Hürriyet

31 Ocak 2013 Perşembe

Burcu Göker ve ablası Fransa'ya gidiyor.




  1993 yılının son günleri orta 3.sınıf öğrencisi olan Burcu Göker'in yoğun dersleri, kafe konser calışmaları arasında ,nisan 1994 de Fransa'da katılacağı masterclasın çalışmaları ile çok yoğun geçti. Gidiş için yapılan çeşitli planlar sonucunda abla okulundan 10 gün izin almayı kabul etti. Öncelikle Madam Gazeau'dan kurs ile ilgili dökümanları göndermesini rica ettik. Gelen formları incelediğimizde hakikaten masterclasın çok verimli olacağını ve Burcu'nun sadece Madam Gazeau ile değil, bir çok ünlü sanatçı ile de çalışma imkanı bulacağını anladık.
  Ebru hemen masterclasın yapılacağı Akademiye telefon açarak bazı bilgiler öğrenmek istedi. Yapılan görüşme neticesinde bu kurs süresince Burcu'nun akademi de diğer kursiyerlerle yatılı yalnız kalacağı, Burcu Fransızca bilmediği için ona İngilizce bilen bir yardımcı tahsis edileceğini, fakat bir ebeveyninin de kursun yapılacağı yere yakın yatılı kalması gerektiğini öğrendik. Akademi aldığı bütün bu tedbirlerde haklı idi. Küçük çocuk hasta falan olurdu. yakında bir ebeveyn olması gerekti.
  Burcu 10 gün Rambouıllet'de Akademide yatılı kalacak, Ebru ise yakınlarda bir otelde kalacaktı.Bütün bu planlamalar yapıldıktan sonra iş Ebru ve Burcu'ya Fransa vizesi almaya, uçak biletlerini almaya gelmişti. Tabii bu arada Burcu okulundan nasıl izin alacaktı. Önceleri Burcu'nun yurt dışına gidiş fikrine sıcak bakar gibi gözüken öğretmenlerimiz iş ciddiye binmeye başlayınca problem çıkartmaya başlamışlardı. Hiçbir şekilde okul Burcu'ya bu 10 günlük izni vermezdi.Tek çaremiz bir hastaneden rapor almaktı. Burcu'nun mesleki gelişimi için bu yalana uymak zorunda idik.Gönlümüz hiç istemese de bunu yapacaktık. Oysa ki Burcu  öğretmenlerinin kendi istekleri ve destekleri ile bu çalışmalara gitmek ne kadar çok isterdi. Bu şekilde öğrencilerini başka hocalarla çalışmaya, yurt dışı açılımlara yönlendiren hocalar yok mu. var. Ne yazık ki biz rastlamamıştık öylesine.
  Burcu'nun raporu, ablasının Üniversiteden izni, vizeler,uçak biletleri ve para hazırdı. En önemlisi para. Burcu'nun babası bir özel şirkette aylıkla çalışan, Üniversite mezunu bir elemandı. Evet ülke ölçülerine göre iyi ücret alıyordu ama ben çalışmıyordum. Zira Burcu'nun Konservatuar trafiğini uyarlamak için işimi feda etmiştim. Zaten ben de çalışan bir anne olsaydım sanırım Burcu ,Burcu Göker olamazdı.
  Para işi de bir şekilde haloldu. Çok bir paraya ihtiyaçları olmayacaktı. Akademi para yönünden Burcu'ya en fazla toleransı göstermişti.
  Masterclas tarihinden iki gün önce Burcu ve Ebru'yu Paris uçağına bindirdik. Burcu, ablası, kemanı ve notaları, Ayrıca Burcu'nun bavulunda bir torba da ilaç.Olurya oralarda kış kıyamet hasta olur. Zayıf çocuk, vitamınler, öksürük şurupları, pastiller,Ateş düşürücüler vs.
  Ebru ve Burcu önce Paris'e inecekler oradan trenle Rambouıllet'e geçeceklerdi. Akademi Paris'e trenle 35 dakika mesafede Rambouıllet'te idi.
  Ebru , Burcu'yu önce Akademiye teslim edecek, oradan da kendi kalacağı ve eksik olmasınlar Akademi yöneticilerinin ayarladığı aynı kasabada bir otele geçecekti.
  Biz bütün bunların gerçekleşmesini büyük bir heyecanla İstanbul'da bekledik. Burcu ilk defa ailesinin tüm bireylerinden uzak bir dönem geçirecekti.Üstelik dilini hiç bilmediği, tanımadığı bir ortamda.
  Neyse Ebru gece aradığında herşeyin planlanan gibi gerçekleştiğini öğrendik. Ebru yaşamından çok memnundu. Rambouıllet'te 1500 yıllardan kalma bir binanın günümüze uyarlanmış otelinde kalıyordu. Aynı tarihlerde o bölgede başka bir sanat kursu öğrencileri de aynı otelde kalıyordu ve Ebru hemen onlarla kaynaşmış ve arkadaş olmuştu bile.
  Burcu'dan ise bıraktıktan sonra haber alamamıştık. Ertesi sabah ben Akademiye telefon ettim.Tabii Fransızca bilmediğim için İngilizce Burcu Göker'in annesi olduğumu ve görüşmek istediğimi söyledim. Akademi yetkilisi hanım kurallar gereği öğrencilerle konuşmanın imkansız olduğunu sadece iyi, sorun yok diye haber vereceklerini söyledi. Kısacası evladımla konuşamamıştım.Bu ne sıkı kuraldı böyle.
  İlk 4 gün Burcu'dan hiç haber alamadık. 4.günün akşamı telefon çaldı. Karşımda Burcu vardı. Sevinçle konuşuyordu. Meğer Burcu 4 gün sonra ağlamış, ablamı görmek istiyorum demiş. Bütün kuralları çiğneyerek bir gece izin vermişler, ablayı aramışlar. Ebru gelip kardeşini almış, beraberce pizzacıya gitmişler. sonra da Ebru'nun otelinde koyun koyuna yatmışlar. Burcu ablasına kavuşmanın sevinci ile deliksiz uyumuş ve ertesi sabah erkenden Akademinin  talimatı ile Burcu'yu okula teslim etmiş ablası. Bu arada bize de telefon etmişler. Tabii Burcu'nun kursla ilgili izlenimlerini sordum hemen. 'Harika şeyler öğreniyorum. Oda müziği grubu yapıldı, Orkestra çalışmaları var, ve konserler olacak,her gece hocalarımızın konserlerı var.'diye mutlulukla anlatıyordu.
  10 gün bize biraz zor geçti. Hergün Ebru ile konuşuyorduk ama Burcu ile bir daha konuşamadık.Masterclasın biteceği gün Ebru okula davet edilmiş. Akademide Madam Gazeau ve diğer hocalar Burcu'nun nekadar büyük bir yetenek olduğunu ve inanılmaz çabuk öğrenip geliştiğini söylemişler. O kadar çabuk ilerliyormuş ki sadece kursa katılan öğrencilerden kurulu ve ünlü kontrobasçı  Bernard Cazuran 'ın yönettiği orkestranın başkemancılığına seçilmiş ve son gün yapılacak konserde başkemancı olarak çalacakmış.
  Dikkatinizi çekmek isterim. Burcu Türkiyedeki okulunda orkestra , oda müziği dersi görmemişti daha.Zira bu çalışmalar daha üst sınıflarda başlıyor ülkemizde. Ayrıca orada seçildiği orkestradaki diğer öğrenciler Burcu'dan en az 3 yaş büyük. Yukarda ilave ettiğim resim de bu yaş farkı iyi anlaşılıyor.
  O gece Ebru bize telefonda bunları anlatırken ben ve eşim mutluluktan ağlayacaktık neredeyse. Ertesi gece konser vardı ve Burcu'nun konsere çıkacak elbisesi de yoktu yanında. Hemen bir şeyler uydurulması gerekti.
  Ertesi günü, konseri ve daha sonrasını bir sonraki yazım da yazayım isterseniz.

30 Ocak 2013 Çarşamba

Burcu Göker masterclasa gidecek.

Yukardaki resim Paris Ulusal Konservatuarı Prof.Sylvie Gazeau ile Burcu Göker'in ilk çalışmalarında çekilmiştir.
 Eylül 1993 de İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı orta 3 sınıfta tam zamanlı keman öğrencisi olarak eğitim dönemine başlayan Burcu henüz 11.5 yaşında idi ve sınıf arkadaşlarından en az 2 yaş küçüktü. Zaten zayıf ve çelimsiz olan Burcu sınıfında yaşça kendinden büyük öğrenciler arasında adeta biblo gibi duruyordu. Bu olay bazı öğretmenlerce sempati ile karşılansa bile olaya pek sevgi ile yaklaşmayan öğretmenle de vardı.Bir çocuğun zeka ve yetenek olarak diğerlerinden farklı ve ileri olabileceğini kabul etmeyen bu kişiler tek tip insan eğitiminin etkisi ile bu kadar küçük çocuğun bu sınıfta ne işi olduğunu sorgulayıp duruyordu. Sanıyorlardı ki ben veya Burcu'nun meslek öğretmenleri kendi egomuzu tatmin için bu küçücük çocuğun omuzlarına böylesine büyük bir yükü konduruyorduk. Oysa ki bu olayı isteyen sadece Burcu idi ve biz onun istekleri doğrultusunda hareket ediyorduk.
  Anlayacağınız Burcu kendinden iki yaş büyük ki ergen  yaşta bu fark epey bir fark oluyor,öğrencilerin arasında kendini kabul ettirmek, öğretmenlerine hakikaten üstünlüğünü her daim ispatlamak ve çalışmak, çalışmak, çok çalışmak zorunda idi. Bu kargaşada bale artık ikinci plana itilmiş ve çok istediği halde devam edemez olmuştu.
 Tabii Burcu sınıf derslerini çalışmak yanında gene kafe konserlerin ilk sanatçısı idi. Muntazaman her ay konserlere yazılıyor ve artık küçük basit parçalar yerine bilinen bestecilerin sonatlarından örnekler yorumluyordu. Ben de bir video kamera edinmiştim. Burcu'nun bütün konserlerini kayda alıyordum. Sony marka bu kamera çok ağır ve bugünkülere hiç benzemeyen bir şekilde idi. Ben her konserde televizyon kameramanı gibi koca bir kamera elimde çekip duruyordum. Şimdi düşünüyorum da ne kadar güçlü imişiz.
  Bu arada Burcu'nun hafta sonu ek dersleri devam ediyordu. Yurt dışına gitmesi planlandığı için yabancı diline daha ağırlık vermiştik.Okulda İngilizce dersi vardı ama bu bizim planladığımız yaşam için yeterli olmayacaktı. Hafta sonları lisan dersanesine başlamıştı Burcu. Ayrıca solfejden de takviye yapıyorduk.
  9 Aralık 1993 günü Burcu gene bir kafe konserde çalmıştı. Bu sefer yorumladığı eser Rubinstein'in Allegro Moderatosu idi. Artık Burcu konserde ilk olarak çıkmıyordu. Ondan daha küçük ,bir sınıf alttaki öğrencilerden de örnekler çıkartmaya başlamıştı öğretmenler. Bu da Burcu'nun Konservatuar tarihinde yarattığı bir yenilikti.
  O gece kafekonserden sonra yorgun olarak eve döndüğümüzde birden telefon çalması ile irkildik. Telefon Fransa'dan geliyordu. Ben yeteri kadar Fransızca konuşamadığım için telefonu hemen Saint Benoit mezunu büyük kızıma verdim.Anladığım kadarı ile arayan Burcu'nun ağustos ayında Lyon'da çalıştığı Prof Sylvie Gazeau idi. Konuşmanın mahiyetini anlamıyordum. Oldukça uzun süren bu konuşmadan sonra Ebru telefonu kapattı.Hepimiz merakla konuşmanın mahiyetini bekliyorduk.
  Prof Gazeau nisan ayında Paris yakınlarındaki Academie de Musıque Rambouıllet'de gerçekleşecek masterclas çalışmasına Burcu'yu davet ediyordu.
   Kemanda Sylvie Gazeau, Raphael Oleg,Gerard Jarry ve daha bir çok ünlü kemancının öğretmen olarak görev aldığı bu masterclas viyola, kontrobas,viyolensel,flüt,piyano  dallarında da bir çok ünlü sanatçının ders vereceği bir sanat şöleni idi adeta.10 gün sürecek bu masterclas hergün öğretmenlerin ve kursiyerlerin solo ve  oda müziği konserleri ile devam edecekti. Madam Gazeau Burcu'yu kendi öğrencisi olarak müzik alemine lanse deceğini ve Burcuyu mutlaka beklediğini de belirtiyordu. Bu olay eğer gidebilirse Burcu için çok güzel kapıların açılacağı harika bir fırsat olacaktı. Birçok başka ülkeden gelmiş sanatçı adayı ile tanışacak, bir çok ünlü sanatçı tarafından dinlenecek, herşeyden önce profesyonel pazara çıkmış olacaktı. Tanınmasına büyük yardım olacak bu kursa mutlaka katılması lazımdı.Ama nasıl.
  Biz hemen bunları düşünürken birden aklıma Madam Gazeau'nun daha ilk görüşte söylediği ve Ebru'nun  bize aktardığı bir söz geldi.Burcu'nun yeteneği karşısında hayran kalan Madam siz beni aramasanız  ben sizin peşinizi bırakmam.böyle büyük bir yeteneği bırakmam artık demiş.Hakikaten Madam Gazeau dediğini yapmış ve Burcu'nun peşini bırakmamıştı.
  Şimdi sorun bu masterclasa Burcu'nun nasıl gideceği idi. Zira o tarih İstanbul'da eğitimin olduğu bir tarihti.Okuldan 10 gün uzaklaşması imkansızdı. Ayrıca kiminle gidecekti. Burcu yalnız gidemezdi. Ablasından başka beraber gidecek kimse düşünülemezdi çünkü aramızda Fransızca bilen tek kişi o idi. Ama ablanın da o günlerde okulu vardı. Hadi bu olayı ayarladık, ikisinin gidiş ücreti epey para tutacaktı. Gerçi Madam Gazeau Burcu için masterclas ücreti alınmayacağını belirtmişti ama yol parası, ikamet parası epey tutacaktı.
  Kısacası epey bir sorun vardı halledecek .Biz bu sorunları nasıl halledecektik. Ama halletmek zorunda idik.

29 Ocak 2013 Salı

Burcu Göker,Orta 3 üncü sınıfa atlıyor.

  Bu bloguma  BurcuGöker'in İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı'ndaki  ilk konserinde çekilmiş resmini koydum.
1993 Yılının Ağustos ayı sonunda Türkiye'ye dönen Burcu hemen orta ikinci sınıfın derslerinden sınıf atlama sınavlarına girmek üzere hazırlanmaya başlamıştı.Keman, solfej,yardımcı piyano gibi meslek derslerinde zaten çok ileri olduğundan sınıf atlama sınavları bu derslerde sorun değildi.
 Ama orta ikinin 6 tane kültür dersi Türkçe, İngilizce, Fen Bilgisi. Sosyal Bilgiler,Matematik,Din Dersi çalışma gerektiren derslerdi.Evimizde yoğun bir çalışma temposu başlamıştı. Ben bütün işi gücü bırakıp bu dersleri Burcu'ya öğretmek zorunda idim. Yoksa çocuğun eline kitabı ver, kendi çalışsın lüksünü yaşayacak zamanımız yoktu. Zaman çok dardı ve konular çok fazla idi.
  Ayrıca başka bir sorunla karşı karşıya idik. Meslek dersleri öğretmenleri Burcu'nun sınıf atlamasını şiddetle desteklerken kültür öğretmenleri sınıf atlamayı gereksiz buluyordu. Onlara göre zaten sınıf arkadaşlarından bir yaş küçük, çünkü Burcu okula erken başlamıştı, bu çelimsiz çocuğun sınıf atlamasına gerek yoktu. Sınıf atlamazsa, meslek derslerindeki aşırı hızlı ilerlemesinin uzun dönemde aksaklık yaratacağı ve kendi düzeyindeki meslek gelişimindeki kişilerle okumasının gerekliliği kültür öğretmenlerine izah edildiği halde öğretmenler bir türlü ikna olmuyorlardı.
  Bu durumda bir tek çare vardı. Kültür  derslerinden de aynen meslek derslerinde olduğu gibi çok yüksek puanlar alırsa ancak kültür öğretmenleri ikna olabilirlerdi. Kültür derslerinde geçme notu 100 üzerinden 50 iken Burcu 100 üzerinden en az 90 falan almalı idi ki öğretmenler ikna olsun. Bu şartlarda kültür derslerini de çok çalışmak gerekiyordu.
  Bu arada sadece körü körüne ezbere dayalı bir ders çalışma sistemi değil, yaşamın içinde yer alan ve sebep sonuç ilişkisine dayalı bir çalışma uygularsak Burcu'nun sıkılmayacağını ve daha başarılı olacağını anladım. Oturup kitaplardan ders ezberlemek yerine yaşamın içinde , yürüyerek, konuşarak ders çalışıyor ve farkında olmadan Burcu hem bir çok şey öğreniyor, hem de derslerini çalışmış oluyordu.
 Bu oldukça zor dönem tüm aile bireylerimizin çok büyük özverisi ile kazasız geçti.Eşim büyük bir olgunlukla ev işlerinin, yemeğin, eksikliğini konu etmeden, bazen benim tersliklerime katlanarak, büyük kızım ise bana çok yardımcı olarak bu dönemi atlattık. Bu arada büyük kızım da İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesinde okuyordu ve onun da eylül sınavları vardı.
  Eylül ayında ders yılı başlarken Burcu artık orta 3 sınıf öğrencisi idi. Zor bir dönem geçirmiştik ama Burcu çok başarılı olmuş 3ü meslek, 6 si kültür dersi olan 9 dersten 7 sinden 90 ve 100 alarak Öğretmenlerine küçük bir çocuğun da istenirse başarılı olacağını ispatlamıştı. Sadece din dersi ve Türkçeden 80 almıştı.Bu arada sınav zamanında komik olaylar da olmadı değil. Bu sınavlar Burcu için özel yapılmıyordu. Burcu eylül ayında orta ikinci sınıf bütünleme sınavlarına giriyordu. Bütünleme sınavları bir kaç güne sığdırılmış sınavlardı. Bu durumda aynı gün iki veya üç sınav olabiliyordu. Tabii birtek Burcu hepsine birden giriyordu. Diğer öğrenciler tek veya iki dersten bütünlemeye kaldıkları için bir günde üç sınav onları pek etkilemiyordu. Burcu aynı gün Türkçe, din dersi ve Sosyal Bilgiler sınavlarına girmek zorunda kaldı . Saat 9 da Türkçe, 14.00 de Sosyal Bilgiler ve 16,00 da Din dersi. Düşünebiliyormusunuz 11 yaşında bir çocuk ve aynı gün üç farklı sınav.
Ve bu üç sınavdan da en az 90 alma baskısı.
 Ben Burcu Göker'in  yaptıklarını yapamazdım. Bunu her zaman belirtiyorum.
 Bir sonraki yazımda orta üç okul hayatımızı ve yurt dışı tecrübelerimizi anlatmaya devam edeceğim.

28 Ocak 2013 Pazartesi

Türkiye Ne kadar Şanslı Olduğunu Biliyormu

  Burcu'yu Lyon hava alanından ablası ve Coutier Ailesi beraberce teslim almışlar. Teslim almışlar diyorum , çünkü Burcu adeta bir kargo gibi imzalı, yazılı falan gitti. Büyük kızım Ebru'yu Provance'deki kamptan sonra evlerinde misafir eden ve Burcu'yu da Fransa'da bulunduğu sürece misafir etmeyi taahüt eden ve vize almamızı sağlayan Coutier ailesi biri Burcu kadar oğlan , diğeri iki yaş daha büyük iki çocuğa sahip genç bir Fransız ailesi. Daha sonraları da sık sık temas ettiğimiz ve halen haberleştiğimiz aile Provance'de Ville Franche'de oturuyorlar.
 Burcu'yu havaalanından aldıktan sonra bir otomobil yolculuğu ile Provance'deki evlerine gelen aile o günü dinlenme ve çevre gezisi ile geçireceklerini, ertesi gün ise daha önceden telefon açıp randevu aldıkları Keman profesörü Silvie Gazeau'nun evine gideceklerini akşam telefonda anlattılar. Bu arada Burcu yeni bir ortam, yeni bir ülke ve yeni arkadaşlar sebebiyle çok mutlu idi. Ayrıca en çok sevdiği kişi olan ablası da yanında idi. Telefona Burcu'yu istedim.Amacım yaşamında ilk defa uçağa binen Burcu'ya izlenimlerini sormaktı. Burcu büyük bir ciddiyetle uçağı çok sevdiğini, verilen bütün ikramları yediğini, yiyemediklerini ise çantasına koyup aldığını söyledi. 11 yaşındaki bu çocuğun yaşama yaklaşım  cesareti kadar ,uçaktaki ikramları alıp çantasına koyması da bana çok ilginç gelmişti.Yemeğe hiç düşkün olmayan Burcu'nun bu hareketi neden yaptığını uzun süre kendi kendime sorguladım. Sonunda yemediği anlaşılırsa uçakta azar falan işiteceğini sandı, bir sorun çıkmasın diye alıp sakladı gibi bir çözüm geldi aklıma. Ailesinden uzak, hiç tanımadığı, dilini bilmediği bir ülkeye gitmek üzere uçağa binen ve uçakta Türkçe bilmeyen hosteslerle karşılaşan küçücük bir çocuğun o anlardaki ruh halini anlamak için empati yapmaya çalıştım ama başaramadım.
  Ertesi gün Burcu, ablası ve Coutier ailesinin annesi beraberce madam Gazeau'nun verdiği ev adresinde ziyarete gittiler. Daha sonra Ebru anlatıyor. Verilen adrese gittiklerinde normal bir evle karşılaşacaklarını uman bizimkiler karşılarında bağlık büyük bir arazi içinde bir şato gördüklerinde şaşırmışlar, hatta madam Coutier'in şaşkınlıktan dili tutulmuş. Burcu'ları  daha önceden tanıyormışcasına ilgi ve sevgi ile karşılayan Madam Gazeau 50 yaş cıvarında tipik bir Fransız kadını imiş. Daha sonra madamın eşinin kont olduğunu ve arazinin ve şatonun ona ait olduğunu, hatta o araziden elde edilen üzümlerle yapılan şarapların çok değerli olduğunu öğrendik.Bu durumda Madam Gazeau kontes oluyor ama  daha sonra yıllarca o hanımla çok yakın olduk. İnanın bana hiç de düşündüğümüz gibi burnu büyük  bir kontes havasında değil, aksine son derece mütevazi ve sevecendi.
  Burcu Madam Gazeau'ya küçücük kemanı ile parçalar çalmış. Ebru anlatıyor. Her parçada Madamın şaşkınlığı bir kat daha artıyormuş.
 Burcu'nun çaldığı eserler bitince Madam Ebru'ya dönmüş ve 'Türkiye bu kadar yetenekli bir çocuğa sahip olmakla ne kadar şanslı olduğunun farkında mı 'diye sormuş.
  Burcu'yu inanılmaz yetenekli bulan Prof. ona kaç gün kalacaklarını, ilerisi için planlarının neler olduğunu sormuş. 10 gün kalacaklardı. Bu süre içinde Burcu ile hiçbir ücret almadan 3 ders yapacağını ve en kısa zamanda bu çocuğun Paris Konservatuarına gelip eğitime başlaması gerektiğini de sözlerine eklemiş.
  O gün dersten sonra Burcu Coutierlerin çocukları ile bahçede oynarken Ebru telefonda bize bunları anlattı. Böyle bir uzmandan duyduğumuz ve doğru yolda olduğumuz bildiren bu konuşma içimizi rahatlatmıştı ama başka bir sorunu da beraberinde getirmişti. Burcu'nun en yakın zamanda yurt dışında eğitime gitmesi gerekiyordu ama nasıl.
  Burcu ablası ile Coutierlerde kaldığı 10 gün süresince harika vakit geçirdi.çocuklarla yaptıkları oyunlar, balık avları, göl gezileri, havuz yüzmeleri, lavanta tarlalarındaki oyunlar şehir yaşamı içinden giden Burcu için bambaşka bir yaşamın varlığını gösteriyordu. Bu süre zarfında Madam Gazeau ile 3 ders yapmış, Madam Burcu'nun  öğrenme hızı karşısında bir kez daha şakınlığa uğramıştı. Burcu çok hızla öğreniyordu.
  Tatil ve eğitim amaçlı bu günlerin sonunda Madam Gazeau Burcu'nun İstanbul'daki öğretmenine bir mektup yazıp bundan sonra yapacakları konusunda tavsiyelerde bulundu. 6 ağustos 1993 tarihli ve orijinalı Fransızca olan ve Burcu'nun ne kadar büyük yetenek olduğu , neler yapması gerektiğini belirten bu mektup halen dosyasındadır.
  Burcu ablası ile Lyon'dan kalkan Air France İstanbul uçağına binerken geride gözü yaşlı iki küçük arkadaş bırakmıştı. Kendisi ise çok güzel müzik tecrübeleri ve harika anılarla doldurmuştu beynini.
  Artık yurt dışı eğitimin hafif hafif tozunu yutan Burcu için yeni bir kapı açılmıştı. Ama acilen İstanbul'a gelmesi ve eylül ayında başlayacak sınıf atlama sınavlarına girmesi gerekiyordu.
 


24 Ocak 2013 Perşembe

Burcu İlk defa yurt dışına çıkacak.

  Şimdi yukardaki resme bakıp bu küçük çocuğun bu blogda ne işi var diye düşünenler olabilir.Bütün bu olaylar olurken Burcu bu kadar bir çocuktu.
  Biz bir yandan sınıf atlama hazırlıkları için iki sınıfın dersini çalışırken, diğer yandan sınıf atlama olayının hukuki ve bürokratik yönlerini araştırırken bir yandan da başka alternatifler arıyorduk.
  Hala içimiz Burcu'nun müzik eğitimi konusunda yeteri kadar rahat değildi.Okulun düzensiz oluşu, öğretmenlerin özellikle meslek öğretmenin genç ve fazlaca tecrübesiz ve pedagojik formasyondan uzak oluşu ,okuldaki vurdumduymaz tutum müzik eğitimin güvenilirliğini sarsmıştı bizim için.Hala kafamızda acaba sorusu vardı. Bir uzmanından özellikle yurt dışında adı dünyaca duyulmuş okulların mensuplarından doğru yolda olduğumuza dair olur almadıkça içimiz rahat etmeyecekti.
  Sorarım size. Siz de canınızdan değerli yavrunuzu hiç bilmediğiniz bir ormana gerekli emniyet tedbirlerini almadan gönderebilirmisiniz. Veya derinliğini bilmediğiniz bir denize can simidi olmadan, korumadan atarmısınız. Yapamazsınız.Onun için kimse bizi yadırgamasın.
  Sanırım şansımız yaver gitti. Bir yıl önce büyük kızım Fransa'ya bir sınav kazanarak yaz tatilinde bir kampa gitmişti.Gittiği kampın son günlerinde bir yarışma yapılmış.Çeşitli ülkelerden gelen gençlerin toplandığı kampta yapılan yarışmanın konsepti Ülkesini en iyi temsil edecek genci seçmekmiş.Ödül ise aynı kampa bir sonraki yıl tekrar gitme. Büyük kızım bu yarışmada ülkesini o kadar güzel temsil etmiş ki kazandı ve bir sonraki yıl aynı kampa Fransa'ya gitme hakkını elde etti. Bu olayın gerçekleşeceği yaz Burcu'nun orta 1 den orta 3 e sınıf atlayacağı planlanan yaz
  Bu arada biz de sınıf atlama ile ilgili bütün bürokratik bilgileri toparladık İş sadece Burcu'nun yıl sonunda yapılacak meslek dersleri sınavlarından en yüksek notu almasına ve eylül ayında yapılacak 12 sınavdan geçer not almasına gelmişti.
  Biz bu yaza bir başka olayı da sığdırmak istiyorduk.Madem ablası Fransa'ya gidecekti Burcu da ablası ordayken bir haftalığına gidebilir ve Müzik eğitiminin beşiği sayılan ve cumhuriyet dönemi harika çocuklarımızın hepsinin yolunun geçtiği Paris'te bir uzman öğretmene dinletilebilirdi.
  Şimdi hayal gibi gelen bu tasarı gerçekleşti. Ben inanıyorum ki bir kişi bir işi isterse ne zorluk olursa olsun  gerçekleştirebilir.
  Büyük kızım kamp için Lyon'a gidecekti, kamp bitiminde de bir Fransız ailenin 15 gün misafiri olacaktı Provance'de Yani Fransa'nın güneyindeki taşrada.
  Bu arada Paris Konservatuarından bir hoca bulabilirsek ve kardeşini de buradan gönderebilirsek Burcu'yu o hocaya Paris'te dinletebilirdi. Paris Ulusal Konservatuarından hoca bulma işini o sıralar bir Fransa gezisi yapan yakın bir arkadaşım halletti.Paris Ulusal Konservatuarından Prof. Silvie Gazeau'nun ismini, tel nosunu ve adresini almıştık. İş şimdi diğer detaylara kalıyordu.
  Bu arada yıl sonu sınavları da yaklaşmıştı. Burcu bir yandan iki sınıfın derslerini çalışıyor, bir yandan da bir süre sonra belki gideceği yurt dışı seyahatının  heyecanını yaşıyordu. Önce Paris'teki  Prof. Silvie Gazeau ile telefonla konuşuldu. Hoca Burcu'yu dinleme fikrine sıcak baktı. İş Burcu ile Ebru Paris'e nasıl gidecekti.Kimseyi tanımıyorduk Paris'te, nerede kalacaklardı. Hadi Ebru Fransız okulunda okuduğu için fransızca çok iyi biliyordu ama. Bu arada Ebru yani büyük kızım çok cesurdu. Geçen yıl da Fransa'ya gitmenin verdiği özgüvenle kardeşimle otelde kalırım diyordu.
  O telefon görüşmesi sırasında bir şey oldu.Ebru madam Gazeau ile konuşurken Provance'de olacağını söyleyınce karşıdan gelen sesi ben bile duydum. Hocamız da yazın Provance'deki yazlık evinde olacağını ve Burcu ile Ebru'nun Paris'e gelmesinin gerekmediğini söylüyordu. Bu harika olay karşısında telefon karşısındaki tüm aile sevinç çığlıkları attık. Şimdi iş Burcu'nun gidiş tarihini tesbit edip pasaport, uçak bileti gibi olayları halletmekteydi.
  Bütün bunlar olurken Burcu yılsonu sınıf geçme sınavlarında 100 puan alarak sınıf atlamaya da hak kazanmıştı. O konuda gereken başvuruyu yapıp dilekçemizi vermiştik.
  Tek başına yurt dışına çıkacak 11 yaşındaki Burcu'ya pasaport almak, anne baba olarak yanlız çıkması için noterden izin çıkartarak, uçak biletini alarak günler geçti.Ebru önceden gitmişti. Bu arada yanında kalacağı aile ile konuşmuş ve kardeşini de misafir edip etmeyeceklerinin olurunu almıştı. Zira Fransızlar emrıvakiden hiç hoşlanmaz. Davetsiz misafir kabul etmeyebilirlerdi.
  Aileden gelen davet mektubuna göre Fransız konsolosluğuna vize başvurusu yapıldı.Sabah saat 5 lerde Beyoğlunda Fransız konsolosluğunun kapısında bekleyip, ezilmeden içeri girip vize  almanın zorluğunu anlıyorsunuz sanırım.
  Air France'den bilet de alınınca işimiz kolayladı. Galiba Burcu gidiyordu.
 Çok küçük olduğu için fazla bagajı olmasın diye bir küçük sırt çantasına iki tişort ,iç çamaşırı ve bir şort koyduk. Elinde kemanı olacaktı.
 Bu arada aylardan 1993 yılı temmuz. Yaz tatilimiz İde ihmal etmemek için aralarda yazlığa gidiyoruz ve Burcu inanılmaz yanmış, saçları da sapsarı olmuş.
  O gün Yeşilköy Atatürk Hava Limanında sırtında çantası, elinde küçük kemanı, sarı saçlı, yanık tenli , mavİ salopetli küçük kız Air France hostesinin elinden tutup giderken arkasından bakakaldım. Boynunda bir zarf asılı idi ve içinde pasaportu, bileti vardı. Sanki kargo teslim etmişiz gibi bize bir teslim belgesi imzalatılmıştı.Pasaport  kontrolünü geçip giderken hiç arkasına dönüp bakmadı Burcu. Babası ve ben uçak kalkana kadar bekledik.Ben o gün ilk defa çocuğumu yalnız başına yurt dışına gönderiyordum. Hiç ağlamadım.Ondan sonra da bu prensip oldu. hiçbir gidişinde ağlamadım.Madem Burcu bu kadar güçlü idi onun ebevenleri olarak da bize onun kadar güçlü olnak düşüyordu.
  O gün uçakta Burcu hiç konuşmamış.Sadece kendisine  bir şey isteyip  istemediğini soran hostese Vi mersi, no mersi diye cevap vermiş. Yanında bir yaşlı hanım varmış, konuşmak istemiş, konuşmamış Burcu. Kadıncağız sanırım oldukça esmer tenli, sarı saçlı bu küçük kızın orijinini çok merak etmiştir.
 O gün ablasının Lyon hava alanından Burcu'yu teslim aldığına dair imzalı belge gelince içimiz rahat etti.Artık Burcu emin ellerde idi.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Konservatuar orta birinci sınıfta eğitim.

