Hürriyet

28 Şubat 2013 Perşembe

Burcu Göker Lise 3 e atlıyor.

 18 Ağustos 1995 günü Sion'dan Türkiye'ye dönen Burcu , Ebru ve ben yoğun bir çalışmaya başlamıştık. Burcu eylül ayı başında başlayacak İstanbul Üniversitesi Konservatuarı Bütünleme sınavlarında 15 tane Lise 2.sınıf dersinin sınavına girecekti.Bu 15 sınavın 8 tanesi ,Meslek dersi 7 tanesi de kültür dersleri idi.
  13 yaşında bir çocuğun bu derslerin sınavlarına nasıl gireceği ve bu zor mücadeleye ne gerek olduğu, her zorluğu kendi yaşında yaşasa daha iyi olacağı konusunda Kültür öğretmenlerimizle verdiğimiz zorlu mücadele sonunda onları ikna edememiştik ve onlar hala ne gerek var deyip duruyorlardı. Bu durumda Burcu gene çok büyük bir başarıya imza atmak zorunda idi. Ancak bu şekilde bütün menfi düşünenlere tek cevap verilmiş olacaktı.
  Bu sınavlarda herkese cevap olacak sonuca varmak için çok ve bilinçli çalışma gerekiyordu.Bu arada şunu belirteyim çok çalışmak değil, bilinçli ve verimli çalışmak önemli. Eğer sistemli çalışırsanız daha az emekle daha büyük başarıyı yakalıyabiliyorsunuz. Biz bu konuda çalışa çalışa epey deneyim sağladık.
  Lise 2. sınıfın sınavları eylül başında başlıyordu. Aynı dönemde Ebru'nun  da Hukuk Fakültesi 3. sınıftan 4. sınıfa geçmek için bazı derslerin sınavına girmesi gerekiyordu. Kısacası İstanbul'un sıcak yaz günlerinde bizi yoğun çalışmalar bekliyordu. Bu arada ben sanki kendi kendimi bir maratona sokacakmış gibi evin bazı bölümlerinin de boya, badana işlerini aynı döneme sığdırmaya çalışıyordum.Ebru kendi dersini kendi çalışıyordu. Benim ona yapacağım sadece verimli çalışması için yemek, çay, kahve gibi gereksinimlerini zamanında karşılamaktı. Burcu'nun çalışmasında ise benim rolüm çok fazla olacaktı. Çünkü dersler çok fazla idi ve ben onları 13 yaşında bir çocuğun anlayacağı şekilde vitamin haline getirip Burcu'ya yutturmak zorunda idim. Tabii bu arada evin işleri, bu kadar yoğun çalışmada bunalan çocukların psikolojik destekleri ve akşam eve gelen eşe sağlanacak hizmetler. Bütün bunların üstüne evde boya yaptırmaya kalkmak da sanırım rekor denemesi olacaktı. Boyacılara bütün bu endişelerimi söylediğimde beni, işlerini çok düzenli yapacakları, dağıttıkları, kirlettikleri yerleri gene kendileri toplayıp, temizleyecekleri konusunda ikna ettiler. Benim bir tek şartım vardı. Evde bu kadar ders çalışma için gerekli olan sessiz ortamın sağlanması açısından hiç gürültü yapmamaları, hatta gürültü ne demek nefes dahi almamaları konusunda bana söz vermelerini istedim. Bu sözü de aldıktan sonra artık maraton başlayabilirdi.
  Şimdi düşünüyorum da bu kadar işi aynı anda biriktirip de bu gerginliği yaşamaya ne gerek vardı. Şimdi ki aklım olsaydı diyeceğim en azından boya işi i daha sonraya bırakırdım. Ama biliyordum ki daha sonra da yeni işler çıkacak ve boya gene yapılamıyacaktı. Şu günlerde kızlarımın yaşam koşuşturmalarına bakınca yıllar önceki kendimi görüyorum.' Kuş yuvada gördüğünü işlermiş.'diye bir deyiş var. Hakikaten doğru bir söz.
  Sınavlardan önce bir kaçgün vardı. Bu ilk günleri ilk sınavların hazırlıklarının yanısıra daha sonra ki sınavlara alt yapı olacak çalışmalara da ayırdık. Her dersin en az bir yıl okunup öğrenilecek ders kitabı ve alıştırması vardı. Biz bir yılda öğrenilecek tüm dersleri bir aydan az sürede öğrenmek ve bu sınavlardan en iyi notları almak zorunda idik. Bu arada bunu yapacağınız bu zorlu savaşa beraber çıktığınız savaş arkadaşınız 13 yaşında bir çocuktu. Bu çocuğun oyun, eğlence ihtiyacı vardı. Zaman zaman bıkabilirdi. Yorulabilirdi. En kötüsü ufak bir sağlık sorunu bütün sistemi çökertebilirdi.
  Gıdaya, uykuya çok dikkat etmek, vitaminleri düzenli almak, morali daima en yüksek tutmak zorunda idik.
  Dikkat ederseniz hep sanki ben ve Burcu beraber tek kişi yapıyormuşuz gibi anlatıyorum. Bir olayı kendinizin sorunu gibi benimsemez, kendinizi o olayın dışında tutarsanız hiçbir zaman beklenen verimi sağlayamazsınız.
  Derslerin bazılarını oyun ve eğlence haline getirmek, Burcu'yu bu şekilde rahatlatmak zorunda idim. Arada bazı konuları yürüyüş ve açık havada yapabilirdik. Zaten ben Burcu'ya bir çok konuyu sanki hikaye anlatır gibi, hayatın içinden olaylarla anlattım ve öğrettim. İnanın bana çok başarılı oluyor bu metot.
 Küçük bir  kaç örnek vereyim. Sosyoloji en çok hayatımızdan kesitlerle öğrettiğimiz dersti.Sosyal sınıflar, sosyal sınıf piramiti, sınıf atlama gibi konuları hayatımızın içindeki kişilerden örneklerle yürüyüşler sırasında sohbet havasında öğrettim. Keza Divan edebiyatındaki bir çok şiiri örneğin Nedimi hep hikayelerle anlattım. Hatta hiç unutmuyorum. Nedimin bir şiiiri vardı.Nedimi parmağının ucunda çeviren, fettan, güzel, yabancı kökenli bir dilberin anlatıldığı bir şiirdi. Şiirdeki kadın resmini çizmiştik Nedimin anlattıklarına dayanarak. Sonra da bu dilberin resmini Burcu'nun yatağının yanındaki duvara samıştık. Sorarım size Nedimi bu şekilde öğrenen hangi çocuk hayatı süresince unutabilir. Gene Tevhid-i Tedrisat kanununu aile arasında Meclis kurarak ve tartışmalar yaparak anlatmış ve öğrenmiştik. Bu oyunla, hikayelerle, örneklerle eğitimde o kadar başarılı olduk ki sınavlardan sonra daha önce Burcu'nun başarılı olamayacağını şiddetle savunan Sosyoloji öğretmeni Burcu'nun sınavda aldığı 100 puan karşısında nasıl öğrettiniz bunları diye şaşkınlığını belirtmişti.
  Sınav günlerimizi bir sonraki yazımda anlatacağım.
 

27 Şubat 2013 Çarşamba

Burcu Göker'in Sion'da verdiği Konser


 Burcu Göker , Cenevre Sion'da Tibor Varga'nın yaz okuluna devam etmek üzere 1995 yılı Ağustos ayı başında Sion'a hareket etmişti. Burcu'ya ablası Ebru eşlik ediyordu.
 Sion'un cennet gibi bir yer olduğunu. kalacakları binanın çok rahat ve güzel olduğunu telefon görüşmelerimizden anlamıştık. Ama inanın bazı şeyler uzaktan anlatmakla olmuyor. bu olaydan iki yıl sonra ben de aynı kursa Burcu ile beraber gittim ve ne muhteşem bir yer olduğunu ancak kendim yaşayınca daha iyi anladım.
 Tibor Varga'nın İsviçre Sion'daki yaz okulu daha önce gittiğimiz kurslardan farklı idi. Dünyaca ünlü bir çok profesörün  keman eğitimi yaptığı masterclassın yanısıra aynı tarihlerde dünyanın bir çok ülkesinden gelmiş , ünlü kemancıların katıldığı çok geniş kapsamlı bir de Concour  gerçekleştiriliyordu. Masterclassa  katılan öğrenciler, aynı anda keman dalında bir çok ünlüyü bu Concour vasıtasıyla dinlemek ve tanımak imkanına sahip oluyordu. Diğer masterclassların terssine sadece keman eğitimin verildiği bu masterclassta müzik ile dolu dolu bir 15 gün yaşıyordunuz. Tabii yöre halkı da bu etkinliklerden fazlası ile faydalanıyordu.Bu arada Tibor Varga ve diğer profesörlerin masterclass dersleri halka açık ve konser salonunda yaplıyordu. Bu katılan öğrencilere halkın önünde çalma alışkanlığı vermesinin yanısıra, diğer öğrencilerin izleyip mukayese ve bilgi edinmesini sağlıyordu. Aynı zamanda katılan müzik dışından izleyiciler de müzik ile dolu dolu saatler yaşıyorlardı.
  Gün boyu tüm yarışmacıların elemelerini izleyen dinleyici ve öğrenciler, geceleri de herbiri çok ünlü keman sanatçılarının konserleri ile bilgi üstüne bilgi katıyorlardı. Ebru'nun dediğine göre öğrencilerin çoğu Koreli, Çinli ve Japondu. Genel de bu kursların devamli öğrencileri var. Yetişene kadar her yıl bu kursları takip eden Asyalı öğrenciler hiç üşenmeden kalkıp sırf bu kurslar için çok uzaklardan geliyorlardı. Ne yazık ki ülkemizden katılım çok fazla değildi. Diyeceksiniz ki maddi imkan meselesi. Sanıldığı kadar pahalı değil.Ayrıca siz seviyenizi belirtecek dökümanlarla cd ve dvd gibi önceki başarılarınızı belgelerseniz , size burs bile veriyorlar. Daha sonraları Burcu, Laipzig'de bir çok masterclassa burslu olark hiç bir ücret ödemeden bu şekilde katıldı.Kaldı ki bazı kuruluşlar bu masterlasslara yetenekli örencileri göndermek üzere burs da verebilirler. Veya okullar imkan sağlayabilir. Ama bu kurslara gönderilen öğrencilerin onun, bunun adamı olarak değil gerçek yeteneğe göre seçilmesi gerekir. Aksi takdirde amaca ulaşılamaz.
 Burcu kemanla dolu dolu günler geçirirken ablası da çevreyi gezerek fotoğraf çekerek, ilerki günler için enerji toplayarak vakit geçiriyordu.
 Burcu kurs sonunda verilecek konsere hazırlanıyordu. Bach'ın La minör Koncertosunu konserde yorumlamaya hazırlanan Burcu, yeni eserler yorumladığı için çok heyecanlı idi. Çünkü ülkemizdeki Okulunda bu kadar yoğun keman eğitimini yapamıyordu. Haftada bir kere bir saatı bile bulmayan bir eğitim ile ne öğrenilebilir ki. 15 gün üst üste yapılan eğitim neredeyse ülkemizde göreceği 4 aylık eğitime eşdeğerdi. Ayrıca dinlediği diğer yarışmacılar, dersler de cabası.
  Burcu Göker Bach Koncertoyu harika bir şekilde yorumlamış. O kadar çok beğenilmiş ki. daha sonra ki günlerde değişik mekanlarda ayarlanan yeni konserlerle bu eseri tekrar yorumlaması sağlanmış. Bu şekilde Burcu çok iyi sahne deneyimine de sahip oluyordu.
  Kurs sonunda Türkiye'ye dönen Burcu ve Ebru çok mutlu idi. Ama ikisini de zor günler bekliyordu. Eylül ayında üst üste 15 sınava girecek olan Burcu ve Üniversite 3.sınıftan son sınıfa geçmek için eylülde gireceği dersler olan Ebru dönüşlerinin ertesi günü yoğun çalışmaya başlayacaklardı.
  Bu yoğun, yorucu, bir o kadar da komik olaylarin yer alan günlerimizi bir sonraki yazımda anlatacağım.

26 Şubat 2013 Salı

Burcu Göker Sion Tibor Varga Yaz Okuluna Gidiyor.

