu yeteri kadar dil bilmiyordu ve yollarda kaybolabilirdi. Ama yolu öğrenmek ve lisan dersanesine gitmek zorunda idi.
 Pere Lachaise lisan dersanesine gidip kayıt yaptırdık. Masraflarımıza bir de lisan kursu parası eklenmişti. Pere Lachaise hayran oldum. Fransa'nın en büyük mezarlığı bu semtte ve dünyanın bir çok ünlü ismi burada yatıyor.
 20.bölgede yer alan bu semtteki 43 hektarlık araziye kurulu mezarlıkta 70 bin kişinin mezarı var ve günde en az 1.5 milyon kişi ziyaret ediyor.Moliere, La Fontaine,Balzac, Edith Piaf, Oscar Wilde ,Jim Morrison bu mezarlıkta yatan ünlüler. Bu mezarlıkta yatan Türkler de var. Yılmaz Güney, Ahmet Kaya da bu mezarlıkta yatan Türkler.
  İlk 3 gün lisan dersanesine Burcu'yu ablası götürdü. Direkt Nation'dan kalkan bir hatta binilip ara istasyonda aktarma yapılacak ve uzun koridorlar geçilip diğer hattan Pere Lachaise metrosuna binilecekti. Burcu'nun yolu öğrendiğine ikna olan  ablası ertesi gün Burcu'yu tek başına göndermeye karar verdi.
  O sabah evden ikisi beraber çıktılar. Ben evde kalıp yemek yapmak istiyordum. Burcu lisan dersinden dönüp yemek yiyip Konservatuara derse gidecekti. Ben mutfakta yemek işi ile uğraşırken birden telefonumuz çaldı. Bu arada söylemeyi unuttum  , eve telefon bağlattık. Sokaktan konuşmak , cep telefonu ile Türkiye ile konuşmak çok maliyetli oluyordu. Ben ilk defa çalan telefonu duyunca şaşırdım ve İstanbul arıyor diye koşarak açtım. Karşımda bir kadın Fransızca bir şeyler anlatıyordu. Ben anlamadığım bu konuşmaya sedece İngilizce konuşurmusunuz diye cevap veriyordum. Nihayyet İngilice konuşan biri aldı ve bana bir şeyler anlattı. Anladığım kadarı ile Metro idaresinden güvenlik arıyordu. Ben anlattıklarından pek bir şey anlamadım. Onlar yeteri kadar ingilizce bilmiyordu, ben Fransızca anlamıyordum. Tam biz telefonla konuşurken Ebru geldi. Allahtan bir şey unutmuş ve yoldan geri dönmüş. Sanırım bu bir mucize idi. Zira üniversiteye gidip akşam dönecekti. Benim elimden telefonu kapan Ebru Fransızca tamam, peki falan gibi sözler söyledikten sonra bir hışım çıktı gitti. Giderken bana sadece merak etme, mühim bir şey yok dedi.Takriben bir saat sonra Burcu ve Ebru geri döndü. İşin aslını o zaman öğrendik. Burcu sabah Nation metro istasyonuna gidip metroya binmek istemiş. Ana kalkış hattı olan iki taraflı peronda iki taraftada vagon varmış. Burcu bunlardan birine gidip oturmuş. Meğer kalkacak olan o değil karşı perondaki vagonmuş. Kalkacak olanın tarafında yukarda ok işareti yanıyormuş. Tabii bunu bilmeyen Burcu yanlış vagona binmiş. Meğer o vagon kör hatta çekilecekmiş. Tatil günlerinde bütün vagonları çalıştıran Metro İdaresi,  hafta içi günlerde bazı vagonları kör hatta çekerek atıl hale getiriyormuş. Burcu'nun bindiği ve kör hatta çekilecek vagon kapılarını kapatıp giderken birden bir kadın görevli içerde bir çocuk görmüş. Hemen alarm verip vagonu durdurmuşlar ve Burcu'yu indirmişler. Güvenlik görevlileri tarafından korkutulmadan, çocuk pedagojisine uygun bir şekilde diyaloga alınan Burcu yeterli Fransızca bilmediği için sadece evin telefon numarasını verebilmiş. İşte beni arayan telefon o imiş. Ebru kardeşini almaya gittiğinde çocuğu yalnız bıraktığı için sorumlu olduğunu ve bir daha tekerrür etmemesini rica etmişler. Burcu'ya o kadar güzel muamele etmişler ki sanırım Burcu'nun daha sonraki yıllarda Fransa sevgisi bu güvenden kaynaklandı. Burcu'ya limonata, kekler verip adeta bir misafir gibi, ağırlayan yetkililer Burcu'nun gönlünü alıp, o anda duyduğu korkuyu yok etmişler.
 Ben günlerce bu olayın etkisinde kaldım. Ya o kadın  görevli Burcu'yu vagonda görmeseydi ve vagon kör hatta çekilseydi. Vagon kör hattan çıkana kadar belki 2 gün biz Burcu'nun nerede olduğunu bilmeden herhalde kafayı yerdik. Ne yapardık. O çocuk orada aç , susuz, korkarak, karanlıkta ne yapardı.Belki de havasızlıktan. Şu anda bile düşünürken içim ürperiyor.
 Bu olay Burcu'ya o kadar iyi ders oldu ki bir daha metroya binerken çok dikkatlı işaretleri takip etti. Ben bu olayda yetkililerin sorumluluk duygusuna, iyi niyetine, kibarlığına hayran oldum. Fransa'da yaşarken ne kadar güvende olduğumu bir kez daha hissettim. Ne yazık ki kendi ülkemde bu güven duygusunu duyamıyorum ve gittikçe de kaybediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder