Hürriyet

4 Kasım 2013 Pazartesi

Paris'te yeni bir asra girerken herkes eğleniyordu.

Burcu böyle orkestradan orkestraya, sınavdan sınava koşarken Paris'te yaşam benim için de çok zevkli bir hale gelmeye başlamıştı.Paris Nation'da 35 metrekare bir stüdyoda kızımla geçen günlerim sanat, kültür dolu idi.Paris çok güzel bir şehirdi. He köşesinden tarih, sanat, kültür fışkıran bu şehri hergün gezmek, her gün keşfetmek çok zevkli oluyordu. Artık biraz Fransızca anlayabiliyordum. Şehri gözü kapalı planını çizecek kadar tanımıştım.Ayrıca çok dostumuz olmuştu. Bizi hiç yalnız bırakmayan bu dostlarımızla gece toplantıları, kafe buluşmaları, yemekler, şarap davetleri, sohbetler, sohbetler....
  Burcu bu sınavlara girerken sonbaharın bitip kışın yüzünü gösterdiğini fakettik birden. Paris kara ikliminde bir şehir olduğu için kasım ayında hava soğumaya başlıyordu. Evimiz çok sıcaktı ama sokak bir o kadar soğuktu. İstanbul'da bir süredir dolaplara kaldırdığım kürkümü, şapkalarımı, atkılarımı istedim her ay gelen eşimden. Belki kürk giymek hayvan sevenlerin tepkisini alabilirdi ama bu soğukta başka çarem yoktu.
  Günlerim artık kapalı mekanlarda geçmeye başlamıştı. Bu yönden Paris çok güzel bir şehir. Daha önce de bahsettim, her sokakta bir sürü kafe var. Bu kafelerde bir tek kahve ile saatlerce oturabiliyorsunuz. Ayrıca kapalı alanda sergiler, müzeler gerçekten çok ilgi çekici. Her çarşamba Louvre müzesinin bedava olduğunu öğrenmiştim. Böylece müzeyi en ücra köşesine kadar gezme şansım oldu. Sırası ile Louvre müzesi, Dorsay Müzesi ve diğer müzeler. O kadar geniş kapsamlı idi ki bu müzeler, senelerce gezseniz bitiremezsiniz.
  Bu arada parklardaki ağaçlar yapraklarını önce sarartmış, sonra dökmüştü.Paris kapkara ve soğuk bir kış yaşıyordu. Fransa Hükümeti sürekli yayın yaparak, evsizleri sokakta donmaktan kurtarmak için kiliselere ve diğer yardım kuruluşlarına sığınmaya çağırıyordu. Hatta bir gece o kadar soğuk oldu ki,gece yarısı kapanan metroyu açık bıraktılar sabaha kadar evsizler sığınsın diye. Öylesine çok evsiz vardı Paris'te.
  Bu arada yıl sonu yaklaştıkça bayramlar da başlamıştı. Önce kasım ayında Cadılar bayramını geçirdik. Ama ondan önce bütün pastane ve marketlerde ortaya çıkan bademli gatou harikaydı. Her gece eve dönerken bu kekten alıyor ve tadına vararak yiyorduk. Burcu en çok kekin içinden çıkan kral ve kraliçe taçlarını seviyordu. Keki yedikten sonra ikimiz küçücük mütevazi evimizde taçlarımızı takıp kendimizi kral ve kraliçe hayal ediyorduk.Tabii o yıllardan bana sonra verilemeyen bir sürü kilo kaldı bu kekler,pastalar sayesinde.
  Cadılar bayramı kesilip oyulan, içinde mumlar yanan balkabakları ile çok güzeldi. Herkes kendisine bir köstüm temin etmiş eğleniyordu. Tabii öncelikle çocuklar. Bir gece evde oturuyorduk, birden kapımız çaldı. Genelde evde pek kapı çalmadığı için şaşırdık. Ben kapıyı açtım, çeşitli kılıkta ve yaşta bir sürü çocuk bayramımızı kutluyordu. İnanılmaz eğlenceli bir olaydı. Ellerinde de torbalar vardı. Burcu bana bu çocuklara  şeker vermemiz gerektiğini, bunun bayramın bir adeti olduğunu söyledi. Oysa ben çocuklar için şeker almamıştım. Hemen mutfağa koştum. Türkiye'den dostlarımıza dağıtmak üzere getirdiğimiz kestane şekeri, lokum ne kadar şeker varsa aldım ve kapıda bulunan çocukların torbalarına dağıtttım. Bu bana eskiden şeker bayramlarında mahellenin çocuklarının kapıla a gelip el öpüp şeker  toplamasını anınsattı. Bizim de sitemizin çocukları aynı şekilde şeker topluyordu cadılar bayramında. Demekki ülkeler de değişse adetler hep aynı olabiliyor:Anlayacağınz insan her yerde aynı, çocuk heryerde aynı..
  Yılbaşı öncesi Paris o kadar güzel süsleniyordu ki anlatamam. Hele bahsettiğim yıl 1999 yılını bitirip 2000 yılına girecektik. bir bin yılın bitip yeni bin yılın başlaması öylesine önemli bir olaydı ki daha bir sene öncesinden Paris'in simgesi Eyfel kulesine bir gün levhası koymuşlardı. 2000 e şu kadar gün kaldı diye gösteren bu levha hergün bir sayı eksiliyor, böylece 2000 yılı yaklaşıyordu. Eyfel üzerinde 30 sayısını görünce artık son aya girdiğimizi anladık.
  Yılbaşı sebebiyle bütün sokaklarda, metro istasyonlarında hediyelik eşya standları, kulübeleri açılıyor ve heryer ışıl ışıl oluyordu. Herkes deliler gibi hediye almaya vermişti kendisini. Ayrıca dikkat ettim Batı ülkelerinde yılbaşı iki kere kutlanıyor. 24 aralık günü noel ve 31 aralık günü yeni yıl. Hatta noel daha görkemli kutlanıyor. Yeni yıl kutlaması onun kadar şaşaalı geçmiyor.Bu olay A.B.D de böyle.
  Paris'te noele yakın kar da yağmaya başlamıştı. Metro duraklarına noel konulan tahta külübeler ışıl ışıl halleri ile, sokaklar süslenen devasa çamlarla adeta çocukluğumun kartpostallarına benzemiti. Bu Andersen masallarına benzeyen şehri daha bir başka sevmeye başlamıştım noelde.
  Burcu 14 Aralıkta okul Orkestrası ile bir noel konseri verecek. sonra da yılbaşı gecesi Eglise Saint Sulpice 'de Le petit Orchestra des Lumieres ile bir yeni yıl konserinde çalacaktı.Bahsettiğim kilise Paris'in St. Germain semtinde  ve Notre Dame de Paris'ten sonra gelen büyük kiliselerden. Bir önceki yılda orada bir ayinde çalmıştı Burcu.
  Burcu'nun yılbaşı gecesi çalacak olması bizim yeni yıl programımızı konser sonrası planlamamıza sebep oluyordu.O gece Burcu , arkadaşları ve dostlarımız hep beraber once konsere gideceğiz. konser bitiminde gece yarısı bir yeni yıl yemeği yiyeceğiz , sonra da  Paris'te eğlenecektik. Havanın soğuk, karlı olması Paris'te yaşayan Fransız ve yabancıları yeni yıl programları konusunda hiç kısıtmamaıştı. Çantasına şampanyasını , kadehini alan kendini sokağa atacaktı o gece. Sabaha kadar 2000 yılının gelişi kıutlanacktı.
   Biz de dostlarımızla harika geçen bir konserden sonra soluğu Paris'in meşhur Leon lokantasında aldık. Leon deniz ürünleri ile meşhur bir lokanta. Özellikle midye konusunda çok uzmanlar. Paris'in her semtinde Leon'un şubeleri var, ama biz o gece konserin olduğu kiliseye yakın, bir Leon seçtik.
  Leon'da güşüş cümbüş yemek yerken bir kaç dakika sonra satin 12 olacağını fısıldadı garsonlar. Burcu hemen kalktı ve kemanını açtı. Saat 12 de 2000 yılına girerken keman çalmak istemişti. Bu Burcu'nun her yıl yeni yıla girerken yaptığı bir ritüeldi. Saat 12 de keman çalarken seneye girerse o sen hep keman çalacağına inanıyordu Burcu. Burcu Göker için keman yaşam, demekti, nefes almak demekti.
   Burcu'nun keman sesi lokantadaki diğer müşterileri de ilgilendirmişti. Herkes gece 12 olunca çalan bu güzel müziğe kapılmış şarkılar söylüyordu. Birden hiç tanımadığımız bir salon dolusu insanla aramızda bir gönül köprüsü kurulmuştu. Bu köprüyü de kemanı ile Burcu kurmuştu.
    O gece neşeli geçen bu yeni yıl yemeğinden sonra biz yaşı biraz büyük olanlar, dikkat edin yaşlılar demiyorum,zira o gece yaşlı yoktu, Odeon civarında bir kafeye kahve içmeye gittik. Genç olanlar da Burcu ve arkadaşları şampanyalarını, kadehlerini sırt çantalarına koyup Eyfele doğru yürüdüler. Sabah buluşmak üzere kararlaştırdık. O gece Odeon'da kafede bütün Paris halkının çeşit çeşit giysiler ile yollarda yürüdüklerini gördük. Herkes yeni bir asra delicesine eğlenerek giriyordu. Herkes biliyordu ki bu yeni asırda herşey daha zor olacaktı. Savaşlar sona ermeyecekti. İnsanlar ölecekti. Şiddet daima olacaktı. Bari bir gece herşeyi unutup eğlenmek istemişti insanlar. çok mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder