Hürriyet

28 Kasım 2013 Perşembe

Amerika Rüyasının Temelleri atılıyor.

Nisan 2001 de Strasburg'da Fransa Gençlik Orkestrası turnesinden dönen ,Paris'te aynı Orkestra ile Champs-Elysees Tiyatrosunda harika bir de konser katılan Burcu Göker, her ay muntazaman gelen La lettre de Musicien Dergisinin nisan sayısında bir haber gördü. İnternatıonal Summer Music Academy Leipzig Germany'de A.B.D Newyork Juliard Scholl Dekanı Prof. Stephen Clap'ın Temmuz 2001 de bir staj yapacağını dergide okuyan Burcu hemen  bu staja da katılmak istediğini söyledi. A.B.D, Burcu'nun Paris'ten sonra hedeflediği ikinci duraktı.Bu staj için cd  istiyorlardı. Burcu hemen bir piyanist arkadaşı ile repertuarından bazı eserleri seçip bir cd doldurdu. Bu iş o kadar kolay, benim bir cümle ile anlattığım gibi değil tabii.Önce piyanist bulacaksın, onu cdde çalmaya ikna edeceksin. Sonra bir stüdyo bulacaksın. Tabii bütçen kısıtlı olduğu için bunları mümkün olduğu kadar amatör yapan yerlerden seçeceksin. Uzun çalışmalar sonucunda cdyi dolduracaksın. Burcu istenen cd yi ve formları en kısa zamanda Almanya'ya gönderdi. Bu arada Burcu'nun unuttuğu bir şey vardı. O yaz Fransa Gençlik Orkestrası ile stajı ve Almanya, Fransa, İsviçre ve Belçika'da uzun bir turnesi olacaktı. Bu kadar yoğun bir trafikte ne zaman Leipzig'e gidip staj yapacaktı. Ben her iki aktivitenin çatışacağını düşünüp endişelendim.
  Oysa Burcu rahattı.İyi planlanırsa her iki aktiviteyi de yapacağını iddaa ediyordu. Almanya'da Prof. Clap'ın yapacağı staj temmuz ayında,Fransa gençlik Orkestrası staj ve turnesi Ağustos ve eylül başında idi. Bu durumda Burcu ülkesine gelip ailesini göremeyecek, tatil yapamayacaktı.Ama mesleğine aşk derecesin de bağlı olan Burcu için bunlar normaldı.
  Almanya'ya staj için yapılan başvurunun cevabı çok çabuk geldi.Almanya'ya gönderilen Burcu'nun cdsi ve evrakları stajın merkezi olan Newyork Juliard School'a gönderilmiş. Burcu'nun cdsi ve özgeçmişi Juliard School'daki heyet tarafından o kadar çok beğenilmiş ki bütün yol ve staj ücretleri Juliard school tarafından karşılanmak kaydı ile Burcu temmuz ayında Leipzig'e staja davet edilmişti.
  Bu büyük başarı Burcu'yu çok mutlu etti.İşte bu Leipzig stajı ve Prof. Stephen Clap, Burcu'nun A.B. D yolculuğunun sebebi oldu.
Bütün bunlar olurken Burcu iki okula devam ediyor,resitaller ve Orkestra konserleri veriyordu.
  Tabii ben de koşturup duruyordum arada. Şimdi bakıyorum da o günlerde öylesine yorulmuş ve yıpranmışım ki onların acısını şimdi vücudüm benden çıkartıyor.
  O günlerde arkadaşlarım, yaşıtlarım ülkemde arkadaş toplantılarında gezerken, parasını kıyafetlere, mücevherlere harcarken ben Paris'te küçücük bir stüdyoda hep koşturma, hep heyacan içinde yaşıyordum. O günlerde tek tesellim okuduğum  kitaplardı. Türkiye'den dönerken bavul dolusu kitap getiriyordum. Tabii bir de Burcu'nun  özlediği ve sevdiği ülkem yiyecekleri.
  Okunacak kitabım olunca sanki gıda stoku yapan kişiler gibi seviniyordum. Kitaplar sanki çok susayan bir insanın anında bir sürahi suyu bitirmesi gibi çabuk tükeniyordu. Eşim her iki , üç günde bir Türkiye'den gazete gönderiyordu. Bazen kitabım bitmeye yüz tutunca eşimden hemen  yedek kitap istiyordum. İstanbul-Paris arası bu gazete, kitap sevkiyatı yaşattı beni o diyarlarda. Sabah çantama kocaman bir kitap koyuyor, yola çıkıyordum. Akşama kadar hem işlerimi yapıyor hem de arada kafelerde dinlenip, sandöviçimi yiyip okuyarak soluklanıyordum.
  Mayıs ayı gelmişti. Bir mayıs sabahı Burcu evde çalışıyordu, ben gene kitabımı , gözlüğümü çantama yerleştirdim ve sokağa çıktım. Bir gece önceden ertesi günün 1Mayıs olduğunu, ülkemizde olaylı bir Mayıslara alışık olan eşim ikaz etmişti. Sokağa çıkma , bir hadise olabilir diye. Ama 35 metre kare evde Burcu çalışırken oturmak sokaktan daha hadiseli gibi gelmişti bana.
  Sitenin kapısından korka korka çıktım. Sokak sakin gözüküyordu. Evimiz Nation'daydı. Paris'i bilenler bilir, Nation, Bastille yakın bir mahalle ve meydanları aynen Bastille gibi yürüyüş ve toplantılarda çok kullanılan yerler.1 mayıs sebebiyle herhangi bir toplantı veya yürüyüş olacaksa Nation'da olma ihtimali çok fazla idi. Bizim Taksim, Kadıköy meydanları gibi.
   Metro durağına doğru yürüyeyim, sakinse orada bir kefede oturur bir kahve içerim diye düşündüm. Hava çok güzeldi. Mis gibi bir bahar havası insanı çok mutlu ediyordu.
  Sokağın köşesinde bir fevkaladelik dikkatimi çekti. Bir uzun toplantı masası koymuşlardı sokağın başına, üstünde beyaz bir örtü vardı. Masanın üstünde yüzlerce minik mine çiçeği demedi duruyordu. Masanın yanında da harika bir müzik çalıyordu. Birden gördüklerim karşısında şaşırdım. Masaya yaklaşan herkese kadın, erkek, çocuk fark etmeden bir mine demeti sunuyordu genç bir kız ile genç bir delikanlı. Ben de masaya yaklaşınca bana da bir mine demeti uzattılar ve aynı zamanda "Bahar Bayraminiz kutlu olsun.'dediler. Yürümeye devam ettim. Her sokak başında, metro durakları giriş ve çıkışlarında aynı masalar, aynı çiçek demetleri vardı. Yolarda herkes ellerinde mine çiçekleri demedi şarkılar söyleyerek, dans ederek yürüyordu.
  Ülkemdeki 1 mayıs kutlamalarına hiç benzemeyen bu şölen beni o kadar şaşırttı ki hemen eve döndüm. Burcu'ya sokağa çıkması ve bu şöleni onun da görmesi gerektiğini söyleyecektim. O gece telefonda eşime bunları anlatırken kendi ülkemde de bunlara layık olup olmadığımızı düşünüyordum. Neden biz mine çiçekleri ile bayram kutlamıyorduk.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Champs-Elysees Tiyatrosunda Viva Esbana ile dans eden 2000 kişi