 Burcu 1995 yazında lise 1.den lise 2 ye büyük başarı ve meslek derslerinden tam puan alarak geçti.Şimdi sıra yaz etkinliklerine gelmişti. 1995 Yazında Madam Gazeau Burcu'yu 29. Concours Internatıonal de Vıolon Tıbor Varga -Sion da görmek istediğini belirtmişti. Kendisi de bu masterclassta profesör olarak görev alacaktı.
  Bu masterclass İsviçre'nin Sion şehrinde oluyordu. ve bu kursa katılmak Burcu için çok büyük bir aşama olacaktı.
  Burcu bu seyahate ablası Ebru ile katılacaktı. Yaz aylarında Fransa'nın Provance bölgesinde veya İsviçre'de yapılan bu masterclasslar hem eğitim yönünden , hem de temiz have ve çok güzel iklim şartlarında, çok zevkli yerlerde yapılan tatil yönünden çok büyük bir şans oluyordu genç öğrenciler için. Ayrıca dünyanın her yöresinden gelmiş öğrenciler bir araya geliyor ve hem mesleki, hem de kişisel yönden büyük dostluklar oluşuyordu.
  Bütün hazırlıklar, rezervasyonlar yapılıp , uçak biletleri alındıktan sonra artık iki kerdeşin bu güzel yolculuğa çıkma zamanı gelmişti.Tabii bu yolculuktan önce Burcu için sihhi bir gereklilik te olan ufak bir deniz tatilini de gerçekleştirmiştik. Bu tatilde bile eylül ayında gireceği 15 dersin hazırlık çalışmalarını ihmal etmemiştik.
  Burcu ve Ebru Siona'a gitmeye hazırlana dursun ben sizlere kısacası Sion ve Tibor Varga ile ilgili bazı bilgileri anlatmak istiyorum.
 Anlatacaklarım sonu güzel biten bir masal gibi ama hepsi gerçek. Zaten yaşam da çoğu kere bir masal değil mi.
 Tibor Varga Macar asıllı dünyaca ünlü bir kemancı imiş. Dünyanın bir çok ülkesinde konerler veren bu çok ünlü kemancının bir de oğlu varmış. Günlerden bir gün oğlu hastalanmış.Bir akciğer hastalığına yakalanan çocuk gittikçe erimeye başlamış ve yaşamı tehlikeye düşmüş.En son çare olarak doktorlar bir dağ kasabasında da bol oksijenli temiz havanın iyi geleceğini ve belki hastalığına bir çare olabileceğini söylemişler. Tibor Varga bir tanecik evladı ne yapsın. Aramış, taramış, incelemeler yapmış, İsviçre'de Alp dağları eteğinde in geçmez, cin geçmez bir kasaba olan Sion'a yerleşmeye karar vermiş. Bütün meslek yaşamını tasfiye edip Sion gibi ücra bir kasabada yaşamaya başlamış.Ne yapsın o bir baba ve tek evladı için , onun yaşaması için bu fedakarlığı seve seve yapmış.Mucize mi, yoksa dağın harika havası mı bilinmez. Sion'a yerleştikten bir yıl sonra çocuk eski sağlığına kavuşmuş. Bir yıl önce ölümle pençeleşen yavrucak artık yanağından kan damlayan Heidi gibi dağlarda,bahçelerde koşup duruyormuş.
  Tibor Varga oğlunun sağlığına kavuşmasından o kadar çok mutlu olmuş ki bu sağlığa sebep olan Sion kasabasına yerleşmeye karar vermiş. Öyle bir şey yaapacağim ki herkes Sion'un ismini duyacak diye de kendi kendine söz vermiş.Tibor Varga, Sion'da bir müizk akademisi kurmuş ve kendisi de o Akademide keman profesörü olarak derslere başlamış.Ayrıca heryıl yaz aylarında Sion'da dünyanın her bölgesinden gelen kemancıların, keman yapımcılarının toplandığı bir Internatıonal festıval düzenlemeye başlamış. Gün geçtikçe adı duyulan bu keman festivali yarışmaların, masterclassların yapıldığı, bir çok ünlü keman hocasının ders verdiği, bir çok ünlü yorumcunun konserler verdiği bir büyük festivale dönüşmüş. Bir süre sonra Sion=Keman olarak anılmaya başlanmış dünyada. Burcu'nun gittiği 1995 yılında 29.sı  yapılan  bu festivalin ilki  demekki 1966 yılında gerçekleştirilmiş.
  Ne güzel , masal gibi olay değil mi.Bir kaç yıl sonra ben de gittim Burcu ile . Hakikaten masal gibi güzel, sakin ve müzik dolu bir yerdi Sion, İnanılmaz zevkli günler geçirmiştim.Onları da sırası gelince anlatacağım.

  Burcu ve Ebru'yu Swissair uçağına bindirdiğimizde gittği yer ve göreceği eğitim yönünden içim çok rahattı.
  Burcu ve Ebru güzel bir uçak yolculuğundan sonra vardıkları Cenevre'den bindikleri trenle 2 saatte Sion'a varmışlar. Varınca hemen telefon ettiler ve Cenevre'de Leman Gölünün etrafından yaptıkları harika tren yolculuğunu, bir dağ kasabası olan Sion'un şiiirsel güzelliğini anlata anlata bitiremediler.
  Tibor Varga Yaz Okulu anılarını ve bu kurs sonunda yapılan ve çok ses getiren konseri bir sonraki yazımda yazacağım.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Burcu Göker bu yıl gene sınıf atlayacak.

Burcu'nun öykü yarışması ödüllerini aldığını ve verdiği röportajı bir önceki yazımda yazmıştım.Bu olaydan 15 gün kadar sonra derginin çıkan sayısında söyleşi haberini.hikayesini ve resimlerini gören Burcu çok mutlu idi. Burcu'nun lise 1. sınıf eğitimi çok başarılı ve yoğun geçiyordu. Bütün bu dersler arasında Burcu her ay Konservatuarda gerçekleşen kafe konserlere de katılmayı ihmal etmiyordu. Bu arada katıldığı kafe konserlerde çaldığı eserler de çok daha zor eserler haline gelmişti. Artık konserlerde  Konçertolar çalabiliyordu.Bu arada ders, konser dışında başka etkinliklere de katılıyordu Burcu,1995 yılı yaz gelmeden katıldığı iki aktiviteyi anlaatmadan geçemeyeceğim.Bunlardan birincisi Türkiye Rotary Kulupleri Yetenekli Çocuklar Müzik ve Dans Yarışması idi.Bu yarışmada Profesyonel Müzik dalında mansiyon ödülü kazanan Burcu biraz hakkının yendiğini düşünerek üzüldü. Bence hakkı biraz değil epey yenmişti.Ben bu kadar yıl  gerek Fransa'da, gerek İsviçrede, Amerika'da, Kanada'da bir çok yarışmaya şahit oldum. Hiçbir yarışmada jüri üyesinin öğrencisinin, yarışmaya girdiğini görmedim. Bu olayın ne kadar mahzurlu olduğunu anlamak için sanatçı, müzisyen falan olmaya gerek yok. Normal bir kişi bile böyle bir yarışmanın sonucundaki sübjektif etkiyi görebilir.Kısacası Burcu hakkı olan birincilik ödülü yerine mansiyon ödülünü alınca hem hocalarına, hem de okuluna ,hem de ülkesine karşı güven duygusunu bir kez daha kaybetmiş oluyordu.Aynı sürede Burcu'nun katıldığı ikinci etkinlik ise 1995 yılı Türkiye Çocuk Zirvesi Kutlama Toplantısı idi. 3 Haziran 1995 günü İstanbul Dedeman Otelde gerçekleşen bu zirve toplantısı gerçekten güzel bir etkinlikti.İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu, Devlet Bakanı Aysel Baykal, Birleşmiş Milletler Türkiye Temsilcisi Dr. Seyhan Aydıngil'ın konuşmacı olarak katıldığı, Prof. Dr Özcan Köknel'in çocuklar arasında bir oturumu yönettiği bu Zirve Toplantısında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Bale ve Müzik Bölümü öğrencilerinden çeşitli etkinlikler de sergilendi. Burcu bu çok güzel Zirve toplantısında Ahmet Adnan Saygun'un Horon adlı eserini piyano eşliğinde seslendirerek çok büyük beğeni aldı. Ben bir kez daha Burcu ile iftihar ettim.O yıl okullar tatil olmadan önce girdiği meslek ssınavlarında 100 tam puan alan Burcu gene öğretmenler kurulunun kararı ile sınıf atlama sınavlarına girmeye hak kazanmıştı. Bizi 1995 yılında çok yoğun bir yaz bekliyordu. Önce 7-17 ağustos tarihlerinde İsviçre Sion'da 29. Concours Internatıonal de Violon Tibor Varga 'ya katılacak, daha sonra dönüp eylül 1995 de 8 tane Meslek, 7 tane Kültür dersinden oluşan Lise 2. sınıf sınavlarına girecek ve sınıf atlayacaktı. Bu sınıf atlama bir yıl önce geçirdiğimiz sınıf atlamadan daha zor ve rizikolu idi. Zaten yaşı küçük olan Burcu, hem etrafındaki Kültür hocaları ile sınıf atlaması konusunda mücadele edecek, hem ders çalışacaktı. Kısacası bizi yoğun günler bekliyordu.
                                                                                                                                                                                                            

22 Şubat 2013 Cuma

Burcu Göker Öykü Yarışması Ödüllerini Alıyor.

 Öncelikle yukardaki resmi izah edeyim. Burcu göker bu resimde bir konseri sonrası sevenleri ile.
 Gelelim Milliyet Kardeş Dergisi Öykü Yarışması sonuçlarına.O ay çıkan dergiyi alıp da Burcu kendisini kazananlar listesinde görünce çok mutlu olmuştu. Ama yaşam devam ediyordu ve günlük çalışmalar arasında öykü yarışmasının etkisi bir saat falan sürdü.Sonra normal çalışma düzenimize döndük. Ta ki Milliyet Gazetesinden bir telefon  gelene kadar.Gelen telefonda Milliyet Kardeş Dergisi Yetkilileri, Burcu'ya ödülünü ve sponsor firmaların hediyelerini vermek ve bir söyleşi yapmak üzere  okuluna geleceklerini söylüyorlardı. Okulda Burcu ve Okul yönetimi ile söyleşi yapılacak, Okul İdaresine ve Burcu'ya armağanlar verilecek, resimler çekilecekti. Bütün bunlar bir sonraki ayın dergisinde yayınlanacaktı. Ayrıca Burcu bu yazısının dergide yayınlanması sebebiyle 100 lira telif ücreti almaya hak kazanmıştı. Bunu da yatırmak için bir banka hesap numarası isteniyordu. Bu para da Burcu'nun yaşamında ilk kazandığı paradır.
  Söylendiğine göre Burcu'ya ve Okul İdaresine, sponsor firmaların vereceği bir dolu armağan vardı. Bu durumda Burcu öykü yazarak hediyeleri hak etti ama okul idaresi ne yaptı diyeceksiniz belki. Okul İdaresi de Burcu gibi yetenekli bir öğrenciye sahip olduğu için ödül alıyordu. Gerçi okul idaresinin Burcu ile ve yeteneği ile pek alakası yoktu ama. prosedür böyle idi.
  Ben Gazete yetkililerinden okul idaresi ile konuşup Müdüre hanımdan söyleşi için bir gün ayarlayıp tekarar onlara döneceğimi söyleyerek izin aldım. Ertesi gün ben okul idaresine gidip Müdüre hanıma Burcu'nun Milliyet Gazetesi gibi adı duyulmuş bir gazetenin öykü yarışmasını kazandığını ve okul idaresi ve Burcu ile söyleşi yapıp, ödüller ve plaket vermek üzere okula geleceklerini ve bir randevu istediklerini söyledim. Ayrıca okula verilecek ödüller hiç de ufak şeyler olmayacaktı.Çünkü Cocacola, Pepsi gibi meşrubat firmaları, bir çok ünlü jean firması.şu anda adını unuttuğum  bir çok ünlü firma sponsorlar arasında idi.
  Müdüre Hanım söyleşi fikrine hiç sıcak bakmadı. Benim vaktim yok. Gelsinler ne hediye edeceklerse kütüphaneye, idareye teslim etsinler, sizinle resim çeksinler , beni çıkarmayın olaya dedi. Zaten pek tarafsız bir kadıncağızdı. Okulda varlığı ile yokluğu belli olmayan bir tip.
  Ben olayı keman öğretmenimize söyledim.Onun da sıcak bakacağını sanmıyordum ama bu sefer yanıldım. Keman öğretmenimiz söyleşi ve fotoğraf fikrini abartısız olmak kaydı ile kabul etti.
 Nedense klasik müzilçilerde kendilerini bulundukları toplumdan tecrit etme, sırça köşke çekilme durumu var. Evet Klasik Müzikçiler farklı ve mütena kişiler ama sırça köşke çekilmekle ,halka müzik zevk aşılanamaz. Aksine halka inmek, onlarla beraber olmak, basınla iyi ilişkiler kurmak ,adından bahsedilmesi çok olumlu sonuçlar doğurur. Neyseki son dönemlerde yetişen yeni nesil müzikçilerimiz bu düşüncede değiller ve artık klasik müzikçilerimizden de  bahsediliyor basında. Bu konuda Amerika'da duyduğum ve ünlü bir klasik Müzikçiye ait olan bir sözü burada tekrarlamadan geçemeyeceğim. 'Klasik Müzikçiler de en az pop sanatçıları kadar tanınmak, bilinmek hakkına sahiptir .Diyor ünlü müzikçi.

  O gün Milliyet Kardeş Dergisinden söyleşiye çok değerli bir hanım gazetecimiz ve foto muhabiri geldi. Burcu'ya harika eşfmanlar, kıyafetler, spor gitsileri, boyalar, ansiklopediler, çeşitli kalemler, kısacası bir çocuk için en güzel hediyelerden bi dolu getirmişlerdi. Okula ise Milliyet gazetesi yayınlarından DVD serileri, Ansiklopediler, sözlükler ve bir sürü araç ve gereç getirmişlerdi hediye olarak. Bu kadar çok ve güzel hediyeler karşısında hepimiz çok duygulandık. 
 O gün Burcu hediyelerini, plaketini aldı, söyleşi yapıldı, resimler çekildi ve gazeteciler gitti.Gazetecilerin ifadesine göre ilk defa bir Konservatuar öğrencisi bu öykü yarışmasında ödül almış. Zaten bunu söyleşide de belirtmişler. Demek ki konservatuar öğrencileri edebiyat gibi, resim gibi tamamlayıcı bir sanat dalına veya yarışmalara rağbet etmiyorlar. Çok dolu oldukları, vakitleri olmadığı için zannetmiyorum. Çünkü ben okula her gidişimde ,ortalıkta hiçbir şey yapmadan dolanan bir sürü genç görüyordum. Burcu vakit bulup yazabildiğine göre istese herkes yazabilir veya resim yapabilir .Tabii yeteneği varsa.
  O günden bir kaç gün sonra Bankaya Burcu'nun parası geldi. Bir sonraki ay  çıkan dergide hem Burcu'nun söyleşisi, hem resimleri, hem de öyküsü vardı. Hala büyük bir sevgi ile sakladığımız bu dergi Burcu'nun neler yapmak istediğinin bir belgesidir. Burcu o söyleşide söylediği herşeyi gerçekleştırdi.
 Demek ki istemek ve inanmak  başarmanın büyük kısmı.....