 Eylül 1992 de Burcu Tam zamanlı müzik eğitimine başladı. Normal orta okul 1.sınıf kültür derslerinin yanısıra meslek derslerini de okuduğu yoğun bir ders programı içinde idi.
  10 yaşında bir çocuk orta 1 dersleri olan fen bilgisi, matematik, cumhuriyet tarihi, din dersi,ve diğer derslerin yanısıra keman,solfej gibi ağırlıklı meslek derslerinin de eğitimini görüyor, akşam eve döndüğünde de diğer derslerin ödevlerini hazırlamanın yanısıra her gün yapması gereken keman pratiğini ve solfej çalışmalarını yapıyordu. Ayrıca gene orta 1 de başlayan piyano dersi de ilave dersler arasında idi.
 Bu kadar yoğun dersler,okulun çok konforsuz ve hijyenden uzak durumu müzik aşkı ile dolu olan Burcu'ya hiç geliyordu. Ders saatleri,okulun giriş çıkış saatleri normal okullar gibi belirli olmadığından bir okul servisi olayı da yoktu. Her öğrenci okula kendi gelip gitmek zorunda idi. Bu da zaten yaşca da kendi sınıfı için küçük olan Burcu için çok zordu. Dolayısı ile bana daha büyük iş düşmüştü. Her sabah Burcu'yu Kadıköy'e okula bırakıyor, çıkış saatine göre gidip alıyordum. Genelde çıkış saatleri hep değişiyordu. Ya başka öğrencilerin ders saati kaydığı için veya öğretmenlerin saat kavramının biraz eksikliğinden akşam okuldan çıkış saati hiç belli değildi.
  Anlayacağınız oldukça belirsiz ve zor bir eğitim yaşamı sürüyorduk.Bütün bu düzensizlikler içinde Burcu'nun zaman kaybını önlemek ve keman çalışacak boş zaman ayarlamak için oldukça özen göstermek zorunda idim.
  Bunları anlatırken bir kez daha yaşıyorum  o çok zor günleri. Daha önce büyük kızımın orta öğrenimde yaşadığı düzenli okul hayatını düşündükçe zaman zaman biz ne diye bu eğitime başladık diye karamsarlığa da kapılmıyorum değildi. İnanın sadece ben değil ,bu eğitime başlamış benim gibi diğer ebevenler de aynı kaosları yaşıyordu. Tabii bu arada çocuğunun gittiği Konservatuarın yolunu dahi bilmeyen anne babaları saymıyorum. Çoğu kere benim gibi evladını bekleyen anneler ile okulun pis, tozlu merdiven altında konulmuş eski banklara oturup dertleşirdik. Kendimize 'Merdiven Altı Anneleri' adını takmıştık. Hepimiz dertli idik. Şimdi o günlerden tanıdığım ve aynı sorunları paylaştığım bir Merdiven altı Annesi Bodrumda komşum oluyor. Onlar bizim kadar sebatkar davranamadılar ve yarı yola varmadan bu savaşı bıraktılar.
  Kaç kereler ben de Burcu'ya vazgeçelim diye teklif ettim. Eğer bana kalsa idi Burcu bugün kemancı olamazdı. Zira ben heran vazgeçmeye hazırdım. Ama hep Burcu'nun dirayeti ve inadı bizi ikna etti ve bu zorlu savaşa onun gücü ile devam ettik.
  Bu arada dersler ilerledikçe bir sorun ortaya çıktı. Burcu kemanda oldukça ilerlemişti.Sınıfından çok daha ileri sınıfların seviyesine gelen Burcu için daha alt sınıfın solfejini okumak bir hendikap oluyordu. Keman gelişimi ile solfej aynı seviyede gitmeyince aksaklık doğuyordu. Hafta sonları Burcu'yu daha ileri solfej için özel derslere taşımaya başlamıştık. Zira kemanında rahatça ilerleyebilmesi için solfejinin de aynı seviyede olması gerekiyordu.
  Sonunda meslek dersi öğretmenlerimiz Burcu'nun sınıf atlaması gibi bir çözümü  getirdiler. Daha önce bazı öğrencilere uygulanan bu durum meslek derslerinde fazla ilerleme kaydeden olağanüstü yetenekli çocuklar için konmuş bir uygulama idi. Okul yönetmeliği içinde belli maddelerle şekillendirilen bu uygulama yıl sonunda bir sonraki yıl derslerinin hepsinden sınava girip üst sınıfı okumadan daha üst sınıfa atlamayı tasarlıyordu.
  Kafanız iyice karıştı değilmi. Yanı Burcu orta 1. sınıfta okurken orta 2 nin de derslerini yapacak, yıl sonunda bütün derslerden meslek ve kültür sınava girecek ve orta 2.yı okumadan direkt orta 3 e atlayacaktı. Hayal gibi gelen bir tasarı idi. Aslında gerçekleşirse Burcu fazla zaman kaybetmeyecek ve 11 yaşında orta 3 sınıf öğrencisi olarak eğitimine devam edecek, keman da ve sollfejde daha ileri bir eğitim görecekti.
  Önce bahsedilen bu yönetmeliği bulmak ve iyice okuyup anlamak lazımdı. gene nasıl bir olayın içine girecektik. Burcu ne yapılırsa yapılsın onun müzik eğitimi engellenmesin her zorluğa razı idi.Ben ise Burcu ile sürekli  çamura batan, debelendikçe daha da batan bir durumda hissediyordum kendimi.
  Okulda yakınlarda bu uygulama yapılmamıştı. Yakında bir örnek yoktu. Sınıf atlama yönetmeliğini bulma çabalarım sonuçsuz kalıyordu. Nihayyet bir gün okuldaki memurlardan birinin masasında yönetmeliği bulduk. Eve gelip iyice okuyup incelememiz lazımdı.
 Yönetmeliğe göre meslek derslerinden yıl sonunda 100 üzerinden 100 alan öğrenciler ancak meslek dersi öğretmenlerinin sınıf atlatma teklifi ile bu haktan faydalanıyordu. Sınıf atlatma hakkı tanınan öğrenci üst sınıfın bütün derslerinden ki bunlar meslek dersi ve kültür dersleri toplam 10 tanenin üstünde idi, eylül ayında bütünleme sınavı gibi sınava girmek ve meslek derslerinden en az 70, kültür derslerinden en az 50 almak zorunda idiler.Ancak bu şekilde bir üst sınıfta okuma hakkını elde ediyorlardı.
Oldukça zor ve meşekketli gözüken bu uygulamayı becerip halledebilecekmiydik acaba.