  Yukarda eklediğim resimde Burcu Göker Fransa Gençlik Orkestrasındaki arkadaşları ile Strasburg konseri sonrası yemekte görülüyor.
  Bir önceki yazımda 8 nisan 2001 tarihinde Champs-Elysees Tiyatrosunda Fransa Gençlik Orkestrasının konserinde kalmıştık. Bir gece önce Burcu ve diğer Orkestra elemanı öğrenciler Strasburg konserinden dönmüş ve Paris'te bir otelde kalıyorlardı. Bu arada Burcu beni cep telefonundan aramış , ertesi günü konser öncesi bir tuvaletini getirmemi rica etmişti. O sırada bana konserin de biletini verecekti.
  Champs-Elysees Tiyatrosu Paris'in dolayısı ile Fransa'nın en büyük ve görkemli konser salonlarından biri idi. Üç tane konser salonu olan binada Burcu'ların konseri 2100 kişilik büyük salonda gerçekleşecekti.
  Ben o gün söylenen saatte Burcu'nun istediği tuvaleti aldım ve Tiyatro Binasına gittim. Kapıdaki görevlilere derdimi anlatıp Burcu'yu görmeye içeri girdim. Gençler soyunma odalarında idi. Burcu'ya tuvaletini bırakıp davetiyemi aldım ve binadan dışarı çıktım. Acele ve heyacandan Burcu'yu öpememiştim bile.
  Konsere daha vakit vardı. Tiyatro binasının karşısında bir kafede konser saatine kadar oturabilir ve bir kahve içebilirdim.Hem kahvemi içerken konser salonun kapısından aldığım  konser programını inceleyebilirdim. Böylece konserden önce Orkestra şefini  tanımış, neler çalacaklarını öğrenmiş olurdum.
  Orkestra şefi Jesus Lopez Cobos İspanyol kökenli bir çok uluslar arası ödüller almış çok kıymetli bir şefti. Berlin Filarmoni, Viyana Filarmoni, Şikago ,Boston Senfoni ve Newyork Filarmoni Orkestraları yönettiği belli başlı orkestralardı.Orkestra Cincinati ve Orkestra Lozan da yönettiğği Orkestralar arasında idi. O günlerde Paris Oparasında Carmen, Sevil Berberi Operalarını yönetiyordu.
  Elimdeki konser broşüründe 8 nisan günü gerçekleşecek bu konserin 13 nisan 2001 günü Radio France'de tekrar yayınlanacağı ve konser kaydının cd olarak satışa çıkacağı da yazıyordu.Konser programına baktığımda Mendelson Konçertoyu İsabel Faust'un çalacağı, ikinci bölümde ise Ravel ve Manuel De Falla eserlerine yer verildiğini gördüm.
  Dünyaca ünlü bir şef, dünyaca ünlü bir solist ve dünyanın en büyük konser salonlarından biri.
 Elimdeki broşürde Orkestra elemanlarının listesine baktığımda Burcu'nun adını görünce çok duygulandım. Ne büyük bir şerefti bu orkestrada çalmak.
  Konser salonuna girince gördüğüm kalabalık karşısında şaşırdım kaldım. Salon tıka pasa dolu idi. Herkes çok şık ve görkemli idi.
  Konser harika başladı, Burcu getirdiğim tuvaletin içinde harika görünüyordu. Büyük bir ciddiyetle eserleri icra ediyordu.
  Konser süresi nasıl geçti anlamadım. Adeta güzel bir rüya içinde gibiydim.
  Konserin son parçası çalındı. Bizler tam alkışlamaya hazırlanırken birden orkestradaki yerinde kalkan bir genç eleman bizlere elini kaldırıp durun işareti yaptı. Herkes ne olacağını şaşırmıştı. 2000 kişinin olduğu salonda nefes bile alınmıyordu adeta.
  Elini kaldıran genç Şef Jesus'u şeflik standından indirdi kendi yerine oturtu ve şefin bagetini  alarak şeflik bölümüne geçti  ve orkestraya başlama işareti verdi.
  Birden Orkestra İspanyolların meşhur bestesi Viva Espana'yı çalmaya başladı.
  Olay çok heyecan verici, çalınan eser çok hareketli, Şef İspanyol ve izleyici çoşkulu. Birden bütün salon bir ağızdan Viva Espana diye bağırıp tempo tutmaya başladı. İnanılmaz  bir şölendi.Ben bile kendimi tutamadım gözyaşları içinde salondaki isleyiciye eşlik ettim bu eserde.
  Sonraları Fenerbahe kulübünün  bu eseri Fenerbahçe Marşı olarak kabul edip maçlarda çaldığını düşünürsek eserin hareketlendirici gücünü tahmin edersiniz.
  Konser bitip salon boşalırken salonun merdivenlerinden inen yüzlerce insan genç yaşlı demeden viva espana şarkısı ile dans ediyordu.
  Ben de salonda çıktım ve Kapıda Burcu'yu beklemeye başladım. Sanıyorum ki konser bitti ve Burcu artık gelecek.
  Ben kapıda beklerken birden binanın ana kapısı açıldı ve 100 tane müzisyen ellerinde enstüranları, üstlerinde somokin ve tuvaletleri ile binadan fırladılar. Şanzelize caddesinin ortasında konser vermeye başladılar. Tabii trafik durdu, herkes onları seyrediyor ve alkışlıyordu.İşte ben orada bir toplumda klasik müziğe gösterilen ihtimamı gördüm.Herkes geleceğin büyük müzisyenleri olacak gençlari adeta bir tanrı gibi seyrediyordu. Bir tek arabanın kapanan trafik sebebiyle korna çaldığını, bir kişinin şikayet ettiğini duymadım.Çaldıkları parçayı bitirip alkışlara selam veren gençler giyinmek üzere tekrar binaya girdiler.Anlaşılan gençler konser salonunda hızlarını alamamışlardı.Bu arada Burcu konserden sonra Radio France binasında veda yemeği olacağını hep beraber otobüslerle oraya gideceklerini ancak yemekten sonra eve gelebileceğini fısıldadı geçerken. Ben eve dönecek ve onun gelişini bekleyecektım.

 O gün metroya binip eve dönerken kızımın keman sanatçısı olmasından ne kadar gurur duyduğumu fark ettim birden. Ülkemde elinde kemanla bir toplu taşıma vasıtasına binen ve çalgıcı muamelesi gören kızım burada tanrıça muamelesi görüyordu. Neden.....

22 Kasım 2013 Cuma

Fransa Gençlik Orkestrası ile Strasburg Konseri

 Yazıma başlamadan önce eklediğim resmi açıklamak istiyorum. Resim 6 Nisan 2001 tarihinde Strasburg'da Ulusal Fransa Gençlik Orkestrası Konserinden sonra çekilmiştir. Resimde Burcu Göker'i tanınmış keman sanatçısı İsabelle Faust ile görüyoruz. Bu konserde Orkestra İsabelle Faust'a eşlik etmişti.
  Burcu'nun Fransa Gençlik Orkestrası sınavını kazanarak önünde bir hazine sandığı açıldığını daha önceki yazımda yazmıştım. Ayrıca bir önceki yazımda Burcu'nun nasıl sınav sonuçları belli olur olmaz Strasbulg'da staja ve konser turnesine çağrıldığını da anlatmıştım. 1 Nisan Günü Burcu'yu Strasburg trenine orkestradaki diğer arkadaşları ile birlikte bindirirken içim çok rahattı.Bu orkestra stajlarının ve turnelerinin Fransa'daki üstün müzik öğrencilerine  bir deneyim sağlamaktan başka sosyal gelişim sağlamak gibi bir amacı olduğunu da zaman içinde anlayacaktım. Fransa Kültür Bakanlığı ve Fransa'nın belli başlı büyük kuruluşlarının özellikle Radio France'nın desteklediği ve sponsor olduğu bu orchestra, staj ve turneleri sırasında Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerde çok güzel yerlerde gezecek, çok büyük salonlarda konser verecek ve çok iyi otellerde konaklayacak şekilde planlanmıştı. Ayrıca Orkestra tanınmış ve çok deneyimli şefler tarafından yönetilecek, çok tanınmış solistlere eşlik edecekti. Staj sırasında da gene çok iyi profesörler gençleri yetiştirecektı. Bütün bunlarda amaç ilersinin iyi müzisyeni olmaya aday bu gençleri sadece müzik bakımından yetiştirmek değil, bunun yanısıra sosyal ve kültürel bakımdan da yetişmelerini sağlamaktı. Bir sanatçı istediği kadar iyi çalsın , kabiliyetli olsun bir davette nasıl davranacağını , bir resepsiyonda nasıl konuşacağını  bilmiyorsa, kendini ifade edecek şekilde giyinemiyorsa, konuşamıyorsa başarılı olamazdı. Bunu çok iyi takdir eden Fransa Kültür Bakanlığı bu çok kabiliyetli gençleri tam birer sanatçı olarak yetiştirmek için bu düzeni kurmuştu. Gençler her konuda işin en iyi uzmanlarına  teslim ediliyordu. Bu ayrıca gençlerde büyük bir özgüven yaratıyordu. Devamlı onore edilerek sanatlarını daha iyi yapmaları sağlanıyordu.
  Bir önceki yazımda bahsettiğim  16 Mart Avrupa Ekonomik Forumu Gala konserinde  de Fransa'nın en iyi orkestra şeflerinden olan Fayçal Karoui tarafından yönetilmişti Paris Gençlik Senfoni Orkestrası.
   Strasburg turnesine çıkarken Burcu'nun yanında cep telefonun olması içimi rahatlatmıştı. Artık gittiği yerlerde onunla rahatlıkla iletişim kurabilirdim.
  Burcu'dan gelen haberler çok güzeldi. Strasburg'da çok şık bir otele yerleştirilen orkestra üyesi gençler 6 nisan tarihinde gerçekleştirilecek ilk konsere kadar günlerini provalar, şehir gezileri, davetlerle geçiriyorlardı. Her bölgeden  gelen 100 tane müzik öğrencisi genç bu stajlar sayesinde yakınlaşıyor,arkadaş oluyor ve çok güzel dostluklar oluşuyordu.
  Orkestrayı çok ünlü bir İspanyol şef Jesus Lopez Cobos çalıştırıyordu. Burcu prova arasında açtığı bir telefonda heyecanla ilk konserde ünlü keman sanatçısı İsabelle Faust'a eşlik edeceklerini söyledi. Ne müthiş bir olaydı. Öğrenciler çok ünlü bir şef tarafından çalıştırılıyor ve çok ünlü bir kemancıya eşlik ediyordu. Bir sonraki süpriz ise konserin mekanı oldu. Konser Starasburg'da Palais des Fetes'de gerçekleşecektı. Yani Strasburg Belediyesi Bayram sarayında. Harika bir mekan, harika bir konser. Hazine sandığı demekle haksızmıydım.
   Harika geçen Strasburg konserinin ertesi günü  Paris'e döndüler ama Burcu eve gelmedi. Gene orkestra elemanları ile Paris'te onlara tahsis edilmiş otelde kalıyorlardı. Zira 8 Nisan da Paris konserleri olacaktı ve ondan sonra evlerine döneceklerdi. Bütün öğrenciler beraber yolculuk ediyordu. Başlarında rehberleri oluyordu. Öğrenciler tren veya uçakla gidiyorlarsa bir konsere enstürmanlar, ses düzenleri ayrı olarak tırla geliyordu arkadan, tabii büyük boy enstrumanlar. Kemanlar yanlarında oluyordu. Ne büyük bir organizasyon anlatamam.
  8 Nisan sabahı Burcu cep telefonundan beni aradı ve  benden bir başka tuvaletini istedi. Bu sefer Paris'teki konser Theatre des Champs -Elysees'de idi. Bu görkemli salonda konser vermek büyük bir gururdu. Ben konserden 2 saat önce tiyatronun kulisine tuvaleti getirecektim.Bu arada Burcu bana davetiyemi de verecekti.
  Ben de heyecanlanmıştım.
  İstenen saatte Tiyatroya gittim. Benim için çok anıları olan bu görkemli olayı burada bırakmak istiyorum. Bir sonraki yazımda buluşmak üzere.