20 Şubat 2013 Çarşamba

Burcu Göker Hikayesi ile Ödül Kazanıyor.


  1995 Yılının Burcu Göker için ödüller yılı olacağını bir önceki yazımda söylemiştim.Nitekim çikolata dolu Kent Şekerlemenin ödülü olan evleri aldıktan bir kaç gün sonra Burcu'nun yeni bir  marifeti ortaya çıktı.
  Her ay muntazaman aldığımız Milliyet Kardeş  Dergisi,  23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı sebebiyle çocuklar arasında bir öykü ve resim yarışması düzenlemiş. Bu yarişmanın duyurusunu okuyan Burcu bana bu yarışmaya katılmak istediğini söyledi. Resim ve Öykü yarışması deyince ben Burcu'nun bir resimle katılacağını düşündüm.Zira küçüklüğünden bu yana resim yapıyordu ve sergilere katılmıştı. Hatta bir resmini Yardım kuruluşları yararına yapılan bir sergiden oldukça pahalı satın almıştım. Herkes benim bu hareketimi çok saçma bulmuştu. 'Çocuk senin çocuğun , onun resmini neden sergiden para verip alıyorsun, eline boya ver, evde yapsın.'demişlerdi. Oysa dostlarım düşünemiyorlardı ki ben o resmi kendi çocuğumun vasıtası ile o yardım kuruluşuna destek olmak için almıştım. Ayrıca sergi sonuna kadar resmi satın alanların kartları resmin yanına konmuştu. 5 Yaşındaki yavrumun resminin yanında 15 gün süre ile kartımın yer alması benim için ne büyük bir şerefti.
  Burcu Milliyet Kardeş Dergisinin yarışmasına öykü dalında katılacağını, hatta öyküsünün bile hazır olduğunu söyleyince iyice şaşırdım. Zira o güne kadar Burcu'nun öykü yazdığından haberim yoktu.Koşarak odasına giden ve öyküsünü yazdığı defteri getiren Burcu çok heyecanlı idi. Ben de çocuğumun ilk öyküsünü okuyacağım için heyecanlı idim. Öykü 'Kemancı Küçük Kız 'adını taşıyordu ve Burcu bu öyküde kendi macerasını anlatmıştı. 6 Yaşında bir küçük kızın müzik yeteneğini ailesine duyurmak için verdiği savaşı, nihayyet isteği ailesi tarafından kabul edilip keman eğitimine başlaması anlatılıyordu. Duygu dolu bu yazıyı okurken dudaklarımı ısırmaya başlamıştım. Hele keman çalıştığı zaman küçücük parmaklarının uçlarının kanadığı ,ama bütün bu ıstıraba rağmen kemanını çok sevdiğini anlattığı cümleler gözyaşlarımın akmasına sebep olmuştu. Öykü küçük kızın bir meydan okuyuşu ile bitiyordu. 'Ben bu kemancı kızı tanıyorum, çünkü o benim, ama üzülmeyin ,çok yakın zamanda hepiniz tanıyacaksınız.'diye bitiyordu bu duygusal öykü.
  Ben çocuğum yazdığı için duygulanmıştım belki ama gerçekten dili, anlatımı çok net ve güzel bir yazı idi. Ne istediğini, neler yaptığını çok anlaşılır bir dille anlatmıştı Burcu öyküsünde. Bence yarışmaya katılmasında bir sakınca yoktu ve denemesinde fayda vardı.Zaten biz baştan beri her konuda Burcu'yu yüreklendirdik ve engellemedik. Bu da sanırım çocukların gelişimi açısından çok önemli.
  Öyküyü güzelce elyazısı ile dosya kağıdına yazan Burcu zarfını da hazırladı ve Derginin verdiği adrese postaladık ve bu yarışmayı unuttuk.
  O aralar o kadar çok işimiz vardı ki unutmamız işten bile değildi.Zira Burcu okulda kabakulak sebebiyle uzak kaldığı derslerini yatiştirmeye çalışmasının yanı sıra, gene kafe konserlere katılıyor, yeni yeni eserler yorumluyordu. Ayrıca önümüzdeki yaz tatilinde tekrar sınıf atlaması düşünüldüğü için bir üst sınıfın meslek derslerine de çalışıyordu. Üstelik İngilizce özel dersleri devam ettiği gibi, Fransız Kültürdeki Fransızca kursu da devam ediyordu.
  Önümüzde çok yoğun bir yaz programı olacaktı. Haziran başı okullar tatil olduktan sonra Cenevre Sion'da Tibor Varga'nın yaz okuluna katılacak ve oradan döndükten sonra da lise 2 nin derslerini vererek sınıf atlayacaktı. Kısacası Burcu'yu zor günler bekliyordu. Şimdi bakıyorum da galiba Burcu o günlerden kalan bir alışkanlık sürekli didişiyor. Bu durum hala devam ediyor. Geçen günlerde en son doktora tez savunmasını yaptı ve tezini verdi, Dr unvanını aldı. Daha o gece ertesi sabah konser için gideceği şehir dışı seyahatını, o hafta yapacağı etkinlikleri anlatmaya başlamıştı. Hatta ben 'Bir kaç saat dinlen , Biraz sakinleş.'diye takıldım ona.
  Milliyet Kardeş Dergisine gönderdiğimiz öyküyü tam unutmuştuk ki bir kaç hafta sonra derginin yeni sayısı yayınlandı. O gün gazeteciden aldığımız derginin kapağında Yarışmanın sonuçlarının da içerde açıklandığı yazılı idi. Gazetecinin yanındaki banka oturduk. Burcu heyecanla dergideki sonuçları incelemeye başladı. Evet öykü dalında mansiyon kazanmıştı. O an Burcu sokakta Nobel ödülü  kazanmış yazar gibi sevinçli idi.
  Bir sonraki yazımda bu ödülü ve veriliş öyküsünü anlatacağım.Ama önce yukardaki resimleri açıklayayım. Birinci resim, Derginin Burcu'ya yarışma sonunda verdiği plaket, ikinci resim ise, ödül töreni için okula gelen Dergi muhabirlerinin yaptığı ve Dergide yayınlanan röportaj.
  

Burcu Göker'in Televizyon Programları

  Ebru ve ben Burcu'nun kemanını alıp önce Rambouıllet'i ve sonra da Paris'i gezdikten sonra ülkemize döndük.
  Benim için çok neşeli, kültür dolu bu 5 gün sanıyorum ki Ebru için de hem güzel bir dinlenme, hem de gezme olmuştu. Ben son senelerde hiç gülmediğim kadar gülmüş ve eğlenmiştim.
  Paris harika bir şehirdi. Nereden bilebilirdim ki bu seyahatten 1.5 sene sonra, uzun bir süre yaşamak üzere Paris'e yerleşeceğiz. Yaşaması çok kolay , her köşesi tarih kokan bu şehirde geçirdiğim saatler benim için çok değerli idi. Sanki herşey insanların rahatı üzerine planlanmış gibi idi.
  Benim Paris anılarım bitmez ama Eyfel kulesi ile , Sen nehri ile, Notre dame kilisesi ile tanıştığım o gün benim için unutulmazdı. Gerçi önündeki uzun kuyruk sebebiyle Eyfel kulesine çıkamamıştık ama olsun aşağıdan bile görmek çok güzeldi.
  Paris'ten bindiğimiz Air France İstanbul uçağında da çok eğlenceli anlar yaşadık.Elimizde iki keman kutusu ve 6 şarap şişesi vardı bavullarımızdan ayrı. Tam turneden dönen sanatçılar gibi idik.Fransa'nın en ünlü şarap firması Nicole'den aldığımız şaraplar özel olarak kutulanmış ve babamıza Fransa hediyesi olarak gidiyordu.
Elimizdeki şarapların kutusunu kabinde koyacak yer bulamayınca, Hostesler alıp öne pilot mahalline koyalım ama garanti veremeyiz, giderken pilotlar içerse sonra nereye ineceğimiz belli olmaz dediler.Bu uçak içinde epey espri konusu oldu.
  Uçaktan indiğimizde babası ile  bizi karşılamaya gelen Burcu hem bize ,hem de kemanına kavuştuğu için çok mutlu idi. Biz bu 5 günü ne kadar eğlenceli geçirdikse Burcu da evde yardımcı ile epey sıkılmıştı. Neyse artık iyileşmişti ve okuluna başlayacaktı.
  Burcu hastalığı geçip okula başladığı ilk günlerde bir televizyon programından davet aldı. Star televizyonunda 'Bak Şu Yarışana, Bak Şu Konuşana 'adlı programın yapımcısı telefon etti ve Burcu'yu programa davet etti.Çocuklar için hazırlanan bu program güzel bir yayındı ve Burcu bu programa çıkarak hem oradaki misafir çocuklara hem de seyreden çocuklara güzel örnek olacaktı. Daveti kabul ettik. Burcu bu program içinde 'Bir Başarı öyküsü 'adlı bölümde yer alacak ve tanıtılacak, başarılarından bahsedilecek ve sonunda kemanı ile bir parça çalacaktı. Burcu 13 yaşında Lise 1. sınıf öğrencisi olarak toplumda büyük bir ilgi topluyordu. Bunun duyulmasını ve çocuklara örnek olmasını istiyorlardı.
  O gün Burcu, programda çocuklar arasında büyük ilgi uyandırdı. Ayrıca ben Burcu'ya hayran oldum. Yayında sorunlan soruları o kadar güzel, büyük adam olgunluğu ile cevapladı ki ben annesi olarak şaşırdım.Hakikaten yaşından daha büyük bir kafa yapısına sahipti benim küçücük kızım. Programın sonunda Burcu kemanı ile Kreisler adlı bestecinin Liebesleid adlı eserini yorumladı. Bu bir aşk şarkısı anlamına gelen ve çok duygulu parça hakikaten çok güzeldi ama Burcu'nun etrafında o kadar çocukla o hengamede kemanını çalabilmesi daha dikkat çekici idi. Düşünebiliyormusunuz etrafında onlarca çocuk, biri eteğini çekiyor, biri dürtüklüyor ve Burcu büyük bir ciddiyetle onların arasında kemanını çalıyor.
  Program bitince yapımcılar ve Program sponsoru firma yetkilileri Burcu'ya ve bize teşekkür ettiler ve Burcu'ya bu programa katıldığı için bir armağan vermek istediklerini söylediler. Armağan neredeyse bir çocuk boyunda mukavvadan bir evdi. Hediyeyi anlamadık ama elimize alınca inanılmaz ağır olduğunu gördük. Hediyeye teşekkür ettik  alıp evimize geldik. Mukavva evi açınca ne görelim. kutu kutu çeşit çeşit çikolatalar, yüzlerce şekerleme, jiklet, göfret. Kısacası bir ordu çocuğu doyuracak şeker cinsi atıştırmalık. Tabii program sponsoru Kent Şekerleme idi ve bu armağan gerçekten o firmaya yakışan bir armağandı. Tabii Burcu bütün bunları görünce çok sevindi ama bunları tek başına yemesi imkansızdı. Zira heran alerji olabilirdi. Dolayısı ile ertesi gün bu hediyelerin hepsini okula götürüp arakadşlarına dağıttık. Burcu arkadaşları ile bunları yerken çok mutlu oldu. Ama mukavva evi hatıra olarak saklamıştık.
  Bu televizyon programından 15 gün sonra bir telefon aldık. Aynı yapımcı Seyhan Hanım başka bir kanala Kanal D ye geçmiş ve aynı programı bu sefer 'Bak Şu Elma Şekerine'adı altında yapacakmış. İlk programına Burcu'yu tekrar davet ediyordu.
  Burcu ve başarısı  daha önceki programda o kadar çok ilgi çekmiş ki ilk programının konuğu olmasını çok istiyordu Seyhan Hanım. Onu kıramazdık. O hafta sonu pazar günü Burcu Kanal D de ilk defa yayınlanan 'Bak Şu Elma Şekerine 'adlı programa konuk oldu. Gene 'Bir Başarı öyküsü 'adlı bölümde yer alan ve gene çocuklara keman çalan Burcu çok beğeni almıştı. İşin çok entresan tarafı program bitiminde sponsor firmanın Burcu'ya 2 hafta önceki gibi gene içi çikolatalar dolu bir mukavva ev armağan etmesi idi. Ertesi gün gene çikolatalar, şekerlemeler, gofretler Konservatuara gitti  ve arkadaşlara dağıtıldı.Herkes 2 hafta ara ile gereçekleşen bu şeker bombardımanından çok memnundu.
  Sanırım 1995 yılı Burcu'ya çok bereketli başlamıştı. Daha sonra gene armağanlar, ödüller birbirini takip edecekti.
  Yukardaki resimde Kent Şekerlemenin program sonunda hediye ettiği mukavva evlerle  Burcu Göker'i görüyorsunuz.Tabii evler boş. İçindekiler arkadaşlarına ikram edildi.
 Bu arada bu programlardan bir süre sonra genç yaşta kaybettiğimiz Seyhan Hanımı da hayırlı yad etmek istiyorum. Ben programlarda tanıdım kendisini, daha önceden bir tanıdıklığımız yok, ama bu kadar genç ve enerji dolu, daha yapacağı çok şey olan bir insanın kaybı acı verici.

19 Şubat 2013 Salı

Ebru ve Ben Paris'i geziyoruz.