21 Kasım 2013 Perşembe

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Burcu Göker'in önünde açılan hazine sandığı

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Burcu Göker'in önünde açılan hazine sandığı:  Yazıma başlamadan önce eklediğim resmi açıklayayım. Burcu Göker Fransa Ulusal Gençlik Orkestrası ile turnede arkadaşları ile gözüküyor. ...

Burcu Göker'in önünde açılan hazine sandığı

 Yazıma başlamadan önce eklediğim resmi açıklayayım. Burcu Göker Fransa Ulusal Gençlik Orkestrası ile turnede arkadaşları ile gözüküyor.
 Şimdi kaldığım yerden anlatmaya başlıyabilirim. Mart 2001 de Burcu'nun Fransa Ulusal Gençlik Orkestrası ikinci seçmelerine gireceğini evimize gelen bir mektuptan öğrenmiştik. Gelen mektupta 23 Mart 2001 tarihinde Burcu'nun ikinci elemeye  gireceği yer ve saat te bildiriliyordu.Bir hafta sürecek olan bu ikinci elemeye Fransa'nın bir çok yerinden bir çok müzik öğrencisi katılacaktı ve ben bu elemede şansımızın ne olacağını bilmiyordum.
  Bize bildirilen sınav günü sınavın yapılacağı binaya gittik. Sınavı birinci elemeyi yapan ve sonra Fransa'nın bütününü gezerek sınavı tekrarlayan jüri yapacaktı ve elemede çalınacak eserler daha önceden bildirilmişti. Her yarışmacı aynı eserleri çalacaktı.
  Bu ikinci elemede başımıza gelen ilginç bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim.
  Sınavın yapılacağı binaya sınav saatinden önce gelmiştik. Burcu'yu öğrencilerin ön çalışma yapması için ayrılmış odalara aldılar.Burcu bu tek kişilik odada çalışırken ben de bulduğum  bir sandalyeye oturdum ve beklemeye başladım.Burcu çalışırken sınav salonun kapısı açıldı orta yaşlı iki Fransız bey dışarı çıkıp benim bulunduğun yere doğru yürümeye başladılar. Bir yandan da aralarında konuşuyorlardı.Beni gördüler ama kim olduğumu bilmiyorlardı. Bir görevli, bir ebeveyn veya herhangi bir kişi olabilirdim.Tam konuşurken Burcu'nun odada çaldığı müziği duydular,sustular ve dinlemeye başladılar.Ben de onlara fark ettirmeden onları izlemeye başladım.İçerde kimin çaldığını bilmiyorlardıve sadece kim olduğunu bilmedikleri bir adayı dinliyorlardı.Uzun bir süre Burcu'nun çalışmasını merak ve hayranlıkla dinleyen kişilereden biri sonunda suskunluğunu bozdu ve Fransızca yanındaki arkadaşına 'Harika,olamaz böyle bir yorum.Kim çalıyorsa çok profesyonel ve inanılmaz mükemmel çalıyor.'dedi.Diğer arkadaşı da evet diyerek onu  onayladı.Ben Burcu'yu hiç tanımayan kişilerin yorumunu duyduktan sonra onun başarısına olan inancım daha da arttı. Daha sonra kapıda Burcu'yu dinleyen ve öven şahisların sınav salonundan biraz dinlenmek için çıkmış jüri üyeleri olduğunu öğrendim.Kişilerden biri Fransa Gençlik Orkestrası Müdürü, diğeri ise Radio France'nın Genel Müdürü imiş. Burcu biraz sonra sınava girdi ve çaldı, çıktı. Sınavdan çıkan Burcu'ya bu olayı anlatmadım. Olur da sınavı kazanamazdı. Hüsrana uğramasını istemiyordum.
 Sınavdan sonraki hafta çok yoğun geçti. 30 ve 31 mart günleri üst üste iki ayrı orkestranın konseri olacaktı ve martın son haftası bu orkestra provaları ile dolu geçti.
  Bu doluluk sırasında bir mektup aldık. Biz Fransa Gençlik Orkestrasının seçme sonuçlarını heyecanla beklerken aldığımız mektup bizi şaşırttı.
  İkinci elemeden bir kaç gün sonra gelen bu mektup Fransa Gençlik Orkestrası Yönetiminden geliyordu.1 Nisan tarihinde Strasburg'da yapılacak Orkestra kampına ve arkasından Strasburg ve Paris'te yapılacak konserlere çağırıyorlardı Burcu'yu. Bu duruma çok şaşırdık. Zira duyduğumuza göre bu kamp ve konserlere bir yıl önce seçilmiş öğrenciler gidiyordu.Burcu ancak sınavı kazandıktan sonra yaz ayında Orkestrada görev almaya başlayacaktı.Biz Burcu'nun sınavı kazanıp kazanmadığını bile bilmiyorduk.Bir sonraki gün ikinci elemeyi kazandığını gösteren mektubu aldık.
  Evet Burcu Göker Fransa Ulusal Gençlik Orkestrası sınavlarını kazanmış ve 20 sene önce kurulan bu orkestranın ilk ve tek yabancı tabiyetli üyesi olarak görev yapmaya hak kazanmıştı.Yalnız bir hafta sonraki Strasburg olayını anlayamadım. Muhakka onda bir yanlışlık vardı.
  Yapılan incelemeler sonuncunda bir yanlışlık olmadığı anlaşıldı.Geçen yıl kazanan öğrencilerden biri rahatsızlanıp turneye katılamayınca Orkestra Yönetimi sınavda olağan üstü başarılı buldukları Burcu'yu bu turneye çağırmaya karar vermişler. Bu Burcu için harika bir fırsattı.Önünde adeta bir hazine sandığı açılmıştı.1 Nisan günü Burcu'yu diğer öğrencilerle birlikte Strasburg trenine bindirirken bu olağanüstü fırsatı düşünüyordum.
   Bu güne kadar çok yol almıştık ama yolumuz daha çok uzun ve meşakkatli idi.

19 Kasım 2013 Salı

Bazen kraliçe gibi mağrur, bazen bir küçük kız gibi mütevazi...

  Yazıma kaldığım tarihten devam etmeden önce eklediğim resmi açıklayayım.Bu resim Canet en Roussillon'de gerçekleşen Concours Jeunes Interpretes"in  ödül töreninde çekilmişti. Burcu o yarışmada finale kalmıştı. Resimde Burcu ile yarışmaya katılan ve Fransa'nın başka bölgesinden gelmiş ve bizim o yarışma sırasında tanıdığımız bir yarışmacı ve ailesi ile görülüyoruz. Şimdi düşünüyorum da yaşamımızın bir kaç gününde yollarımızın kesiştiği bu kişiler şimdi nerelerdedir ve ne yapıyorlardır. Onlar da arada bizi hatırlıyorlarmıdır.
  Gelelim 2001 yılı başına. Yeni yılın ilk günlerinde ailemizin diğer fertlerini İstanbul'a yolculadıktan sonra gene yoğun günler başlamıştı. Burcu 10 ocak günü Paris'te Fransa Uluısal Gençlik Orkestrasının birinci seçmelerine girdi. Bu orkestranın seçmeleri daha önce de bahsettiğim gibi aynı jüri tarafından yapılıyor ve yarışmacılar aynı repertuarı çalıyordu. Jüri bütün Fransa'yı dolaşarak çeşitli okullardan 18-25 yaş arası gençler arasından çok sıkı bir seçme ile orkestra için elemanları seçiyor. Seçilen bu kişiler daha sonra Paris'te ikinci bir elemeden daha geçiyor ve sonunda o yıl ki Orkestranın elemanları belli oluyordu.
  Burcu 10 ocakta Paris'te girdi dedim ama birinci elemenin sonuçları jüri bütün Fransa'yı gezip tüm seçmeleri yaptıktan sonra belli olacaktı ve bu da mart ayını buluyordu.
  Biz ocak ayındaki birinci seçmeden sonra günlük yaşamımıza dönmüştük. Bu arada Burcu bir başka Orkestranın daha kadrosuna katılmıştı. Tabii bu orkestraya girmek için de gene seçmeler girmişti. Anlayacağınız Burcu hep elemelere girmekten yorulmuyordu. Bu seferki orkestra Orchestra Symphonique de Jeunes en ille de France. Yani Paris Gençlik Senfoni Orkestrası.
  Yeni bir Orkestra demek yeni çalışmalar, yeni provalar demekti. Bugünlerde dikkatımı çeken bir olayı kısaca anlatayım burada. Paris'te bulunduğumuz zaman zarfında Burcu ile ne zaman metroya binsek sürekli bir takın gençlerle selamlaşırdı. Bunlar kim dediğimde A orkestrasından, B orkestrasından, C Orkestrasından diye anlatırdı. Burcu bütün Paris'teki orkestralarda çalan gençleri tanıyordu, zira hepsi ile çalışmışlığı vardı. Kısacası Burcu sanki Orkestraların kesişim kümesi gibi idi. Herkesi tanıyor ve her orkestrayı biliyordu.
  Paris Gençlik senfoni orkestrasının 16 mart günü Chatelet Tiyatrosunda çok büyük bir konseri olacağını ve orada Burcu'nun da çalacağını duyunca çok mutlu oldum. O gün Gala Musical Europeen de la Finance 2001 konseri harika bir konser olacağa benziyordu. Konserin gelen davetiyesinde beylerin smokin , hanım davetlilerin ise uzun giymeleri rica ediliyordu. Anlaşılan güzel  bir gece olacaktı.
  Bu konserden önce bir mektup aldık. Fransa Ulusal Gençlik Orkestrası birinci seçmeleri sonuçlanmış ve Burcu birinci elemeyi kazanmıştı. İkinci elemede Burcu 23 Mart günü dinlenecekti. İkinci eleme bir hafta sürecekti ve herkesin dinleceği gün ve tarih belli idi. Bir çok gencin çekişeceği bu yarışmada Burcu'nun şansı ne idi.
   16 Mart gecesi Chatelet tiyatrosundaki konsere hazırlandım ve gittim. O gece konser için Burcu Yurdakul ailesinin butiğinden harika staplez bir siyah tuvalet giymişti. Saçlarını ensesinde hafif bir topuz yapan ve tuvaletinin göğsüne Agatha'den bir minik broş  takan Burcu bir prenses kadar zarif ve güzeldi. Hele tuvaletin arkasındaki kabarık kuyruk ona 18. y.y asilzadesi  havası vermişti.
  O gece benim yerim 7. katta idi. O kadar seçkin ve kalburüstü konuk vardı ki benim gibi bir orkestra elemanın ailesi ancak 7. kata yer bulabilirdi. Burcu'ya ayrıca davetlilerine vermek üzere 6 tane davetiye vermişlerdi ama ne yazık ki davetiyeyi verdiğimiz kimse konsere giremedi. Zira davetiyenin altında not olarak yazan kıyafet mecburiyetine kimse dikkat etmemiş ve kıyafetleri uygun olmadığı için içeri alınmamışlardı.
   2001 yılı Avrupa Ekonomik forumunun Gala konseri olan bu konsere Fransa Maliye Bakanı, diğer Bakanlar ,üst düzey yöneticiler, sanayiciler de davetli idi. Ben hiç bu kadar şık ve güzel kadını bir arada görmedim. İnanılmaz güzel tuvaletler  ortada geziniyordu. Salondaki yerime çıkınca koltuğumun üstünde bir büyük poşet buldum. Gerçi bütün koltuklar üzerinde aynı poşetten vardı. Poşeti açınca şaşırdım. İçinden en ünlü Fransız parfümlerinden Bucharon'un büyük bir şişesi, çok şık marka bir fular ve bir kaç hediye daha vardı. Ayrıca konser programı ve Orkestra tanıtım broşürü de bulunuyordu.
  Konser harika başladı. Burcu çok şık ve palıyordu. Ara oldu. ben de fuayeye çıktım. Böylesine görkemli bir olay görmedim. Tiyatronun her katına ayrı açık büfe hazırlanmıştı. Dondurma, pasta büfeleri ayrı, yemek büfeleri ayrı, içki büfeleri ayrı idi. Şampanya su gibi içiliyor, en pahalı havyarlar yeniyordu. Ben de bir açık büfeye yanaştım. Herkes yiyor, içiyor ve gülüyordu. Bir ara uzaktan Burcu'yu gördüm. Bana ulaşmaya çalıştığı fark ettim ama Burcu'nun etrafını bir sürü insan çevirmiş tebrik ediyordu. Bir kraliçe gibi tebrikleri kabul eden Burcu  harika tuvaleti içinde çok güzel gözüküyordu. Etrafını saran kişilerden kurtulup benim yanıma gelmesi imkansızdı.
  Ben de şampanyamı içip konserin ikinci yarısı için yerime gittim.
  Konser bittikten , alkışlar dindikten sonra Burcu'yu salonun çıkışında epey bekledim. tuvaletini çıkartıp kot pantolonunu giyen, makyajını silen Burcu ile evimize dönüş için metroya bindiğimizde göz ucu ile ona baktım. Bir süre önceki kraliçe kızdan eser yoktu yanımdaki mütevazi Burcu'da. İşte Burcu hep böyleydi.
  Bazen bir kraliçe gibi mağrur, bazen de küçük bir kız gibi mütevazi.....

18 Kasım 2013 Pazartesi

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: İyi ki Paris'te o anıları biriktirmişiz Burcu ile....

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: İyi ki Paris'te o anıları biriktirmişiz Burcu ile....:   Yazıma başlamadan önce eklediğim resmi açıklamak istiyorum. Resim 2000 yılı noel tatilinde Brüksel'de çekilmiştir. Her zaman diyorum...

İyi ki Paris'te o anıları biriktirmişiz Burcu ile.

  Yazıma başlamadan önce eklediğim resmi açıklamak istiyorum. Resim 2000 yılı noel tatilinde Brüksel'de çekilmiştir. Her zaman diyorum  kalbim eğer 4 parça ise çok nadir bu dört parça bir araya geliyor. İşte bu karede 4 parçanın bir araya geldiği gün çekildi ama ne yazık ki 4. parça resimde değil, resim çekmekle meşgul. 2000 yılını 2001 yılına bağlayan noel tatilinde büyük kızım Ebru ve babası Paris'e bizi ziyarete gelmişlerdi ve beraberce bir Brüksel seyahatı yaptık. İşte bu resim o günün anısı.
  Kaldığımız yerden devam ediyorum. Burcu Göker'in Fransa Ulusal Gençlik Orkestrası seçmeleri için başvurusunu ve sınava gireceğini bir önceki yazımda yazmıştım.Bu yıl Burcu için çok yoğun geçecekti. Zira aynı anda 4 orkestrada birden görev almıştı. Zaten Burcu sakin duracak bir tip değil. Şu anda da Florida'da aynı anda 4 orkestrada birden görev yapıyor. Hem bu orkestralar birbirine en az 2 saat mesafede olan yerleşim yerlerinde.
  Gelelim Kasım 2000 tarihine. Konservatuarlar Birliği Orkestrasının 4 kasım 2000 tarihindeki Centre Culturel Georges Pompidou'daki konseri gerçekten çok güzeldi. Bu mekanda ilk defa konser veriyordu Burcu ve ben çok etkilenmiştim. Bu yıl tekrar Konservatuarlar Birliği Orkestrasının seçme sınavlarına giren Burcu bir yıl daha bu orkestrada çalma hakkını da elde etmişti. Konser verdiği Orkestralara gene bu yıl eğitime başladığı Ecole Natıonal de Musıque d'Aulney'ın orkestrası da katıulmıştı.
  Böyle konserler, okul, resitaller, oda müziği dolu günlerle aralık ayı geldi. Aralık demek noel demek, yılbaşı demekti. Gene çok güzel süslenmiş Paris sokakları biri bekliyordu.
  20-23 aralık tarihleri arasında Lyon şehrindeki Institut Musıcal Suzuki 'de Prof.Stephane Tran Ngoc ile bir masterclas çalışmasına katılmak üzere yola çıkan Burcu beni gene Paris'te bırakıyordu. Artık alışmam gerekiyordu bu ayrılıklara. Ama bu sefer Türkiye'den noel tatili için Paris'e gelen eşim vardı yanımda. Burcu Lyon'da çok başarılı bir konser ile masterclassını bitirip döndüğünde onu bir de süpriz bekliyordu Paris'te. Çok sevdiği ablası da gelmişti Paris'e noel tatili için.
  24 Aralık gecesi Paris'in en eski ve büyük kiliselerinden biri olan Eglise Saint-Sulpice'de tüm aile , dostlarımız Burcu'nun çaldığı noel ayinini dinlerken ne kadar mutlu olduğumuzu düşündüm birden. Bu sefer büyük kızım da vardı yanımızda. Paris'te yaşayan dostlarımız, büyük kızımın Paris'te eğitimlerine devam eden arkadaşları bizi yanlız bırakmamışlardı bu ayinde.
  Bu arada çok güzel bir raslantı. Üniversite arkadaşlarımdan biri eşinin işi sebebiyle Paris'e gelmişti ve orada yaşamaya başlamıştı. Benim için büyük şanstı bu olay. Artık buluşacağım, kafelerde beraber kahve içeceğim bir dostum daha vardı Paris'te. Üniversite sıralarını paylaştığım Aysel ile yıllar sonra Paris'te beraber anılar paylaşmak çok keyifli olmuştu.
  Noel konserinden sonra ailece bir Brüksel gezisi yapmak istedik. Ertesi gün hızlı trenle sabah Brüksel'e gittik dördümüz. Akşama kadar noel için şahane süslenmiş Brüksel'de gezdik, yemek yedik, sıcak şarap içtik, alışveriş yaptık, Kısacası özlemlerimizi giderip hep beraber harika bir gün geçirdik. En son trenimize binmeden yediğimiz dondurmalı Waffl'ın tadı hala damağımda.
  Gene ailece çok güzel bir yeni yıl kutlamasından sonra babamız ile büyük kızımı Türkiye'ye kalkan uçağa bindirdiğimizde özlem başlamıştı bizim için.
  Ocak ayı çok yoğun  girdi. 10 ocakta Burcu Orchestre Franceis de Jeunes'in 1. eleme sınavına girecekti.
  Bütün bu çalışmalar olurken Burcu ile biz Paris'te çok güzel de eğleniyorduk. Burcu'nun çalışmalarından artan çok kısıtlı zamanı gezerek değerlendiriyorduk. Özellikle pazar günlerimiz başbaşa geçirdiğimiz yegane günlerdendi. Pazar sabahları Chatelet metrosunda Chatelet tiyatrosunun altındaki Mistral kafe veya Sarah Bernard kafe sabah kahvelerimizi  içtiğimiz yerdi.Hava güzelse dışardaki masalarda oturup kahvemizi içiyorduk ama bu mevsimde  Paris'te hava genelde soğuk olduğu için çoğu kere içerde oturup geçenleri seyrederken Kafe Nuarmızı yudumluyorduk. Sonra günün ilerleyen saatlerde ya Sen nehri kenarinda biraz yürüyor veya oradaki çiçek ve kuşların satıldığı pazar yerini geziyorduk. Sokaklar pazar günü çok eğlenceli oluyordu. Bizim gibi bir çok kişi sokaklarda sokak çalgıcılarını dinleyerek dolaşıyordu. Günün yorgunluğunu ise gene Burcu'nun arzusu ile Rue de Rivoli caddesindeki Mc Donaldsta hamburger yiyerek çıkartıyorduk. Bu arada çoğu kere noel için büyük mağazalar özel olarak açık olabiliyorlardı pazar günleri. Mağazaları gezmek, ufak alışverişler yapmak da bizi mutlu ediyordu. Bazen Burcu ile büyük mağazaların şapka reyonlarındaki birbirinden süslü şapkaları deneyerek oyunlar oynuyorduk. Bunlar bizim Burcu ile yaptığımız küçücük şölenlerdi. Arada ucuzluklara da rastlıyorduk. Hele bir keresinde Bijüteri mağazası Pecca'da inanılmaz fiata kolye ve diğer aksesuarları gördük. Kendimi tutamadık ama hakikaten inanılmaz ucuzdu.O gün 20 tane kadar kolye almışız. Eve geldik. koltuğun üstüne beyaz bir örtü serdik ve bütün kolyelerı tezgah gibi üstüne koyduk. Sonra geçip karşısına seyrettik. Bu bizim yanlız yaşamımızda büyük bir eğlence oluyordu Paris'te.
  Şimdi düşünüyorum da iyi ki Burcu ile bu anılara sahibim. Yoksa nasıl dayanırdım bu büyük özleme şimdi. Şu anda Burcu'dan uzağım. Senede bir kere gelebiliyor ülkesine işlerinin yoğunluğu sebebiyle.Ben de yaşım ve sağlık debebimle eskisi kadar sık gidemiyorum. İyi ki o günlerde o anıları biriktirmişiz beraberce.
   2001 yılı Paris anılarımıza sonraki yazımda devam edeceğim.