 Öncelikle gene yukardaki resimlerin açıklamalarını yapayım. Birinci resimde ben Rambouıllet şatosunun giriş kapısında, ikici resimde Rambouıllette şehir gezisinde ve alışverişte. üçüncü resimde ise Montparnasse garında eşyalarımızı dolaplara kilitleyip Paris gezisine çıkmadan önce.
  Geldiğimiz  gün Mösyö Jerar'ın hanında çay saati sohbetimizin ardından çevre gezisi için Ebru ile dışarı çıktık. Hava serindi. Rambouıllet çok güzeldi. Tipik bir Fransız kasabası idi. Daha sonra Paris'ta yaşadığım 7 yıl süresince de dikkatimi çekti. Paris Fransa'yı simgelemiyor bence. Esas Fransa, Fransa'nın kasabaları, Provancesi.Zira Paris bir çok ülkeden insanın yerleştiği, aynen İstanbul, Newyork gibi bir kozmopolitan. Esas Fransızları tanımak için bence kasabalara , provanceye gitmek gerek. Zira oradaki halk yabancılarla kaynaşmadıkları için adetlerinden, yeme kültürlerinden yaşam şekillerine kadar tamamen Fransız.
 Daha önce de bahsettim. Rambouıllet Paris'e 50 km(31 mil) güneybatıda bir kasaba. Kasaba Rambouıllet şatosuna yakın kurulmuş bir yerleşim. Şato ise aynı adı taşıyan büyük bir ormana harika bir parkla bağlı.
  Vakit geç olduğu ve hava kararacağı için gezimizi sadece Rambouıllet kasabası ile sınırlandırdık. Nasılsa ertesi sabah Şatonun içindeki Akademide Madam Gazeau ile buluşacak ve Burcu'nun kemanını teslim alacaktık. O zaman hem şatoyu hem de çok methedilen parkı gezme şansımız olacaktı.
  Hana döndüğümüzde bahçe kapısından girince birden bahçe ışıklarının ve hanın kapısındaki ışıkların yanması ile şaşırdım. 1500 yıllarına ait hanı Mösyö Jerar çağımız teknik donanımı ile donatmış ve bahçeye, kapılara sensörlü ışıklar koymuştu. Bizim ülkemizde daha böyle bir ışık sıstemi ile tanışmamıştık.
  Akşam yemeğini gene kütüphanede diğer konuklarla birlikte yedik. Han kalabalık olduğunda yemek, büyük yemek salonunda yeniyormuş. Bu gece fazla konuk olmadığı için kütüphanede oval büyük masa etrafında hep beraber yiyecektik akşam yemeğini. Gerçekten bir aile yemeği tadında ,sohbet dolu samimi bir yemekten sonra artık odalarımıza çekilme zamanı gelmişti. Zira sabah yolculuk için erken kalkmıştık ve yarın da uzun bir gün olacaktı.
  Ertesi sabah güneşli bir güne uyandık. Ebru yattığımız odanın tahta panjurlarını açtığında odaya dolan güneş hem kalbimi hem de vücudumu ısıttı. Acele giyindik ve kahvaltı için salona geçtik. Kahvaltı klasik Fransız kahvaltısı idi. Yanı marmelat, tereyağ. kruvasan , kahve. Bizim ülkemizde alıştığımız yoğun kahvaltı çeşitleri ne yazık ki Fransa'da pek rağbet görmüyor. Fransızlar içine tereyağ, marmelat sürülmüş bir kruvasan ve kahve ile kalkıyorlar kahvaltıdan. Biz de kahvaltıdan sonra yürüyerek Akademiye gitmek üzere yola çıktık. Şatoya giden yok harika güzel bir parkın içinden geçiyordu. Parkın içinde üzerinde kuğuların yüzdüğü minik göletler bile vardı.
  Rambouıllet Müzik Akademisi Rambouıllet Şatosunun ek  binalarında yerleşmişti. Daha sonra tarihini öğrendiğimiz şato 14.yy da inşa edilmiş Beşgen burcu ile değişik bir mimariye sahip çok görkemli bir yapı idi. Arkasını büyük bir ormana dayamış bu heybetli yapı 19.yydan bu yana Fransız Cumhurbaşkanlığı resmi konutlarındandı. Adını yakınında geçen Rambe deresinden alan ve anlamı 'Dere Rambe yakınındaki yer' anlamına gelen Rambouıllet Şatosu son 50 yıldır Ülkeler arası ikili Zirvelere ev sahipliği yapması ile ünlü imiş. En son 1999 yılında 17 gün süre ile Azarbaycan-Ermenistan arasında Karabağlar sorunu için Devlet Başkanları zirvesine ev sahipliği yapan şato aynı zamanda müze olarak da halkın ziyaretine açık.
  Madam Gazeau bizi bekliyordu. Burcu için seçtiği keman hakikaten çok güzel ve değerli bir kemandı. Güzel bir sohbetin ardından kemanımızı aldık ve bir daha ki görüşmemize kadar vedalaştık. Sanırım bir daha ki görüşmemiz 1995 yazı olacaktı.
  Keman teslim alma işimiz bittikten sonra kalan 3 gün bize gezmek için kalmıştı. Bu üçgünü iyi değerlendirmeliydik. Önce Rambouıllet şatosunu gezmekle işe başlayabilirdik. Ertesi gün ise Paris'e gitmek ve şehri gezmek istiyorduk. Ben Paris'i hiç görmemiştim. Benim için büyük bir kültürel gezi olacaktı. Ne de olsa 35 dakikalık bir tern yolculuğu kadar yakındık Paris'e.

18 Şubat 2013 Pazartesi

Burcu Göker'in Kemanını Almaya Fransa'ya Gidiyoruz.




  Yazıma başlamadan önce her zaman yaptığım gibi yukardaki resimleri açıklamak istiyorum. Birinci resim Rambouıllet'te kaldığımız Mösyö Jerar'ın hanı.İkinci resim Ebru Göker ve Prof. Sylvie Gazeau  Akademide. Üçüncü resim, Ebru ve ben Paris'te bir restourantta yemekte. Dördüncü resim ise Paris Montparnasse Garında.
  1995 senesi mart ayında bir gün Burcu'yu İstanbul'da bakıcı ile bırakıp Ebru ve ben Paris'e gitmek üzere Air France uçağına bindiğimizde içim buruktu. İlk defa Burcu'dan 5 gün ayrı kalacaktım. Bir yandan da Ebru ile çıkacağımız bu Paris seyahatı için kuşlar gibi hür ve mutlu hissediyordum kendimi. Ebru çok eğlenceli bir yol arkadaşı idi. Ana kız gibi değil çok iyi anlaşan iki arkadaş gibi idik her zaman. Ayrıca Ebru daha önceleri gittiği için Paris'i iyi biliyordu. Burcu'nun kemanını almak üzere çıktığımız bu yolculuk sanırım çok zevkli geçecekti. Bu yolculukta tek sorunumuz kemanın parası olarak yanımızda bulunan yüklü para idi. Yurt dışında yaşamadığımızdan Fransa'da bir bankada hesabımız yoktu, ayrıca bankacılık bugünkü kadar ileri olmadığı için para transferi de kolay değildi. Henüz bilgisayar ve online sistemler yaşamımıza girmemişti. Keman parasını yanımızda nakit olarak götürmekten başka çare yoktu. Bu da bizi gerilime sokuyordu.
  Paris'te uçaktan inince çok rahat bir şekilde Montparnesse garına ulaştık. Fransa'nın özellikle Paris'in şehircilik özelliklerinden biri belki de en güzeli hava alanları ile tren garları arasındaki iletişimin çok rahat olması. Daha sonra Paris'te uzun süre yaşadığımızda evimizden çıkıp hava alanına giderken hiçbir zaman taksi tercih etmedik. Zira arabalı ulaşım trafik sebebiyle çok fazla zaman kaybına sebep oluyor. Paris'te yıllarca evimizden, RER ile iki aşamada yarım saat içinde havaalanına hem de uçağımızı kalkacağı bölüme  ulaşabiliyorduk. RER nedir diyeceksiniz, kısaca onu da açıklayayım . RER , Paris'te Metro hattının bir kat altında yer alan ve ana hatlarda duran hızlı tren gibi bir ulaşım. Yer altında hızlı tren yani.
  Caddebostan'dan, Yeşilköy Hava Limanına sabah Boğaz köprüsü trafiği sebebiyle 5 saatte ulaşan bir kişi için yarım saatte hava limanına ulaşmanın lüksünü düşünebiliyormusunuz. Biz sabah yeşilköy kalkışlı uçuşlarımız için artık geceden hava limanı oteline gidip kalıyoruz ve trafiğe girmiyoruz. Zira aktarmalarla en az 20 saat süren bir Amerika uçuşu için 5 saat te trafikte kaybetmek zulmün en büyüğü oluyor.
  Bu arada şunu da belirteyim . RER ile hava alanına ulaşımda elinizdeki büyük bagajlarınız da sorun olmuyor. Zaten o hatta hep sizin gibi bagajlı yolcu olduğu için herkes birbirine karşı anlayışlı oluyor ve yol veriyor. Anlayacağınız aynı bizim ülkemizdeki gibi.
  O gün Montparnasse garından bindiğimiz Rambouıllet treni 35 dakikalık harika bir yolculuktan sonra bizi Rambouıllet garına getirdi. Yol çok güzeldi. Mart ayı sonu olmasına rağmen yemyeşil rüya gibi yerlerden geçmiştik. Garda inince bavullarımızla kalacağımız Mösyö Jerar'in hanına yürüdük. Zira Rambouıllet küçük bir Fransız kasabası ve gar ile han yakın. Han diyorum. hakikaten kalacağımız bina 1550 yılından kalma eski bir Fransız binası idi. Burada belirteyim. Fransa'da binaları eskidi diye yıkmak yerine onarıp, restore edip, günümüz teknik imkanları ile donatıp yaşanır hale getiriyorlar. Bu da şehri daha enteresan ve tarihi kılıyor.
  Mösyo Jerar'ın hanı 1550 yılından kalma idi ama içine girince hayran oldum. Her odası farklı bir çiçek ismi taşıyan ve ismini taşıdığı çiçeğin renkleri ile dekore edilen bu harika otel  insanı bir masal alemine taşıyordu. Aynı masal duygusunu Antalya Kale içi otellerinde ve Safranbolu'daki konaklarda yaşarken hissettim. Demek ki istenirse bizde de aynı şeyler yapılabiliyor.
  Handa bize ayrılan oda mor menekşe idi. Mor benim en sevdiğim ve gerek giyimde gerekse ev dekorasyonunda cesaretle kullandığım bir renk. Ben mor odayı görünce hayran oldum. Tahta panjurlu kocaman pencereleri , geniş yatakları ile saraylardaki odaları andıran odamıza yerleşince kütüphane odasındaki çay davetine gitmek üzere hazırlandık.Zira hana girince ilk tanıştığımız ve birden içimizin ısındığı Mösyö Jerar bizi kütüphanede çaya beklediğini söylemişti.
  Kütüphaneyi binada arayarak bulduk. Zira ortada çok fazla görevli gözükmüyordu. Kütüphaneye girince şaşırdım. Aynen eski filmlerde olduğu gibi. her duvarı tavanlara kadar kitaplarla dolu büyük bir salondu burası. Salonun tam ortasında devasa elips biçimi bir masa ve üzerinde çay , kahve servisi , envai çeşit kekler, çörekler vardı. Masanın etrafında değişik milletlerden 10 kadar kişi oturmuş ve çay içiyorlar, sohbet ediyorlardı.
  Biz salona girince herkes bizi selamladı ve elimizi sıkıp bonjour deyip kendini takdim etti. Biz de oturup çaylarımızı alıp sohbete başladık. Tabii sohbet eden Ebru idi.Zira ben Fransızca bilmiyordum. Sadece onları dinlemekle yetiniyordum.
  Ebru sohbeti sırasında arada dönüp bana açıklamalarda bulunuyor ve benim söylediklerimi de onlara tercüme diyordu. Anladığım kadarı ile bu kişiler bizim gibi handa kalan kişilerdi. Bir çift bisiklete binmek için tatil amaçlı gelmişlerdi. Fransa'da adet: Haftasonları aileler otomobillerinin üzerine bisikletlerini takıp banliyodeki ufak yerleşim yerlerine giderler ve hem bisiklete binip spor yaparlar, hem de tatil yapıp dinlenirler. Şehirin keşmekeşinden uzak geçirdikleri bir iki gün ,dönüşte onların motivasyonunu artırarak daha sağlıklı çalışmalarına sebep olur.
  Sohbet koyulaştıkça beraber bir kaç gün geçireceğimiz kişileri de tanımaya başladık. Onlar bizi çok merak etmişlerdi. Orijinimizi sordular. Yani hangi ülkeden geldiğimizi. Zira nereden geldiğimizi anlamamışlardı. Ebru aksansız harika Fransızca konuşuyordu ama yanındaki yaşlı hanım  yani ben Fransızca  konuşamıyordum. Ebru sohbet ettiği kişilere bir oyun oynamak istedi. 'Siz bilin bakalım biz neredeniz 'diye cevap verdi. Bu cevap üzerine herkes 'Aranızda konuşun, tahm,n edelim.'dediler. Biz Ebru ile Türkçe konuşmaya başladık. Dikkatle dinleyen masa başındakiler çeşitli tahminlerde bulunmaya başladılar. İspanyol, Catalan, Grek ,Bulgar, Macar .Kimsenin aklına Türk demek gelmiyordu.
  En sonunda Ebru bu oyunun fazla uzadığını düşünerek 'Türküz biz.' dedi. Masa başındaki herkes sanki sözleşmiş gibi hep bir ağızdan 'AA olamaz, szi Türk Olamazsınız. Siz Türkçe Konuşmuyorsunuz. Bizim  Türk tanıdıklarımız var.Sizin gibi konuşmuyorlar. Siz şarkı söyler gibi bir dil konuşuyorsunuz.'dediler.
  Masa başındakilere Türk olduğumuzu, İstanbuldan geldiğimizi, İstanbul Türkçesi konuştuğumuzu, Bütün dünya dillerinde olduğu gibi Türkçede de bölgelere göre lehçeler olduğunu. tanıdıkları kişilerin belki Türkiye'nin başka bölgelerinden geldikleri için bölgesel lehçelerinin bizden farklı olabileceğini, ama esas Türkçenin İstanbul Türkçesi olduğunu, Ebru çok blimsel ve güzel bir dille anlattı. Ne de olsa Ebru Türkiyede edebiyat  dersinde Karacaoğlanın şiirinde Türkçede esas lehçenin İstanbul lehçesi olduğunu daha lise yıllarında öğrenmişti.
  Rambouıllet'teki harika 5 günümüzü anlatmaya devam edeceğim.

17 Şubat 2013 Pazar

Burcu Göker Kabakulak Oldu.



 Burcu Göker 1995 yılı başında Lise 1.sınıfta okuyordu. Artık boyu biraz daha uzamış ve 3/4 lük kemanı ona küçük gelmeye başlamıştı.
 Yazılarımı baştan bu yana okuyanlar hatırlar.Burcu kemana ilk başladığında 1/4 kemanla başlamıştı. Bu ilk kemanı fabrikasyon bir kemandı. Zaten o ebatta el yapımı keman bulmak hele ülkemiz şartlarında imkansız gibi idi. Daha sonra biraz büyüyünce 1/2 kemana geçti. Bu kemanını gene konservaturda okuyan ve büyüdüğü için daha büyük kemana geçen bir öğrenciden satın almıştık.  Bundan sonra ki kemanı 3/4 kemandı. Kemanlar boyutlarına göre böyle isimlendiriliyorlar.Bu kemanını da okul deposunda bulduk. Onu buluş hikayemiz de çok enteresan. Burcu'ya 1/2 lik kemanı küçük gelince Konservatuardaki öğretmenlerimiz keman değiştirmemiz gerektiğini söylediler. Biz heman bir büyük boy ,yani 3/4 lük keman arayışına girdik. Biz bu arayışta iken bir gün okulumuzda görevli bir Rus Profesör depoda 3/4 lük keman olduğunu söyledi. Okulun esas öğretmenlerinin depodaki bu kemandan haberleri bile yoktu. Okula daha yeni gelmiş profesör merak etmiş ve depoda ne var ne yok diye bakmıştı. Esas öğretmenlerin depoya baktıklarını hiç sanmıyorum. Rus profesörün sözü üzerine depoya bakan okul yetkilileri hakikaten 3/4 lik kemanı depoda buldular. Bu enstrumanlar öğrencilere verilmek üzere depoda bulunuyordu ve demirbaştı. Hakikaten güzel bir düşünce. Zira sanat eğitimi oldukça pahalı bir eğitim. Gerçekten yetenekli olup da enstruman alacak maddi güce sahip olmayan öğrencilerin derdine çare olmak için yapılmış bir uygulama. Ama depoya bir kere bile bakmak zahmetine girmeyen öğretmenlerin olduğu okulda pek işlevi olmayan bir uygulama oluyor.
  Neyse Burcu'ya verilen 3/4 lik kemanı bir kendi imkanlarımızla tamir ettirdik. cilalattık, tellerini taktırdık ve çalınır duruma getirdik. Burcu daha büyüyüp tam keman çalana kadar bu kemanı çalacak, sonra tekrar okul deposuna iade edecekti.
  İşte 1995 yılı başında Burcu biraz daha büyümüş ve artık tam kemana ihtiyaç duyacak boya gelmişti. Artık Burcu'ya tam keman almamız lazımdı. Tam keman dediğiniz de öyle ucuz bir şey değil.
  Biz bu keman alma işini Fransa'da halletmek istedik.Çünkü orada hem daha fazla seçme şansımız vardı hem de Madam Gazeau Burcu için en uygun kemanı seçmekte bize yardımcı olurdu.
  Mart 1995 de Burcu gene Ramboullet Müzik Akademisindeki masterclassa davet edilmişti. Bir yıl önce de gittiği bu masterclassda çok başarılı olmuş ve eğitim yönünden çok faydasını görmüştü.
  Bu sefer ben de onlarla gidecektim.Kurs dönemi okul zamanına rastladığı için gene bir yıl önceki gibi rapor ayarlandı, Üçümüz için uçak biletleri alındı, ikamet için rezervasyonlarımız yapıldı. Burcu Akademinin yurdunda kalacak, biz ise Mösyö Jerar'ın hanında kalacaktık. Bir yıl önce Ebru orada kalmıştı.
  Bu arada sürekli telefonla konuştuğumuz Madam Gazeau'ya ,ihtiyacımız olan keman sorununu anlattığımızda bize keman işini de halledeceğini, aynı tarihlerde Burcu'nun da kemanını alabileceğimizi söyledi. Kısacası bir taşla iki kuş vuracaktık. Burcu hem yeni kemanını alacak, hem de Masterclass yapacaktı.
  Biz herşeyimizi hazırladık. bavullarımız hazır , iki gün sonra yola çıkacağız. O gece Burcu ateşlendi. Gripal bir olay geçirdiğini düşündük ve acil iyileşmesi için hemen ilaçlar verdik ve tedaviye başladık. Ertesi sabah Burcu bir uyandı. İki çenesinin altı da şişmiş ve yüzü tanınmaz bir durumda idi. Yutkunamıyor ve çok hasta gözüküyordu.
Hemen çağırdığımız doktor Burcu'nun kabakulak olduğunu , değil Fransa'ya masterclassa gitmek, yataktan bile çıkmasının  doğru olmadığını söyledi. Ebru ve ben şok olmuştuk. Herşey hazırdı ve iki gün sonra yola çıkmamız gerekiyordu. Ayrıca Burcu'nun yeni kemanı Ramboullet'te bizi bekliyordu.
  Önce hepimiz gitmemeye karar verdik. Sonra aile meclisi toplandık ve Ebru'nun da yüreklendirmesi ile bir plan yaptık. Burcu İstanbul'da kalacak,gündüz yardımcımız ona bakacak, gece babası bakımını üstlenecekti. Ebru ile ben biletlerimizi değiştirip 4 günlük bir seyahatle Ramboullet'te gidecek ve yeni kemanı alacak, ücretini ödeyecektik.Burcu bakıcı ile kalmayı kabul etti.Ne de olsa artık kocaman bir kız olmuştu. Ben Ebru ile gitmek zorunda idim, zira oldukça yüksek olan kemanın ücretini Ebru tek başına Fransa'ya götürmeye caseret edemiyordu. Kaldı ki kanunlar da bir kişinin yanında taşıyacağı dövizi sınırlamıştı. Dolayısı ile ikimizin gitmesi gerekiyordu kemanı almak için.
  İşte hayatımın en eğlenceli seyahatlerinden biri de böyle başlamış oldu.Evet Burcu'yu hasta bırakıyorduk ama biz yola çıkarken zaten ateşi düşmüştü ve sadece şiş kulakları kalmıştı. Ayrıca onu emin ellere bırakıyorduk. Bize ise artık önümüzdeki 4 günün keyfini çıkartmak ve Burcu Göker'in oldukça değerli yeni kemanını alıp getirmek kalmıştı.
  Yazımı bitirmeden yukardaki resimleri açıklamak istiyorum. Birinci resim Rambouıllet Şatosu. İkinci resim Ebru ve ben Paris'te Eyfel kulesinin önünde. Üçüncü resim ise Ebru Akademide Burcu'nun kemanını Madam Gazeau'dan teslim aldıktan sonra .

16 Şubat 2013 Cumartesi

Burcu Göker Fransızca öğrenmeye de başladı.

  Eylül 1994 de Burcu Göker İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Lise 1. sınıf öğrencisi olarak eğitimine başladığı zaman daha 12 yaşını yeni bitirmişti. Bu kadar küçük bir çocuğun lise derslerini anlaması ve okumasının zorluklarını tahmin edebiliyordum.Bir yandan da Burcu'nun bedeninin , tersine aşırı gelişmiş ve olgunlaşmış zeka ve anlayış kaabiliyeti ile yaşından büyük bu eğitimin altından kalkacağını tahmin ediyordum. Evet Burcu bedenen yaşından daha küçük ve zayıftı ama kafası hakikaten çok gelişmişti.
  Sanırım bu olay Burcu'nun doğuştan gelen bazı zeka özelliklerinin yanısıra bizim eğitim sistemimizden de kaynaklanıyordu. Burcu çok geç konuştu. Hatta o kadar geç konuştu ki rahmetli büyük babası bir gün torunun konuşmamasından şüphelenip onu denemek istemiş. Bahçeye çıkardığı küçük çocuğa kulak ve işitme kontrolu yapan kayınpederim. çocuğun kulağında bir sorun olmadığını sadece konuşmadığını anlayınca bu olayı büyük bir mutlulukla bizimle paylaşmıştı.
  Burcu geç konuşmasına rağmen , doğduğu günden itibaren ben onunla sürekli konuştum. Bu arada dikkat ettiğim bütün kelimeleri bizim konuştuğumuz şekli ile yanı küçük bebeklerle konuşulduğu gibi agu mugu şeklinde değil, konuştum. Anlamayabilir diye düşünmedim, dilimize yerleşmiş olan arapça, farsça kökenli bütün kelimeleri kullanarak konuştum. Belki de biraz geç konuşmasında bu olayın etkisi olmuş olabilir.
  Burcu biraz daha büyüdüğünde ben , ablası ve babası ona herşeyi açık açık anlattık. Bütün sorduklarını sebep sonuç ilişkisi ile açıkladık. Hiçbir zaman sorularına cevap vermemezlik yapmadık veya kısa cevaplar vermedik.Ayrıca ona sürekli sualler sorarak muhakeme yeteneğini geliştirdik. Mantık, felsefe, sosyoloji, tarih ve psikoloji gibi konuları onun anlayabileceği şekilde anlattık ve anladı.
  Burcu bir kere çocuk temsiline gitti ve çok sıkıldı. Temsilin yarısında yerinde arkaya dönüp diğer çocukları incelemeye başladı ve çıkarken bir daha beni bu kadar saçma bir oyuna getirmeyin dedi. Daha sonraki tiyatro tecrübesi Anton Cehov'un Vişne Bahçesi adlı oyunu idi. Büyük bir ciddiyetle oyunu seyreden Burcu çıkışta oyun hakkında kritiklerde bulunuyordu. Hatta oyunu o kadar ciddi seyretti ki bir ara baktim çocuk kıpkırmızı olmuş. Kendini sıkıyor. Arada ne oldu Burcu dedim.Temsilin   sessizliğini bozmamak için öksürüğünü tutuyormuş. Düşünün 5 yaşında çocuk ve hassasiyeti. Olay konser salonlarında sürekli öksüren, devamlı yerlerinde kıpırdayan büyüklere saygı ile duyurulur.
  O ilk tiyato deneyiminden sonra Burcu'nun en büyük zevki tiyatroya gitmek oldu. Özellikle şehir tiyatrosu ve devlet Tiyatrosu gibi yerlere gitmeyi çok seviyordu. Nedenini sonra anladım. Devlet destekli tiyatrolarda dekorlar çok güzel ve teferruatlı oluytordu ve Burcu'nun tiyatroda en büyük zevki dekor seyretmekti. Barbı evinin büyüğü gibi düşündüğü dekorları seyrederken kendinden geçiyordu.Özel tiyatroların imkanları böyle dekorlar hazırlamaya elvermediği için onları daha fazla tercih etmiyordu.Bu kadar küçük çocuğu tiyatrolar nasıl alıyor diyeceksiniz. Kapıda girerken bilet kesen adama yaşı büyük ama boyu küçük diyorduk. Böylece içeri giriyorduk. İnanın ben, kapıda çocuğumu böyle cüce imaji ile içeri sokmaktan utanç duyuyordum ama ne yazık kı tiyatrolarda bilet kesen görevliler 5 yaşında fakat 10 yaşında kafasına sahip bir çocuğu anlayamaz ve değerlendiremezdi.
 İşte bu kadar kafası olgunlaşan 12 yaşında bir çocuğun Lise 1.sınıf edebiyat ve diğer dersleri sağlıklı öğrenebileceğini düşünüyordum. Ama gene de ben ona yardımcı olacaktım.
   1995 yılı girdiğinde Burcu lise derslerinde ve kemanında çok başarılı eğitimine devam ediyordu. Bu arada İngilizce derslerimiz, solfej derslerimiz de hafta sonları aynen devam ediyordu. Bütün bunlara ilaveten Beyoğlu'ndaki Fransız Kültür Merkezinde Fransızca derslerine başlamış olan Burcu haftada iki gece okuldan sonra Fransızca kurslarına katılıyordu. Artık amacımız belli olmaya başlamıştı. En fazla iki yıl sonra Fransa'da Paris'te Madam Gazeau ile eğitime başlaması düşünülüyordu. Bu durumda acilen Fransızca öğrenmesi gerekiyordu.
  1995 yılı hepimiz için çok yoğun bir yıl olacaktı.