13 Kasım 2013 Çarşamba

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Ve yerine veya kelimesinin yarattığı rüya

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Ve yerine veya kelimesinin yarattığı rüya: 2000 Eylül'ünde Paris serüvenimizi anlatmaya başlamadan önce yazıma eklediğim resmi açıklayayım. Bu resimde Burcu Göker bir başka yarı...

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Ve yerine veya kelimesinin yarattığı rüya

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Ve yerine veya kelimesinin yarattığı rüya: 2000 Eylül'ünde Paris serüvenimizi anlatmaya başlamadan önce yazıma eklediğim resmi açıklayayım. Bu resimde Burcu Göker bir başka yarı...

Ve yerine veya kelimesinin yarattığı rüya

2000 Eylül'ünde Paris serüvenimizi anlatmaya başlamadan önce yazıma eklediğim resmi açıklayayım. Bu resimde Burcu Göker bir başka yarışmacı ile Uluslararası bir Keman yarışmasının 1. elemesinin sonuçlarını bekliyor yarışma binasının dışında. Her iki gencin de çaresiz, korkulu,heyecanlı hali resimde ne güzel fark ediliyor değil mi. Bu heyecanı, endişeyi ve çeresizliği sanatçı daima yaşar. Kolej sınavına, Ünivesite sınavına giren çocuk belki o sınavlarda yaşar aynı çaresizliği ama sanatçı için bu duygu yaşamında ona her gün eşlik eden bir duygudur. Sürekli kendini ispatlama duygusu. Çünkü sanatçı için hiç bir şeyin garantisi yoktur. Ne kadronuz vardır,ne de garantiniz. Tabii kapağı bir senfoni orkestrasına atıp da devlet memuru zihniyeti ile sabah 9, akşam 6 sanat yapanları bu kefeye koymuyorum.
  Neyse gene kaptırıp uzaklaşacağız  konudan.
  2000-2001 yılı Burcu için yeni atılımların çok olduğu mükemmel bir yıl olacaktı. Bu olayları sırası ile anlatacağım.Öncelikle bu yıl Madam Gazeau ile yaptığı eğitimin yanısıra bir başka okulda başka bir Prof ile de çalışmaya başlayacaktı. Daha önce de söylediğim gibi Fransa'da ve diğer Batı ülkelerinde öğrenci sadece bir hocanın inhisarında kalmıyor yıllarca. Profesör kendi elleri ile öğrencisini başka hocalara yönlendiriyor. Bunun sebebini de Fransa'da ki profesörümüz şöyle açıklamıştı.' Aynı kişi ile uzun yıllar çalışan öğrenci bir süre sonra hocasının yanlışlarını yapıp onun bir kopyası haline gelebilir. Oysaki bir sanat öğrencisinin çeşitli hocalarla  çalışıp aldıklarını bir sentez yapması ve kendi tarzını, yorumunu yaratması gerekir.'diye bize açıklamıştı Madam Gazeau.
  Biz 2000 yılı  eylül başı gene Türkiye'den Paris'e döndük. Burcu ile bu yıl da beraberdim. Artık buradaki yaşama alışmıştık. Evimiz, arkadaşlarımız, marketimiz, herşeyden önce çiçeklerimiz, kuşumuz bizi bekliyordu. Yaz tatiline ülkemize giderken kuşumuzu ve çiçeklerimizi aşağı komşumuz Yara'ya bırakmıştık. Yara aynı apartımanda 6. katta oturan bir Fransız mühendis ile evli genç Brezilya kökenli bir gazeteci hanımdı. Julien diye 7 yaşında bir oğlu vardı. Yara ile biz çok iyi dost olmuştuk. Benim eksik Fransızcam, yarım İngilizcem ile çok güzel anlaşıyorduk. Sonradan biz ayrıldığımızda Yara'nın hasta olduğunu öğrendik. yazıştık. Oldukça ağırdı. Daha sonra haber alamadık. Yara bizim hayalimizde hep o gülen, neşeli, dinamik hali ile kaldı.
  Evimize gelip yerleşince yaşam gene aynı temposu ile başlamıştı. Ekim ayında Burcu Ecole de Natıonale Musıque d'Aulney'in giriş sınavına girecek ve kazanınca Prof. Jose Alvarez ile çalışmaya başlayacaktı. Bu sefer gideceği okul evimize oldukça uzak, RER ile gitmesi gereken bir yerdeydı. Gerçi artık Burcu büyümüştü ama ben gene de bu uzak yoldan ürküyordum.
  23 Ekim 2000 de Burcu bahsettiğim okulun giriş sınavını büyük başarı ile kazandı ve bu okulda süperiour üstü seviye ile eğitim yapmaya başladı. Hocası Jose Alvarezdi. Burcu yavaş yavaş Paris'te tanınmaya başlamıştı. Artık Fransa'da yayınlanan Türk gazeteleri Burcu ile röpörtajlar yapıyorlar ve yayınlıyorlardı. Ayrıca konser haberlerini de veriyorlardı. Gene 2000 yılı ekim ayında Fransa'da yayınlanan Türkçe Fransızca Yeni Yorum gazetesinde Burcu'nun büyük bir röpörtajı yayınlandı.Ben de bu yayınları takip ediyor ve hemen gazeteleri alıp eşime Türkiye'ye gönderiyordum.
  Kasım ayında Burcu geçen sene katılıp kazandığı Konservatuarlar Birliği Orkestrasının bu yıl ki seçmelerine de katıldı ve birinci kemancı olarak bir yıl daha aynı orkestrada çalma hakkını elde etti.
  Bu arada Burcu daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi Fransa'da yayınlanan bütün klasik müzik dergilerini takip ediyordu. La Lettre de Musicien adlı her ay çıkan bir dergiye de abone olmuştu. Bütün Fransa'da, Avrupa'daki hatta Amerika'daki kursları, yarışmaları, Orkestraları haber veren bu dergi her müzisyenin mutlaka takip etmesi gereken bir yayın. Bütün Avrupa'daki tanınmış Orkestraların, Müzik okullarının iş imkanlarını da ilan eden bu dergi hakikaten çok yararlı. İşte bir gün Burcu bu dergide bir ilan gördü. Fransa Ulusal Gençlik Orkestrası 2001-2002 yılı için yeni öğrenciler arıyordu. Bu Orkestra Fransa Kültür Bakanlığı ile Radio France'nin ortaklaşa kurduğu,Fransa'daki büyük bankaların, kuruluşların sponsor olduğu bir gençlik orkestrası. Fransa'nin en köklü okullarından seçilmiş herbiri enstrumanında solist olan Profesörlerden kurulu bir jüri bütün Fransa'yı dolaşıp belli merkezlerde 18-25 yaş arası porfesyonel konservatuar öğrencileri arasında bir sınav yapıyor.Bu sunavlarda seçilen öğrenciler daha sonra Paris'te aynı jüri tarafından son elemeye tabi tutuluyor ve en son seçilen 100 kişi Fransa Ulusal Gençlik Orkestrasını oluşturuyor.Bu yüz kişi o yıl Fransa'nın en iyi müzik öğrencisi saylıyor.Seçimde herhangi bir haksızlık yapılmasını önlemek amacı ile aynı jüri aynı repertuarla seçme yapıyor.Bu seçilen öğrenciler tatil dönemlerinde belli yerlerde toplanarak önce orkestra eğitimleri pekiştiriliyor, sonra Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde turneye çıkarak konserler veriyor. Bu konserler de genellikle noel, paskalya ve yaz tatillerine denk düşüyor. Fransa'daki öğrenciler için bu orkestraya seçilmek ve turnelere çıkmak çok büyük bir prestij sayılıyor.
  İşte Burcu bahsettiğim dergide gördüğü bu ilan ile çok ilgilendi, ve her zamanki kararlılığı ile ben bu orkestraya gireceğim ve turneye çıkacağım dedi. Hemen orkestranın sınavına giriş şartlarını incelemeye başladık. Orkestra giriş şartlarında Fransız vatandaşı olmak ve Eğitimini Fransız okullarında yapmak şartı vardı. Burcu Fransız Milli Eğitimine bağlı okullarda okuyordu. Bu büyük bir artı idi ama Fransız vatandaşı değildi. Şartları dikkatle okurken bir şey dikkatimiz çekti. Fransız vatandaşı olmak veya eğitimini Fransız Milli eğitimine bağlı okularda yapmak diyordu. İşte o veya kelimesi Burcu'yu çok istediği Fransa Gençlik Orkestrasının bir üyesi yapmaya yetti.Bir çok kişinin ve hatta hocalarının bile gözünden kaçan bu küçük kelime Burcu'nun gözünden kaçmamıştı.Ertesi gün Burcu sınav başvurusunu yaptı. Hocası ve okul müdürü sen Fransız vatandaşı değilsin, seni almazlar deyince de şartları gösteriyor ve onlar da bu işe şaşırıyordu. Burcu Paris'te okuduğu için sınava Paris'te girmesi gerekiyordu. Orkestra yetkilileri bile Burcu'nun başvurusuna şaşırmıştı.Bu güne kadar Orkestraya hiç yabancı öğrenci başvurmamışve girmemişti. Ama şartnamedeki maddeye uymak zorunda idiler. Burcu gönderilen sınav tarihinde sınav girecektı. Eğer bu sınavı kazanırsa daha sonra diğer şehirlerde kazanan diğer öğrencilerle birlikte son elemeye girecek ve onu da kazanırsa staja alınacaktı. Daha sonra da Almanya, İtalya, Fransa'da büyük bir turneye katılacaktı. Rüya gibi bir olaydı.
Rüya gerçekleşecekmiydi acaba.....