15 Şubat 2013 Cuma

Burcu Göker artık Lise 1. sınıf Öğrencisi


  Öncelikle yukardaki resimleri açıklayayım. Birinci resim 'Les Arcs'a verdığımız gün Madam Purhaska ile bizleri gösteriyor. İkinci resimde ise Burcu Göker, lisans üstü eğitim yaptığı Kanada 'Calgary Üniveritesi'inde bir konseri sonunda  kendisini tebrik edenleri ile gözüküyor.
  Les Arcs'daki masterclass günlerimize devam ediyorum.27 temmuz gecesi Burcu Göker ve Florence Delestre'nin konserinin büyük beğeni aldığını bir önceki yazımda yazmıştım. Artık kursun sonuna yaklaşmıştık. Önümüzde bir kaç günümüz daha vardı.
  30 Temmuz günü kursun en son günü ve diplomaların verileceği gündü. Biz de 31 Temmuz sabahı Les Arcs'dan ayrılacak ve ülkemize doğru yola çıkacaktık.
  31 Temmuz günü bizi zorlu bir yolculuk bekliyordu. Daha önce biz Lyon hava alanından Mösyö Pruhaska tarafından karşılanmış.bir gece onların evinde kalmış ve ertesi günü onların arabası ile buraya gelmiştik. Dönüşte böyle bir şansımız yoktu.Kendi imkanlarımızla dönecektik. Önce Les Arcs 2000 metreden Bourg St. Maurice şehrine inecek, oradan İtalya'dan gelip Lyon 'a giden trene binecek ve Lyon'da da hava alanına ulaşıp uçağımıza yetişecektik. Bu zor yolculuğun tasası beni bir kaç gün öncesinden sarmaya başlamış ve Ebru'nun kafasının etini yemeye başlamıştım.En sonunda Les Arcs'dan taksi ile Bourg St Mourice garına gitmeye, oradan gelen trene binmeye karar vermiştik. Tabii ben, her Türk vatandaşının endişeli hali ile 5 gün öncesinden sabah 9 da bizi almaya gelecek taksinin rezervasyonunu yaptırmıştım. Amacım gidiş gününe kadar taksi şirketini bir kaç kere arayıp hatırlatmaktı. Ne de olsa ülkemizde böyle yapılıyordu.
  Konserden sonra 30 Temmuza kadar Madam Gazeau ile keman ve diğer hocalarımızla oda müziği derslerimiz devam etti. Madam Burcu'ya önümüzdeki günlerde çalışacağı parçaları ve bu parçalar için gerekli olan el alıştırmalarını verdi. Boş durmak yoktu.
  30 Temmuz günü güzel bir diploma merasimi oldu. Kursa katılan bütün öğrenciler ve ailelerinin , öğretmenlerin katıldığı büyük bir törende katılımcılara diplomaları verildi. Bu Burcu'nun aldığı ilk masterclass  diploması idi. Ama bundan sonra daha çok diploma alacaktı.
 Diploma merasiminden sonra tanıdığımız velilerle ve hocalarımızla kahve içtik ve sohbet ettik. Bir anlamda vedalaştık. Bir daha ki sefere kadar. Madam Gazeau o gün dönüyordu. Ne de olsa onun yolu yakındı. Biz o gece güzel bir yemeğin ardından erkenden yattık. Yatmadan bavullarımızı toparlamış ve dairemizin kapısına hazırlamıştık. Bir gün önceden de tesislerle hesap kesimini yapmıştık. Artık herşey gitmek üzere hazırdı. Ben son gün Ebru'ya durmadan söylendim. 5 gün öncesinden taksi ayarlamıştık ve sabah 9 da gelip bizi alacaktı ama sonra hatırlatmamıştık. Ben ne zaman telefon edelim hatırlatalım desem Ebru yan çiziyordu. O gece en son Ebru'ya bak hatırlatmadık bu araba yarın gelmezse biz Türkiye'ye gidecek uçağı kaçırırız dedim.Birden Ebru bana bir bağırdı. 'Burası Fransa anne, burada insanlara bir şey bir kere söylenir. Sen burayı Türkiye mi zannettin.'diye çıkışan Ebru'ya bir şey söyleyemedim.
  Bir yandan da yarın sabah araba vaktinde gelir ve uçağı kaçırmayız diye dua ediyordum. İnanın o gece endişeden doğru dürüst uyumadım. Ertesi sabah bavullarımızı alıp evimizin arkasındaki otoparka indiğimizde saat 8. 30 du. Araba gelmezse tekrar telefon eder çağırırız diye yarım saat erken indirmiştim çocukları. Otoparka inince gözlerime inanamadım. Otoparkta sabahın o saatinde güzel bir jeep duruyordu. Taksi şirketi tarafından bize verilen plaka numarasını gördüm. O sırada jeepten çok genç ve güzel bir hanım şÖför iNdi ve bizi karşıladı. Şirket 5 gün önce verdiği sözü tutmuş ve bir saat öncesinden arabayı göndermişti. Biz de bir kez daha hatırlatmamıştık.
  O zaman anladım ki iş mesuliyeti budur. Sonra Fransa'da yaşadığımız zaman farkettim.Orada yaşayan kişilerde benim ülkemdeki insanların  yaşadığı şüphe, endişe, ne olacak kaygısı pek yok. Sanırım oralarda yaşayanların daha uzun yaşaması bu sebepten.
  O gün Bourg St.Mourice tren  garına vaktinden önce geldik. İtalya'dan gelen ve Lyon'a giden tren vaktinde geldi ve biz çok rahat bindik. 3 saatlik tren yolculuğunu neşe içinde şarkılarla , gülerek yaptık.Zira İtalya'dan dönen bir öğrenci kafilesi vardı vagonumuzda. Onlar eğlenirken bir süre sonra önce Ebru, sonra Burcu en son  da ben katıldık onların eğlencelerine. Lyon garına geldiğimizde hava alanına gitmek hiç zor değildi.Zira tren garları ile havaalanları arasında direkt tren seferleri var ve hiç zorlanmadan hava alanına ulaşıyorsunuz.
  Benim endişelerimin hiçbiri gerçekleşmemişti. Uçağımıza erken bile  gelmiştik.
  Ve nihayyet Türkiye'deyiz. Artık biraz tatil zamanı idi. Çünkü Burcu'yu  eylülde başlayacak okul döneminde lise 1.sınıf öğrencisi olarak zor günler bekliyordu.Keza Ebru da  Hukuk Fakültesinde 3.sınıf öğrencisi olarak eğitim yapacaktı.
Biraz dinlenmemiz, enerji toplamamız ve tekrar savaşa dönmemiz gerekiyordu.

14 Şubat 2013 Perşembe

Mont Blanc Dağına karşı yenilen Beyaz Magnumların tadı.



  Son iki gündür bizi fazlası ile etkileyen  Burcu Göker'in Florida'daki doktora savunmasının heyecanını atlattıktan sonra tekrar Les Arcs'daki günlerimize kaldığımız yerden devam edebilirim.
  Yazıma başlamadan önce gene her zamanki gibi yukardaki resimleri açıklamak istiyorum. Birinci resim Burcu Göker ile Prof Sylvie Gazeau'yu bir çalışma sırasında gösteriyor. İkinci resimde Burcu ve Ebru Bourg St.Maurıce Belediye binasının önünde, üçüncü resimde ise gene iki kardeş Les Arcs'da teleferiğe binerken gözüküyorlar.
  Les Arc'daki günlerimiz çalışma, gezme şeklinde son derece zevkli geçiyordu.Burcu ülkesinde pek rastlayamadığı ve hasret kaldığı ciddi keman eğitiminden çok memnun, biz ise ablası ile dağın harika atmosferinde güzel bir tatil geçirdiğimiz için keyifli idik.
  Bu arada günün en keyifli saatleri öğleden sonraları yaptığımız doğa gezileri idi. Bu geziler sırasında ağaçlar altında harika banklar keşfetmiştik. Karşıda Avrupa'nın en yüksek dağının harika bir görüntü ile yer aldığı nefis bir yerdi burası. Alp Dağ silsilesinden 4800 metre yükseklikteki Mont Blanc dağı Fransa, İtalya sınırında yer alan ve Avrupa'nın en yüksek dağı. Biz oradayken bütün tepesi karlarla kaplı olan bu dağı seyretmek için fırsat buldukça gidip ağaçlar altındaki banka oturuyor ve uzun bir süre bu güzelliği seyrediyorduk. Bu arada Les Arcs'da bir şey keşfetmiştik. Ülkemizde Magnum denen dondurma biliniyordu ama ben beyaz Magnumla ilk defa Les Arcs'da tanıştım. İşte biz, Ebru ile ben,  Burcu dairemizde keman çalışırken birer beyaz magnum alıp Mont Blanc dağını seyretmeye gidiyorduk. İnanın çok zevkli bir olay. Karşıda karlı dağlar ve elinizde beyaz magnum.
  Günlerimiz böyle keyifli geçerken her gece de konser çadırındaki konserlere katılıyor ve klasik müziğin çok nadide eserlerini Fransa'nın tanınmış yorumcularından dinleyerek ruhumuzu da dinlendiriyorduk.
  Bu arada Burcu'nun da konser günü yaklaşıyordu. Burcu ,Florence Delestre isimli arkadaşı ile konser çıkacak ve Bela Bartok düetler çalacaktı. Daha Masterclass başında tesbit edilen bu konser projesi için günün belirli saatleri Florence ve Burcu bir araya geliyor ve çalışıyorlardı. Arada Oda müziği hocaları Alexis Galperine'nin de dinlediği ikili artık iyice eserleri ezberlemiş ve yorumlamaya hazırdı.
  Nihayyet konser günü geldi, çattı.27 Temmuz sabahı büyük bir heyecanla uyandık. Bu akşam Burcu ve Florence Büyük konser çadırındaki konsere çıkacaklardı. Konserde sadece ikisi olmayacaktı tabi ki. Bu bir oda müziği konseri olacağı için ikili, üçlü bir çok grup vardı, herkes sırası ile çıkıp eserlerini yorumlayacaktı. Burcu o gün hocasına gece çalacağı eserleri en son olarak bir kere daha yorumladı. Herşey yolunda idi ve gece çok başarılı olacaklarına Bela Bartok'u çok güzel yorumlayacaklarına Madam Gazeau çok emindi.
  Akşam konserden önce Burcu yemek yemek istemedi. Zaten hep konserlerinde aç çıkıyor ve ancak konserden sonra yemek yiyor. Bu onun yıllardır  sürdürdüğü bir alışkanlık. Belki de haklı. Zira tok  karnına sahnede çıkıp çalmak pek uygun olmasa gerek. Ben de daima bir anne olarak konser öncesi onun ağzına kan şekerinin düşmesini engelleyecek bir meyve, çikolata sokuşturmaya gayret ediyorum. Ne de olsa annelik.
  O gece konserde Burcu ve Florence 4.sırada sahneye çıkacaklardı. Akşam Konser çadırına gittiğimizde ilk işim  konser programını alıp bakmak oldu. Bir çok kişi vardı sırası ile çıkacak. Schuman, Beethoven, Brahms, Bartok, Sarasate, Prokofiev, Schonberg eserleri çalınacak bestecilerdi. Şimdi albümdeki konser programına bakıyorum da. Şu anda adı duyulan , ülkemizde bile bilinen bazı yorumcular o zaman bu masterclassta öğrenci imiş ve Burcu ile konsere çıkanlar arasında imiş. Örneğin Gautier Capucon, Mashujo Osuki ,Francois Girard gibi.
  Konserde sadece keman değil oda müziği toplulukları olduğu için viyolensel, piyano, flüte, clarinette ve diğer enstrumanlarda vardı.
  Konser çadırına geldiğimizde çadırın çok dolu olduğunu gördük. Yüzlerce  insan çadırı doldurmuştu. Konser başladığında salonda herkesin büyük bir zevkle konseri izldiğini farkettim. Diğer geceler gibi bu gece konserin sanatçıları profesyonel hocalar değil, öğrencilerdi. Ama hepsi birer profesyonel sanatçı gibi ciddi ve güzel çalıyorlardı.
  Burcu ve Florence sahneye çıkınca çadırda bir hareketlenme oldu. Zira Burcu daha önce sahneye çıkan öğrencilerden çok daha küçüktü. Florence 15 yaşında idi ve daha önce çıkanlar da 16-18 yaşları arasındaydı. Sanırım ilk defa bu kadar küçük bir sanatçı sahneye çıkıyordu festivalde. Burcu da daha önce Türkiye'de konserlere çıkmıştı ama ilk defa bu kadar kalabalık bir dinleyici önüne çıkıyordu.
  Bela Bartok'un ikili keman için bestelediği ve Türk ezgileri taşıyan bestelerini harika bir yorumla çalan ikili büyük beğeni almıştı. Biliyorsunuz Bela Bartok bir Macar besteci ve yaşamının büyük bir süresinde Türkiye'ye gelmiş. bizim büyük bestecimiz Ahmet Adnan saygunla beraber çalışmalar yapmış. Karadeniz bölgesini de karış karış gezen Bela Bartok eserlerinde Türk ezgilerine çok yer vermiş. Bela Bartok'un eserlerini dinlerken adeta bir Türk bestecinin eserlerini dinliyormuş gibi oluyorsunuz.
  Bela Bartok'u çok iyi yorumlayan ikili eserlerin bitiminde selam verip içeri girdiler. Salon alkıştan, bravo seslerinden yıkılıyordu. Bu kadar küçük bir kemancının Bartok'u bu kadar güzel yorumlaması büyük beğeni almıştı. Halk çoşkusunu göstermek ve sanatçıları tekrar sahneye çağırmak için çadır içindeki tahta oturma yerlerine vurarak tempo tutuyor ve bir yandan da bravo diye bağırıyordu. Bizim küçük sanatçıların çıkıp tekrar selam vermeleri ve belki de bis yapmaları gerekiyordu. Burcu böyle bir şeyle daha önce karşılaşmadığı için ne yapacağını bilmiyordu sanırım.
  Dinleyici küçük kemancıları tekrar görmek için sabırsızlanıyor ve bizimkiler sahneye çıkmıyordu. İşte o an sahnenin perdesi aralandı ve bizim küçük kemancılar sahneye itildi. Bizim şaşkın küçük kemancılar resmen sahneye atılmıştı. Sahnede şaşkın şaşkın bakan, ne olduklarını anlamayan ikili verdikleri acemi selamla o kadar büyük bir sempati topladı ki dinleyicinin alkışları ve coşkusu uzun süre devam etti.
  O gecenin şirin ikilisi daha sonra kurs bitimine kadar kayak merkezinde herkes tarafından büyük sevgi ile karşılandı.
  Evet Burcu Göker daha sonra kendisinin de ifade ettiği gibi kemanını çalarken büyük fedakarlıklar yaptı ama gene kendisinin de söylediği gibi o kadar çok sevgi ile sarılıp sarmalandı ve onore edildi ki yaptığı fedakarlıkları, çektiği azapları hatırlamıyor bile sanırım.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Tebrikler Dr. Burcu Göker


  Dün blogumda paylaştığım yazımda 12 şubat tarihinin benim ve ailem için çok önemli olduğunu ve bu tarihte küçük kızım Burcu Göker'in Florida State Üniversitesinde doktora savunmasına gireceğini ve bu olayın onun 23 yıl önce başlayan Müzik eğitiminin son aşaması olduğunu, artık yolun sonuna geldiğini yazmıştım.
  Bugün sizlerle dün yaşadıklarımı ve olayın sonucunu paylaşmak istiyorum.Burcu Göker'in zorlu mücadelesini  satır satır benimle takip eden siz sevgili okurlarımla bu sonucu paylaşmak benim görevim diye düşünüyorum.
  Anlatacaklarıma başlamadan önce yukardaki resimleri açıklayayım. Birinci resimde Burcu Göker savunma sonrası jüri heyeti ile toplu gözüküyor. İkinci resimde ise Jüri karar için ara verdiğinde salon kapısında Burcu gözüküyor. Sakin ve boynunu bükmüş gözüküyor ama o anda içinde ne fırtınalar kopuyor kimbilir.
  Dün Florida State Üniversitesinde savunma saat 10.00 idi. Bu bizim ülke saatimizle 17.00 ye denk düşüyor. Gün o saate kadar sakin geçti. Ben bir gün önceden Burcu'nun aynı Üniversite'de başka bölümde doktora yapan arkadaşı Gözde Hanıma mesaj yazarak , eğer yapabilirse olayı resimlemesini rica etmiştim. Zira Burcu'nun o heyecan içinde bunu düşünemeyeceğini umuyordum.
  Saat 17.00 ye yaklaşırken bende de heyecan gelişmeye başladı. Burcu 23 yıllık meslek eğitim yaşamı boyunca bir çok sınava girdi, belki 100 den fazla konsere çıktı , ama ben her zaman sakindım.Çünkü Burcu'ya güveniyordum. Ama ya yolun sonuna geldiğimizden veya ben artık yaşlandığımdan dün epey gerildim.
  Saat 17.12 de sosyal paylaşım sitesinden bir resim geldi. Burcu savunmaya başladı diye. Gözde Hanım savunma salonundan çekip göndermişti. Burcu bir masanın başında oturuyor ve konuşuyor, masanın etrafında ise dört jüri üyesi son derece ciddi onu dinliyordu. Ben olayı böyle hayal etmemiştim. Burcu ayakta kürsü de savunacak , diğerleri oturdukları yerde onu dinleyecekler diye düşünmüştüm. Sonra bu şeklin daha adil ve sağlıklı olduğunu, hiç değilse Burcu'nun savunma sırasında ayakta yorulmayacağını,heyecandan dizlerinin titremeyeceğini düşünerek mutlu oldum.
  Bu resimden sonraki bir saatten fazla süreyi nasıl geçirdim ben bilmiyorum. Anne olanlar beni çok iyi anlayacaklardır.Çocuğunuzun sağlığı en önemli konu ama inanın başarısı da çok önemli. Zira yıllardır büyük emek verdiği bir olayın neticesini almasındaki yürek çarpıntısını onunla yaşıyorsunuz.Benim için  kızımın doktor ünvanına sahip olup olmaması hiç önem taşımıyor. O doktor olsa da olmasa da benim sevgim de bir eksilme veya artma olmayacak. Ama eğer o bunu başaramasaydı çok üzülecekti ve ben de o üzüldüğü için mahfolacaktım.
  Bana asır gibi gelen bir süre sonra bir resim daha geldi. Burcu kapıda bekliyordu. Resmin üstünde Gözde Hanım 'Dr ünvanını almaya az kaldı. Karar bekliyoruz.'diye yazmıştı. İşte o karar anı geçmek bilmedi. Nihayyet Gözde'den beklenen mesaj geldi. 'Tebrikler,bitti bu iş.'
   Bu mesajla birlikte bir de video geldi. Videoda Burcu salona giriyor ve jüri üyeleri tarafından teker teker tebrik edilip kutlanıyordu. Bu kutlamayı gözyaşları arasında seyrettim diyemeyeceğim. Zira seyredemedim. Ağlarken bir yandan da 'Bu olay, Burcu'nun 23 senelik savaşının bir galibiyeti.Azmin,sabrın, mücadelenin ve vazgeçmemenin bir zaferi.'diye söyleniyordum kendi kendime.
  Evet bu olay çok uzun ve zorlu bir savaşın sonucu idi. Küçücük bir bedenin ve kocaman bir yüreğin yarattığı büyük zafer.Ben yapamazdım onun yaptıklarını. Biliyorum ki bir çok kişide yapamazdı.
  Ama arada Burcu gibi yılmayıp , sonuna kadar savaşıp başaran kişiler de çıkıyordu. Bu kazananlar kah Burcu gibi eğitim, kah başka konularda sonunda toplumda bir çok şeyi değiştiren kişiler oluyordu.
  Bu başarısı sonucunda yapabildiğim tek şey ona kocaman bir çiçek buketi resmi göndermek oldu. O kadar  uzaktık ki gerçek çiçek bile gönderemiyordum.
  Ama ben gönderdiğim çiçek resminde gönlümdeki bütün çiçekleri derlemiş ve toplamıştım.
  Tebrikler Dr. Burcu Göker .Biliyorum ki sen çok daha büyük başarılara imza atacaksın. Belki ben göreceğim , belki de göremeyeceğim. Ama bil ki nerede olursam olayım hep yanındayım.
  Çünkü ben Anneyim.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Tünelin Sonunda Işık Göründü.

  Bugün 12 Şubat.2013. Bugün daha önce anlatmaya başladığım zorlu keman yolculuğumuza biraz ara verip günümüzden anlatmak istiyorum.
  Bugün Burcu Göker için de benim için de önemli bir gün ve ben bunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
  Eylül 1990 da başlayan ve günümüze dek süren zorlu bir yolculuğun sonuna yaklaştık. Bu yolculuk sırasında çoğu kere insanların kaprislerinden, arka oymalarından, ayak kaydırmalarından kaynaklanan zorluklarla karşılaştık. Çoğu kere de teknik zorluklar yolumuzu engellemeye çalıştı. Ama Burcu ve ben hep bir tünel kazdığımızı ve tünelin sonunda bir gün ışığı göreceğimizi umduk. Zaten bir süre sonra bu bizim sloganımız haline geldi. Ne zaman bir zorlukla karşılaşsak 'Tünelin sonunda ışık gözükecek' diyorduk.
  1990 yılında İstanbul'da bir Konservatuarda başlayan, daha sonra Paris'te devam eden, hızını alamayıp Okyanuslar aşarak Amerika'da bir Üniversitede süren bu mücadele sırası ile Kanada ve tekrar Amerika ile sürdü gitti.
  Ülkeler değişti, kişiler değişti, zamanlar değişti ama olaylar oyunlar pek değişmedi. Karşılaştığımız bütün zorluklarda hep tünelin sonundaki ışığı bekledik ve kazmaya devam ettik.
  Burcu eğitim yaşamının ilk döneminde insan kaprisi sebebiyle hocasız kaldı ama yılmadı ve İstanbul'da okulunu hocasız bitirdi. Bu ders ve eğitim görmedi anlamına gelmesin. İsim olarak hocası yoktu ama ona ders veren ,eğiten kişi çoktu. Ne garip bir tecellidir ki Eğitim yaşamının son döneminde gene hocasız kaldı. Bu seferki insan kaprisi falan değil doğrudan hayatın kaprisi idi. Doktora hocası vefat eden Burcu gene hocasız kalmıştı. Bir başka kişinin karşılaştığında paniğe kapılıp yarı yolda kaçacağı bu savaşta Burcu gene yılmadı ve daha da mücadele etti.
  Bugün 12 Şubat. Burcu Göker bugün Florida State Üniversitesinde doktora savunmasını yapıyor. Ülkesinin bile yerini bilmeyen kişilere kendi müziğini ve bestecilerini anlatacak. O ülkesini o kadar çok seviyor ki yıllardır bıkmadı usanmadı ülkesini anlatmaktan.
  Ben çok istediğim halde bugün onun yanında değilim. Dün akşam Üniversiteden bir arkadaşına mesaj yazdım ve rica ettim. Resim ve video çek diye. Gidemiyorum bari resimlerini göreyim. Daha önce Carnegie Hall konserinde yanında olamadığım gibi bugünde yanında değilim. Belki cübbe giyip katılacağı diploma merasiminde de 4 mayıs günü yanında olamayacağım. Artık yaşım ve sağlık durumun uzun yolculuklara imkan tanımıyor.
  Ama ben onun hep yanındayım. Kimbilir bugün onun  doktora savunması yaptığı salonun kapı aralığından veya penceresinden onu gözlüyor olabilirim.
  Sevgili Burcu Göker. Biz ailen annen, baban ve ablan seninle gurur duyuyoruz. Kim ne derse desin, sen bizim yüz akımızsın. Seni çok seviyoruz.
  Ve hep senin yanındayız.

Teleferikle kasabaya ineceğiz.