11 Kasım 2013 Pazartesi

10 Kasım 2013 Pazar

Sanat Eğitim yapacak çocuğu ya iyi seçemiyoruz veya iyi yetiştiremiyoruz........

 2000-2001 yılı Paris anılarımızı anlatmaya başlamadan önce bir konuya değinmek istiyorum. Bu arada yukarda eklediğim resmi açıklayayım. Resim günümüzden, 9 kasım 2013 tarihini taşıyor.Bu kare A.B.D Alabama Eyaletinde Kore şehitleri anıtında çekildi. Burcu Göker Alabama Eyaletinde Mobile Senfoni Orkestrası konseri için geldiğinde bu şehitliği de ziyaret etmiş ve oradaki Türk şehitliğinde Türk Bayrağı altında bu resmi çektirmiş. 10 Kasım Atamızın ölümünün 75. yılında ülkesinden bu kadar yıldır uzak bir Türk Gencinin  ülkesine, bayrağına olan büyük saygı ve sevgisini gösteren bu resim beni çok duygulandırdı. Bu duygumu sizlerle paylaşmak istedim.
 Dediğim gibi Paris'te yeni bir yılı anlatmaya başlamadan önce değineceğim bir konu var. Geçenlerde bir gazete küpürü elime geçti. 1983 tarihli bu küpür bir sınav sonucunu gösteriyordu. O zamanlar Kolej ve Anadolu Liseleri sınavları iki aşamalı ve beraber yapılırdı. Sınav sonuçları da gazetelerde ilan edilirdi. Bu küpürde 1983 yılında İstanbul Saint Benoit Fransız Lisesini kazanan öğrencilerin listesi yazılı idi. Benim için çok önemli olan bu liste bana o günlerde yaşadığımız zorlukları anımsattı.Tam 2 yıl süre ile o zaman ilkokulda okuyan büyük kızımı kolej hazırlama kurslarına taşımış. evde saatlerce test çözdürmüş ve bu sınava yoğun bir şekilde hazırlamıştım. İnanıyorum ki benim gibi bir çok aile aynı şeyleri yaptılar ve yaşadılar.İşte bu zorlu mücadele sonunda kazanan kişiler arasında kızımın adını da görünce büyük mutluluk duydum. Ülkemiz eğitim yaşamında yabancı dille eğitim yapan bir yabancı okulda yapılan eğitim köklü ve iyi bir Üniversitenin kapılarını açmakla kalmıyor, iş yaşamında da büyük başarı sağlıyordu. Nitekim büyük kızım Sait Benoit'te yaptığı eğitimin ardından çok istediği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmış ardından gene bu lisede öğrendiği Fransızcası sayesinde Paris Sorbonnne Üniversitesinde Master yapmıştı. Şu anda bir Hukuk bürosu sahibi olan kızım çok başarılı bir avukat.O sınav sonuçlarını gösteren küpür elime geçince listeye şöyle bir baktım. Listedeki isimlerin büyük çoğunluğunu tanıyorum ve hepsi ile kızım ve ben hala görüşüyoruz. Listede bulunanların çoğu şu anda toplumda, ,iş yaşamında çok başarılı yerlere gelmiş kadınlar. Hepsi iyi üniversitelerde eğitim yaptılar. Aralarında Üniversite Öğretim Üyesi, Mühendis, Doktor, Avukat, Öğretmen olan çok kişi var. Üniversiteye gitmeyen, meslek mensubu olmayan kimse yok.Bütün hanımlar meslek mensubu olduğu gibi toplum içinde aileleri , çocukları ile çok saygın yerlere gelmiş seçkin kişiler. Ve sanırım hepsi yaptıkları işten, yaşadıkları sosyal yaşamdan mutlular. Kısacası hepsi toplum ölçülerine göre çok başarılılar.
  Gelelim konunun diğer yönüne. Büyük kzımın bu eğitimine karşı küçük kızım gösterdiği büyük yetenek sonuncunda İstanbul Üniversitesi Deevlet Konservatuarı'nda  eğitime başladı. Başladığında 8 yaşında idi. Onunla birlikte gene onun gibi çok yetenekli bir çok çocuk bu eğitime başladı.Daha sonra kızım gösterdiği büyük ilerleme ve başarı sebebiyle tam zamanlı Konservatuar eğitimine yönlendirildi. Kısacası o artık müzisyenlik mesleğini seçmişti. Bu seçimi yaptığında ise 10 yaşında idi. Keza bir çok çocuk da onun gibi bu seçimi yapmıştı . Aslında bu seçimi onlar değil de ebeveynler yapmıştı. Onları da o zamanlar bu işin uzmanı sandığımız öğretmenler yönledirmişti bu seçime.Şimdi düşünüyorum, hafızamı zorluyorum, o zamanlar beraber bu savaşa başladığımız çocukları , ebeveynleri hatırlamaya gayret ediyorum.
  Ne yazık ki büyük kızımın 30 sene önce beraber yola çıktığı arkadaşlarının hepsi ortada, oysaki küçük kızımın 1990 yılında beraber yola çıktığı kişilerden eser yok. O kadar az kişiye rastlıyorumki aramalarım sonucunda. Oysaki sanat diğer mesleklere göre daha göz önünde ve bilinen  bir dal. O dalda olanların tanınması daha kolay. Ben bütün konser haberlerini takip ediyorum. Bir zamanlar büyük ümitlerle , yetenekli diye Müzisyenlik mesleğine yönlendirilen çocuklar ortada yok. veya çok azı var. Nerede  bu gençler. Şu anda ne yapıyorlar. Niçin o günlerde yetenekli olduğu için bu mesleğe yönlendirilen  çocuklar bugün konserler vermiyor, adları duyulmuyor.
  Diyeceksiniz ki ülkemizde sanat pek geçerli değil, konser imkanları az, sanatta ilerlemek zor. O zaman neden o gençler daha çok küçük yaşlarında diğer bütün kapılar kapanarak sadece sanata yönlendirildiler. Ben şu anda bir çok gencin hiçbir mesleğe mensup olmadan , mutsuz ve tatminsiz bir yaşam sürdüğünü sanıyorum.Daha doğrusu sanmıyorum, örneklerini de biliyorum. Açıkça belirteyim, bir zamanlar büyük ümitlerle sanat eğitimine başlamış , şu anda mesleğini ifa edemeyen, ya bitirememiş veya bitirip iş bulamamış bir çok genç tanıyorum. Ayrıca iş bulanlar da yetenek ve performansları ile değil şahsi güçleri ve tanıdıkları sayesinde bir yerlerdeler. Anlayacağınız ülkemizde sanat pastasından pay alanlar yetenek ve performansları ile doğru orantılı pay almıyorlar.
  Biz şanslı idik. Burcuyu çok küçük yaşında bu mesleği daha iyi öğrenebileceği ve daha iyi uygulayacağı bir ülkeye gönderdik. Şimdi özlem çekiyoruz ama bir yerlerde onun başarılı , mutlu olması bize yetiyor. Ama bir çok aile bu imkana ve cesarete sahip olamadı. Yüzlerce genç sanatçı olacağım diye okudu, çalıştı. Ayrıca bu eğitimi yaparken ne çocukluğunu, ne de gençliğini tam yaşadı. Büyük kızımın Saint Benoit günlerini hatırlıyorum. Eğlenceli ve sosyal bir gençlik yaşamı idi. Oysaki ülkemdeki Konservatuar öğrencilerinin ne zorluklarla yaşadıklarına şahidim. Değer mi bu çocuklara bu zahmeti yaşatmaya.
  Kısacası bu sabah adeta günah çıkartır gibi bir yazı oldu. Binlerce yazık olmuş, mutsuz çocuğun adına yazdım bugün. Sanat eğitimine başlamadan, çocuğunuzu yönlendirmeden iyi düşünün diye...
  Daha önceki yazılarımı okuyanlar hatırlayacaklardır. Sanatta ya iyisinizdir veya yoksunuzdur diye yazmıştım. Şu anda da şunu belirteceğim. Çocukları sanat eğitimine yönledirken meslek olarak seçme durumunda iyi düşünmek gerek. Bu çocuk bu mesleği yapacak kadar çok iyi mi diye.
  Biz bir yerde yanlış yapıyoruz. Ya çocukların seçiminde veya yetiştirlmesinde. Kısacası ya yetenekli çocukları seçemiyoruz veya seçtiğimiz yetenekli çocukları yetiştiremiyoruz. O zaman da mutsuz , yetersiz gençler yetişiyor.

6 Kasım 2013 Çarşamba

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Paris'ten uçmaya hazırlanan küçük kuş

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Paris'ten uçmaya hazırlanan küçük kuş: Yazıma kaldığım yerden anlatmaya başlamadan önce eklediğim resmi açıklamak istiyorum.Resim anlattığım yıllarda Paris'teki mütevazi öğr...

Paris'ten uçmaya hazırlanan küçük kuş

Yazıma kaldığım yerden anlatmaya başlamadan önce eklediğim resmi açıklamak istiyorum.Resim anlattığım yıllarda Paris'teki mütevazi öğrenci evimizde çekilmiştir. Resimde Paris'te tanıdığımız, daha önce de anlattığım Saniye ve Ahmet Yurdakul ailesi , çocukları Habibe, Şule ve Şakir ile gözüküyorlar. Ahmet ve Saniye kardeşimiz aslen Konya'nın Seydişehir kazasından ve uzun yıllar önce evlenerek Paris'e yerleşmişler, Bir butik çalıştıran ve büyük tanınmış firmalara giysi hazırlayan bir atölyeleri olan aile üç çocuklarını da harika yetiştirdiler. Paris'te bulunduğumuz sürece bize bir aile sıcaklığını veren dostlarımızla daha sonra da görüşmeye devam ettik ve şu anda aileden daha yakınlar bize. Demekki insanlar gurbette bu kadar yakın olabiliyorlarmış birbirlerine.
  2000 yılına giriş öykümüzü bir önceki yazımda anlatmıştım. Bu yıl Burcu'ya çok yeni kapılar açıyordu.Kasım ayında Konservatuarlar Birliği Orkestrasının sınavlarına girip başkemancı olarak çalmaya hak kazandığını yazmıştım. Bu orkestra ile ilk konseri 22 ocak 2000 tarihinde Salle Gaveau!da gereçekleşecekti. Konsere Paris'te yaşayan bütün dostlarımızı davet ettik. O gece konser salonunda önden en az üç sırada  Burcu'nun dostları oturuyordu. Herkes bu güzel konser salonuna yakışır şıklıkta giyinmiş, büyük heyecanla Burcu ve orkestrayı dinlemeye hazırdı. Salle Gaveau Paris'in en büyük konser salonlarından biri. Bu görkemli salonda ilk defa bir orkestra ile çalmak Burcu'yu da çok heyecanlandırmıştı.
  Konser çok zevkli geçti. Konser çıkışı bütün dostlarımız çıkış kapısının önünde toplanmış ve bekliyordu. Bu bir alışkanlık haline gelmişti artık. Konser bitiminde bütün tanıdıklar kapıda sözleşmiş gibi toplanıyordu. Burcu giyinip gelince hep beraber çıkılıp bir kafeye veya restorana gidiliyordu. Bu kafede aç olanlar bir şeyler yiyor ama genellikle çay, kahve veya birer kadeh bir şey içiliyordu. Herkesin kendi parası ile yaptığı bu davet gerçekten çok zevkli geçiyordu. Herkes Burcu'yu tebrik ediyor, konserin kritiği yapılıyor, kısacası müzik dolu bir gece geçiriliyordu dostlar arasında. Bu kafe sohbetleri, konserde epey gerilmiş olan sanatçılara da inanılmaz bir rahatlık ve mutluluk veriyordu.Bu alışkanlığı ondan sonra hep sürdürdük.
  Şubat ayı başında Burcu'yu bir başka sınav daha bekliyordu. A.B.D Juliard Scholl Profesörlerinden Devy Erlih bir masterclass için Paris'e gelecekti ve Nisan 2000 da yapılacak bu masterclassa katılmak için bir sınav gerekiyordu. Bu sınavı da kazanan Burcu artık Nisan ayında Devy Erlih ile çalışabilirdi.
  Farkındaysanız Burcu Paris'e de sığamamış ve Paris'te çalıştığı hocalarından başka önce Lyon daha sonra başka ülkelerden gelen hocaların da çalışmalarına katılarak ufkunu genişletme yolunu seçmişti.
  Nisan ayında 6 ve 16 Nisan tarihleri arasında 20. Printemps Musical İnternational de Provence 'de C.N.S.M Lyon Profesörü Stephane Tran Ngoc ile bir staj programına katılan Burcu bu çalışmalarda da çok beğeni almış ve 14 nisan günü Lyon Chateau des Templiers'de verdiği konserde performansı ile kendisine daha sonra A.B.D nin yolunun açılmasını sağlamıştı.
  Evet Burcu Lyon'da Prof Stephane Tran Ngoc ile daha önce de çalışmış ve bu hocanın dikkatini çekmişti. Bu olaylardan bir kaç yıl sonra aynı hoca A.B.D.Şikago Lawrence Üniversite'de görev alacak ve Burcu'nun da Amerika'ya gidiş yolu açılacaktı.
  Burcu yaşamında bir yol çizmeye çalışıyor ve iğne ile kuyu kazar gibi minik minik taşları üst üste koyarak bir gelecek inşaa ediyordu.
  Lyon'dan döndükten hemen sonra Amerika'dan gelen Devy Erlih'in masterclassı başladı. Bu çalışmalardan sonra 29 Nisan günü Auditorium des Halles'de bir konser verdiler. Burcu altı kişilik bir grup olarak Brahmsin eserini yorumluyorlardı. Beraber çaldığı diğer 5 kişinin dördü Çinli , biri İsrailli idi. Misafir gelen bir arkadaşımla birlikte bu harika konseri dinlerken gözyaşlarımı tutamadım. Bir yandan da video çekiyordum. Zaten ben Burcu'nun hiçbir konserini arkama yaslanıp seyredemedim. Hep video çekiyordum. Neyse ki son zamanlarda çekim işinde profesyonel yardım alıyorum da artık arkama yaslanıp seyredebiliyorum.
  Bütün bu çalışmalar arasında okulda rutin eğitim, konserler, oda müziği konserleri devam ediyordu tabii.
  Mayıs ayı sonunda gene Salle Gaveau'da Konservatuarlar Birliği Orkestrası konseri vardı. Bu konserlerde çok ünlü bir orkestra şefi Xavier Rist yönetiyor va çalıştırıyordu sanatçıları.
  Haziran başı gene Stephane Tran Ngoc ile Lyon'da 4 günlük bir masterclass ve bir konser daha.Galiba Burcu Stephane hocaya çok alışmıştı.
  Burcu artık şehir dışına sık sık gidiyordu. Ben Paris'te yalnız kalıyordum. İyi ki dostlarım vardı ve beni hiç yalnız bırakmıyorlardı. Sanırım benim küçük kuşum yavaş yavaş yuvadan uçmaya hazırlanıyordu. Burcu daha o zamanlardan Amerika fikrini kafasına koymuş ve yavaş yavaş işlemeye başlamıştı.
  Artık yaz tatili başlamıştı. Ülkemiz dönme ve ailemizin diğer fertleri ile hasret giderme zamanı gelmişti.

4 Kasım 2013 Pazartesi

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Paris'te yeni bir asra girerken herkes eğleniyordu...

BEN BİR KEMANCI ANNESİYİM.: Paris'te yeni bir asra girerken herkes eğleniyordu...: Burcu böyle orkestradan orkestraya, sınavdan sınava koşarken Paris'te yaşam benim için de çok zevkli bir hale gelmeye başlamıştı.Paris...

Paris'te yeni bir asra girerken herkes eğleniyordu.