  Öncelikle yukardaki resimleri açıklamakla başlamak istiyorum.Birinci resim üçümüz teleferikle 2000 metreden aşağı yerleşim kasabasına inerken teleferiğe binmeden önce çekildi. İkinci resim 2000 metrede Ebru ve Burcu karlar üzerinde. ne garip aşağıda deniz seviyesinde hava sıcaklığı 35 derece iken, yukarda kar olması çok ilginç.Üçüncü resim Les Arcs'da Burcu ve ben kafede. Arkada Mont Blanc dağını görüyorsunuz.
  Bir önceki yazımda ders çıkışı föndü yediğimiz söylemiştim. Yaşamımda ilk defa yediğim föndü çok hoşuma gitmişti. Hele yanında içtiğimiz kırmızı şarap soğuk dağ havasını birden ılıtmıştı. Bu ılıklık festival çadırının önünde beklerken de devam etti ki bu kadar soğukta 1.5 saat kadar gık demeden bekledik konser çadırına girmek için. Diğer dinleyiciler de uzun bir kuyruk şeklinde bekliyordu kapıda.
  Bu arada bir şey söylemek istiyorum. Dağda bulunduğumuz daha sonraki günlerde St Bernard köpeklerine rastladım. Zaten bölgenin karekteristik hediyeleri arasında bu köpeklerin bibloları, resimleri de bulunuyor. Alplerda avcıların, dağcıların can yoldaşı olan bu köpeklerin hepsinin boynunda bir matara vardı.Ben bu mataraların niçin konduğunu ve içinde ne olduğunu çok merak ettim. Sordum. Öğrendiklerim beni hem şaşırttı hem de duygulandırdı. Köpeklerin boynundaki mataralarda konyak falan gibi güçlü bir içki bulunurmuş. Karda kalanları arama kurtarma çalışmalarında da çok kullanılan bu köpeklerin bulduğu  donmak üzere olan  kişiler onların boynundaki mataradaki içkiyi içerek  biraz ısınır ve yardım gelene kadar dayanırmış. Gene avcı veya dağcının yanındaki köpek de sahibinin donmaması için matarasındaki içkiyi içmesini sağlar, sonra gidip kurtarma ekiplerine donmak üzere olan sahibinin yerini gösterirmiş. Bunları dinledikten sonra föndünün yanında içtiğimiz şarabın bizi nasıl ısıttığını daha iyi anlamış oldum.
  O gece Festivalin ilk konser gecesi idi ve Konser çadırı tıklım tıklım dolu idi. Biz de kendimize bir yer bulup oturduk. Dişardaki soğuğa rağmen çadırın içi sıcaktı. Bu gece Masterclassta görevli ve her biri Fransa Ulusal Konservatuarı hocasi olan , Fransa Opera Orkestrasında görev yapan ismi çok duyulmuş öğretmenlerin konseri vardı. Bundan sonra 15 gün süre ile bu konserler devam edecek ve Burcu da bir gece bu konserlerde yer alacaktı. Bu olayı düşünmek bile onur veriyordu bize.
  O gece ilk olarak Madam Gazeau, Guy Comantale keman,Xavier Gagnepain viyolensel ve Raymont Glatard viyola dörtlüsünün çaldığı bir eserle başladı. Daha sonra diğer enstrumanlardan oluşan trio ve dörtlülerin çaldığı eserlerle devam etti konser.
  Bu harika müzik şöleninden çıktığımızda vakit epey geç olmuştu. Ruhumuz dinlenmiş , adeta billur sularla yıkanmış gibiydi. Şimdi harika bir uyku vakti idi.
  Ertesi gün ilk dersimiz keman, sonraki oda müziği idi. Keman dersimiz harika geçti. Burcu Göker çok çabuk öğreniyordu. Adeta deşifre ettiği eserleri daha önce çalmış gibi idi. Hatta ben ona bazen takılıyordum. Doğum günü Paganini'nin ölüm günü ile aynı idi. Ben Burcu'ya senin ruhuna Paganini'nin ruhu girmiş diye takılıyordum.
  O gün ikinci dersimiz Alexis Galperine isimli bir hocanın çalıştırdığı oda müziği dersi idi. Oda müziği tek olarak çalışılmadığı için Burcu , daha önce de gördüğümüz Philippe isimli bir oğlan çocuğu ve bir başka Japon kızla beraber çalışıyordu. Alexis Galperine'yi görünce şaşırdım. o kadar çirkin bir adamdı ki. Adeta bir iskelet gibi ,suratı maymuna benzeyen bir adamdı. Ama çok iyi pedagoji bildiği daha dersin ilk dakikalarında belli olmaya başlamıştı. Burcu'nun ailesi olarak ben, ablası tercüman, Philippe'nin ise annesi dersi dinlemek üzere salondaydık. Diyeceksiniz ki adamın çirkinliğini niye anlatıyorsun. Sebebebini birazdan öğreneceksiniz. Bu çirkin adamın bu gece konseri olduğunu biliyorduk. İnanın bana o gece konsere gidip Alexis Galperine'yi sahnede dinleyince ben adama aşık oldum. Bir insan sahnede bu kadar mı devleşirdi. O çirkin adam kemanı eline alıp çalmaya başlayınca adeta ilahlaşmıştı. İşte star ateşi denen şey buydu. Normalde çok sıradan bir insan sahnede inanılmaz olabiliyordu. Kimse alınmasın , bana kızmasın ben ülkemde klasik müzik icracıları arasında sahnede bu kadar devleşen bir sanatçı görmedim.Sahnede çalan sanatçının karşısında dinleyicinin ıstırap çekmemesi, bu konser bitsin artık diye düşünmemesi lazım. O sanatçı sizi beyaz atına atıp hayaller dünyasına götürüyorsa tabii erkekse, kadın ise farklı, işte ben ona gerçek sanatçı derim.
 Oda müziği dersinden sonra Philippe'in annesi öğleden sonra teleferikle  aşağı inip gezeceklerini ve biz de gelirsek çok sevineceklerini söyledi. Paris'te doktor olan bu hanım Philippe'nin kursu için gene doktor olan eşi ile küçük bebeklerini de alıp Les Arcs'a gelmişler ve hem tatil hem eğitim yapıyorlardı.
 Teklif bize cazip geldi.Zira biz Les Arcs'a direct Mösyo Purhaskaların otomobili ile gelmiş ve aşağıdaki kasabayı Bourg St Maurice'yi görmemiştik. Burcu'nun da iyi anlaştığı Philippe ile teleferiğe binmek, aşağıda gezmek fikri çok hoşuna gitmişti.
 Bir kaç saat sonra teleferiğin gişesi önünde buluşmak üzere sözleştik. Eve gidip kemanımızı bırakmak ve üstümüze bir şeyler almak zorunda idik. Ama bu aldıklarımızın çok gereksiz olduğunu aşağı inince anladık. Zira yukarda 2000 metrede epey serin olan hava şehir merkezinde çok sıcak ve nemli idi.
  Teleferik çocukların çok hoşuna gitti. Ben de bir zamanlar Uludağda bindiğim teleferiği anımsadım. Şehir merkezi çok güzeldi. Güzel şık mağazalar, caddeler, kafeler, restorantlar. adeta bir tatil yöresi gibi idi. Sanırım o zamanlar Savaoi bölgesi, Bourg St Maurice , Les Arcs ülkemizde fazla bilinmiyordu veya ancak çok zenginler biliyordu. Şimdi iletişim ve turizmdeki gelişmeler bu bölgeleri halkımızın orta tabakasının bile rahatlıkla gidebileceği ve kayak yapabileceği yerler arasına koydu. Ben Burcu'nun masterclassı sayesinde oraları gördüm. Gerçi Burcu sayesinde o kadar çok yer gördüm ki.
  O gün son teleferiğe kadar epey gezdik.Yukarı çıkan son telekeferik saat 6.30 da idi. Ona yetişmek ve akşam konsere gitmek zorunda idik. O gün gezdiğimiz hediye dükkanlarından harika hatıra eşyaları aldık. Bu aldığım eşyalar arasında birini hala çok iyi saklıyorum. Şu anda yanımda kütüphanemin  üstünde duran bu obje taşın üstüne yapılmış bir dağ resmi. Yaşlı bir ressamın atölyesine gittik o gün. Ressamın en büyük özelliği taşlar üstüne resim yapması imiş. O gün çok beğenerek aldığım o taş resim bana o güzel anları hatırlatıyor.
  Akşam dönünce teleferikten inip eve uğramadan Konser çadırına gittik. Nasılsa yanımızda gündüz kullanmadığımız kazaklarımız vardı. Akşam Alxis Galperine'nin konseri  vardı. Hani şu ilah adam....

10 Şubat 2013 Pazar

Akşam Konserden Önce Yediğimiz Föndü ve Şarap



  Yazıma başlamadan önce yukarda koyduğum resimlerle ilgili küçük bir açıklama yapmak istiyorum. İlk resim üçümüzün Föndü yerken çekilmiş resmi,yazımda uzun anlatacağım. Föndü geleneksel bir Fransız yemeği ve ben ilk defa Les Arcs'da yedim. İkinci resim Burcu Göker ve ablasının resmi.Resmin özelliği arkada görünen dağ silsilesinin Avrupa'nın en yüksek dağı Mont Blanc Dağları olması. Üçüncü resimde ise Burcu'yu Les Arcs 2000 de karların üstünde görüyorsunuz. Görüldüğü gibi temmuz ayında 2000 metre yükseklikte hala kar var.
  Resimleri izah ettikten sonra gelelim bıraktığımız yerden Masterclass anılarımıza.
  Masterclassın ilk günü ders ve tanışma toplantısı ile geçmişti. Toplantıdan çıkıp dairemize dönerken 15 gün sürecek kurs süresince gerçekleşecek konser etkinliklerinin afişlerinin tesislerde her yere asılmış olduklarını gördük. Etkinliğin ilk konseri bir sonraki gece başlayacak ve kurs sonuna kadar her gece devam edecekti. Kursa katılan bütün enstruman öğretmenlerinin ve öğrencilerinin sıra ile katılacağı bu konserler gerçekten kaçırılmayacak değerde idi. Anlaşılan burada bulunduğumuz 15 gün klasik müzikle dopdolu saatler ve günler geçirmemize sebep olacaktı.
  Ertesi sabah gene aynı saatte keman dersimiz vardı. Derse hepimiz katılıyormuşuz gibi söylüyorum ama doğru. Zira Burcu ve Madam Gazeau keman dersi yapıyordu ama Ebru tercüman sıfatı ile derste bulunuyor ve simultane tercüme ile dersi takip ediyordu. Ben de izleyici olarak derste bulunuyordum. Bu derslerden sonra Ebru'nun söylediği bir söz hiç aklımdan çıkmaz. Burcu'nun o kadar çok dersine tercüme yaptı ki Ebru sonunda bir gün dedi ki. 'Ben keman çalmayı bilmiyorum ama keman çalan biri kadar teorik bilgiye sahip oldum.'Sanırım eline keman almadan öğrenen tek kişidir Ebru.
  Sabah gene erken kalktık ve kahvaltıdan ders satine kadar Burcu kemanını çalıştı. Çalışma bitince hep beraber keman dersinin yapılacağı binaya doğru yola çıktık. Hava harika güzeldi. mis gibi ,serin bir dağ havası.
  Bugünkü derste bir öğrenci daha vardı. Burcu ile Bartok düetleri çalışacak ve bir gece de konsere çıkacak olan Florence Delestre.Daha önce tanışma toplantısında ailesi ile birlikte tanıştığımız Florence, Burcu'dan bir kaç yaş daha büyük ve Paris'te eğitim gören Fransız  bir kızdı.Burcu o gün öğretmeni ile hem kendi parçalarını hem de Florence ile çalacağı Bartok düetleri çalıştı.Çok verimli geçen uzun bir çalışmanın ardından dışarı çıktığımızda hepimiz yorgunduk. Burcu iki saatten fazla ayakta keman çalışmaktan ki sürekli kolları yukarda tutup keman çalışmak insan anatomisine aykırı, Ebru ise daha önceden hiç bilmediği bir konuda tercüme yapmaktan yorulmuştu.Bu arada şunu belirteyim. Bütün tıp dünyasının üzerinde ısrarla durduğu  insan kolları aşağı sarkan bir vücut yapısına sahip olarak yaratılmış. Keman çalmak için kolların yukarı sürekli kalkması insan anatomisine aykırıdır. Ayrıca insan vücudünde iki el aynı anda farklı hareketler yapamaz. Bir deneyin bakın. Bir elinizi sağa, diğerini sola yuvarlak dairelerle döndürmeye çalışın. Bir süre sonra iki eliniz de aynı yöne dönmeye başlar. İşte keman çalarken bir insan iki veya daha fazla saat kollarını sürekli yukarı doğru tutarak, her elini ayrı hareket ettirerek. ve ayakları ile ayrı ayrı tempo tutarak insan vücudünün anatomisine aykırı hareket etmektedir. Ben doktor veya uzman değilim. Ama yıllardır bu işin içinde birisi olarak bu işin ne kadar zor ve özel yeteneğe gerek duyan bir iş olduğunu artık biliyorum.
  Ebru ve Burcu ders çıkışı yorgundu ama inanın bana ben daha fazla yorgundum. Süreki çocuğumu izlemek ve hiç anlamadığım bir dildeki diyalogu, bildiğim bazı teknik kelimeler yardımı ile çözmeğe çalışmak beni zihnen çok yormuştu. Bu arada Burcu yorgun ama aşırı mutlu idi. Türkiye'de okulunda rastlamadığı ciddiyette ve verimde bir çalışma yapmak kemanına aşık Burcu için harika bir olaydı.
  Bu arada dersten çıkarken Florence ile ders dışı da çalışma yapmak için sözleşmiştik. Zira beraber konser çıkacaklardı bir kaç gün sonra.
  Dersten çıkıp dağ havasını soluyunca ne kadar aç olduğumuz anladık. Bu arada Ebru öğle yemeği için bir öneri getirdi. Hoş saat öğle yemeği saatini epey geçmişti. Ebru, föndü yiyelim dedi. Ben daha adını yeni duyduğum bu yiyeceği hiç bilmiyordum. Ebru'ya nedir föndü diye sorduğumda fazla açıklama yapmadı, sadece çok beğeneceksin demekle yetindi. Biz daha önce yolda geçerken gördüğümüz bir föndü restoranına kapağı attık. Hava da artık yavaş yavaş serinlemeye başlamıştı. Dağda akşam üzerleri sis basmaya ve hava serinlemeye başlıyor.
  Restoranda föndü ısmarladık tabii bir şişe de kırmızı şarap. Zira föndü şarapsız olmazmış.Masaya bir süre sonra altında kamp ateşi gibi bir küçük ateş yanan yüksek ızgara gibi bir şey geldi. Bunun üstünde de küçük bir tencere vardı. Ayrıca masaya tabaklar içinde küçük küp kesilmiş ekmek parçaları, jülyen kesilmiş jambonlar ve minik haşlanmış patatesler gelmişti  Bir de uzun çok uzun çatallar. Biz dikkatle Ebru'yu izliyorduk. Ne de olsa içimizde tek tecrübeli olan o idi. Ebru uzun çatallardan birini aldı. Tencerede kaynayan şeyin içine küçük ekmek ve jambon parçaları attı ve çatalı ile bu ekmek parçalarını tenceredeki bulamaca bulayarak sardı ve yemeye başladı. Bu arada şarabından da bir yudum aldı. Biz de aynısını uyguladık. Tencerede daha sonra öğrendiğim şarapta pişen peynir bulamacı vardı. Bu sıcak bulamaca bulanan jambon, ekmek, ve patetesler harika bir lezzete bürünüyordu. Beş dakika içinde biz gülüş cümbüş föndü tenceresinde birbirimizin jambon ve ekmeklerini avlama yarışı yapıyorduk.Yaşamımda yediğim en lezzetli bir o kadar mutlu bir yemekti o günkü föndü. Mutlu idik. Burcu çok güzel bir eğitim görüyordu. Mutlu idik, babamız hariç üçümüz bir arada idik. Mutlu idik, dünyanın en güzel bölgesinde , en lezzetli yemeği ağız tadı ile yiyorduk.
  Yemeğimiz bitip de lokantanın önüne çıktığımızda hava iyice serinlemişti ama biz havanın serinliğini hissetmiyorduk. Şarap, sıcak peynir ve protein açısından yüklü yemek bizde hava soğukluğuna karşı inanılmaz bir enerji sağlamıştı. O anda Alp dağlarında neden bu yemeğin çok tercih edildiğini anladım.Buradaki dağın soğuğuna ancak bu tür gıda ile dayanılabilirdi.
  Artık Konserin verileceği yere yürüyebilirdik. Zira Masterclassın açılış konseri bu gece saat 9 da başlıyordu. Biz de geciken öğle yemeği ,föndü,kahve  falan derken saati zaten 7 etmiştik.
  Konserler Dağın eteğinde kurulu çok büyük bir gösteri çadırında yapılıyordu. Takriben 2000 kişinin girebileceği çadırın önüne geldiğimizde inanılmaz bir kuyrukla karşılaştık. Saat 9 da başlayacak olan konsere kayak merkezinde turist olarak kalan halk büyük ilgi göstermiş ve saat 7 den itibaren uzun kuyruklar oluşturmuştu çadırın kapısında. Ben gördüklerime inanamadım, halkın klasık müziğe bu kadar ilgi göstermesi inanılmazdı. Herhalde ilk gün olduğu için diye düşündüm ama inanın 15 gece aynı şekilde kuyruklar oluştu kapıda.
  Biz çadıra nasıl girip konseri dinleyecektik , bilmiyorum. Bu gece ki konseri dinlememiz mutlaka gerekti.Zira madam Gazeau ve viyola, viyolensel ve piyanodan kurulu dörtlünün konseri vardı  bu gece.