Burcu böyle orkestradan orkestraya, sınavdan sınava koşarken Paris'te yaşam benim için de çok zevkli bir hale gelmeye başlamıştı.Paris Nation'da 35 metrekare bir stüdyoda kızımla geçen günlerim sanat, kültür dolu idi.Paris çok güzel bir şehirdi. He köşesinden tarih, sanat, kültür fışkıran bu şehri hergün gezmek, her gün keşfetmek çok zevkli oluyordu. Artık biraz Fransızca anlayabiliyordum. Şehri gözü kapalı planını çizecek kadar tanımıştım.Ayrıca çok dostumuz olmuştu. Bizi hiç yalnız bırakmayan bu dostlarımızla gece toplantıları, kafe buluşmaları, yemekler, şarap davetleri, sohbetler, sohbetler....
  Burcu bu sınavlara girerken sonbaharın bitip kışın yüzünü gösterdiğini fakettik birden. Paris kara ikliminde bir şehir olduğu için kasım ayında hava soğumaya başlıyordu. Evimiz çok sıcaktı ama sokak bir o kadar soğuktu. İstanbul'da bir süredir dolaplara kaldırdığım kürkümü, şapkalarımı, atkılarımı istedim her ay gelen eşimden. Belki kürk giymek hayvan sevenlerin tepkisini alabilirdi ama bu soğukta başka çarem yoktu.
  Günlerim artık kapalı mekanlarda geçmeye başlamıştı. Bu yönden Paris çok güzel bir şehir. Daha önce de bahsettim, her sokakta bir sürü kafe var. Bu kafelerde bir tek kahve ile saatlerce oturabiliyorsunuz. Ayrıca kapalı alanda sergiler, müzeler gerçekten çok ilgi çekici. Her çarşamba Louvre müzesinin bedava olduğunu öğrenmiştim. Böylece müzeyi en ücra köşesine kadar gezme şansım oldu. Sırası ile Louvre müzesi, Dorsay Müzesi ve diğer müzeler. O kadar geniş kapsamlı idi ki bu müzeler, senelerce gezseniz bitiremezsiniz.
  Bu arada parklardaki ağaçlar yapraklarını önce sarartmış, sonra dökmüştü.Paris kapkara ve soğuk bir kış yaşıyordu. Fransa Hükümeti sürekli yayın yaparak, evsizleri sokakta donmaktan kurtarmak için kiliselere ve diğer yardım kuruluşlarına sığınmaya çağırıyordu. Hatta bir gece o kadar soğuk oldu ki,gece yarısı kapanan metroyu açık bıraktılar sabaha kadar evsizler sığınsın diye. Öylesine çok evsiz vardı Paris'te.
  Bu arada yıl sonu yaklaştıkça bayramlar da başlamıştı. Önce kasım ayında Cadılar bayramını geçirdik. Ama ondan önce bütün pastane ve marketlerde ortaya çıkan bademli gatou harikaydı. Her gece eve dönerken bu kekten alıyor ve tadına vararak yiyorduk. Burcu en çok kekin içinden çıkan kral ve kraliçe taçlarını seviyordu. Keki yedikten sonra ikimiz küçücük mütevazi evimizde taçlarımızı takıp kendimizi kral ve kraliçe hayal ediyorduk.Tabii o yıllardan bana sonra verilemeyen bir sürü kilo kaldı bu kekler,pastalar sayesinde.
  Cadılar bayramı kesilip oyulan, içinde mumlar yanan balkabakları ile çok güzeldi. Herkes kendisine bir köstüm temin etmiş eğleniyordu. Tabii öncelikle çocuklar. Bir gece evde oturuyorduk, birden kapımız çaldı. Genelde evde pek kapı çalmadığı için şaşırdık. Ben kapıyı açtım, çeşitli kılıkta ve yaşta bir sürü çocuk bayramımızı kutluyordu. İnanılmaz eğlenceli bir olaydı. Ellerinde de torbalar vardı. Burcu bana bu çocuklara  şeker vermemiz gerektiğini, bunun bayramın bir adeti olduğunu söyledi. Oysa ben çocuklar için şeker almamıştım. Hemen mutfağa koştum. Türkiye'den dostlarımıza dağıtmak üzere getirdiğimiz kestane şekeri, lokum ne kadar şeker varsa aldım ve kapıda bulunan çocukların torbalarına dağıtttım. Bu bana eskiden şeker bayramlarında mahellenin çocuklarının kapıla a gelip el öpüp şeker  toplamasını anınsattı. Bizim de sitemizin çocukları aynı şekilde şeker topluyordu cadılar bayramında. Demekki ülkeler de değişse adetler hep aynı olabiliyor:Anlayacağınz insan her yerde aynı, çocuk heryerde aynı..
  Yılbaşı öncesi Paris o kadar güzel süsleniyordu ki anlatamam. Hele bahsettiğim yıl 1999 yılını bitirip 2000 yılına girecektik. bir bin yılın bitip yeni bin yılın başlaması öylesine önemli bir olaydı ki daha bir sene öncesinden Paris'in simgesi Eyfel kulesine bir gün levhası koymuşlardı. 2000 e şu kadar gün kaldı diye gösteren bu levha hergün bir sayı eksiliyor, böylece 2000 yılı yaklaşıyordu. Eyfel üzerinde 30 sayısını görünce artık son aya girdiğimizi anladık.
  Yılbaşı sebebiyle bütün sokaklarda, metro istasyonlarında hediyelik eşya standları, kulübeleri açılıyor ve heryer ışıl ışıl oluyordu. Herkes deliler gibi hediye almaya vermişti kendisini. Ayrıca dikkat ettim Batı ülkelerinde yılbaşı iki kere kutlanıyor. 24 aralık günü noel ve 31 aralık günü yeni yıl. Hatta noel daha görkemli kutlanıyor. Yeni yıl kutlaması onun kadar şaşaalı geçmiyor.Bu olay A.B.D de böyle.
  Paris'te noele yakın kar da yağmaya başlamıştı. Metro duraklarına noel konulan tahta külübeler ışıl ışıl halleri ile, sokaklar süslenen devasa çamlarla adeta çocukluğumun kartpostallarına benzemiti. Bu Andersen masallarına benzeyen şehri daha bir başka sevmeye başlamıştım noelde.
  Burcu 14 Aralıkta okul Orkestrası ile bir noel konseri verecek. sonra da yılbaşı gecesi Eglise Saint Sulpice 'de Le petit Orchestra des Lumieres ile bir yeni yıl konserinde çalacaktı.Bahsettiğim kilise Paris'in St. Germain semtinde  ve Notre Dame de Paris'ten sonra gelen büyük kiliselerden. Bir önceki yılda orada bir ayinde çalmıştı Burcu.
  Burcu'nun yılbaşı gecesi çalacak olması bizim yeni yıl programımızı konser sonrası planlamamıza sebep oluyordu.O gece Burcu , arkadaşları ve dostlarımız hep beraber once konsere gideceğiz. konser bitiminde gece yarısı bir yeni yıl yemeği yiyeceğiz , sonra da  Paris'te eğlenecektik. Havanın soğuk, karlı olması Paris'te yaşayan Fransız ve yabancıları yeni yıl programları konusunda hiç kısıtmamaıştı. Çantasına şampanyasını , kadehini alan kendini sokağa atacaktı o gece. Sabaha kadar 2000 yılının gelişi kıutlanacktı.
   Biz de dostlarımızla harika geçen bir konserden sonra soluğu Paris'in meşhur Leon lokantasında aldık. Leon deniz ürünleri ile meşhur bir lokanta. Özellikle midye konusunda çok uzmanlar. Paris'in her semtinde Leon'un şubeleri var, ama biz o gece konserin olduğu kiliseye yakın, bir Leon seçtik.
  Leon'da güşüş cümbüş yemek yerken bir kaç dakika sonra satin 12 olacağını fısıldadı garsonlar. Burcu hemen kalktı ve kemanını açtı. Saat 12 de 2000 yılına girerken keman çalmak istemişti. Bu Burcu'nun her yıl yeni yıla girerken yaptığı bir ritüeldi. Saat 12 de keman çalarken seneye girerse o sen hep keman çalacağına inanıyordu Burcu. Burcu Göker için keman yaşam, demekti, nefes almak demekti.
   Burcu'nun keman sesi lokantadaki diğer müşterileri de ilgilendirmişti. Herkes gece 12 olunca çalan bu güzel müziğe kapılmış şarkılar söylüyordu. Birden hiç tanımadığımız bir salon dolusu insanla aramızda bir gönül köprüsü kurulmuştu. Bu köprüyü de kemanı ile Burcu kurmuştu.
    O gece neşeli geçen bu yeni yıl yemeğinden sonra biz yaşı biraz büyük olanlar, dikkat edin yaşlılar demiyorum,zira o gece yaşlı yoktu, Odeon civarında bir kafeye kahve içmeye gittik. Genç olanlar da Burcu ve arkadaşları şampanyalarını, kadehlerini sırt çantalarına koyup Eyfele doğru yürüdüler. Sabah buluşmak üzere kararlaştırdık. O gece Odeon'da kafede bütün Paris halkının çeşit çeşit giysiler ile yollarda yürüdüklerini gördük. Herkes yeni bir asra delicesine eğlenerek giriyordu. Herkes biliyordu ki bu yeni asırda herşey daha zor olacaktı. Savaşlar sona ermeyecekti. İnsanlar ölecekti. Şiddet daima olacaktı. Bari bir gece herşeyi unutup eğlenmek istemişti insanlar. çok mu?