22 Ocak 2013 Salı

Yıl sonu sınavlarında başarılı olmak için sağlığımıza da dikkat ediyoruz.

  Bu arada biraz evvel okuduğum bir mesajı değerlendirmek istiyorum.Biraz evvel bir sosyal paylaşım sitesinde bir Müzik Okulunda keman öğretmenliği yapan bir kızımızın bir serzenişini okudum. Öğrencileri içinde enstruman çalmak isteyen fakat tırnaklarını kesmek istemeyen kişiler olduğunu ve bunlarla nasıl başa çıkacağını düşündüğünü dile getirmiş kızmız.
  Ben burada bir şeyi tekrar belirtmek istiyorum. Bir müzisyenin yetişmesinde sadece o çocuğun değil tüm ailenin özverisi gerekiyor. Ben kızım 8 yaşında kemana başladığı zaman ona örnek olmak için kendi tırnaklarımı kestim ve çok uzun  süre oje sürmedim. Çünkü bir kemancı yaşamı boyunca tırnaklarını uzatma şansına sahip değildir. Ben düşündüm ki benim çocuğum  kemanını çalmak için her türlü fedakarlığın yanısıra bir kadın için önemli olabilecek bir detay uzun tırnak ve ojeden mahrum kalıyor, neden ben de onun yaptığı fedakarlığı paylaşmayayım. Ve o günden sonra uzun zaman kısa tırnakla ve ojesiz gezdim. Ne zamanki yaşlandım ve onun için bu fedakarlık değil bir yaşam biçimi oldu ben de oje sürmeye başladım.
  Bu arada bugün daha önce yazdığım blogları okudum. Konservatuar eğitimi sırasında bir konuyu atlamışım. Öğrenciler Konservatuara girdiği yıldan itibaren her yıl sonunda iki ana ders olan enstruman ve solfejden sınava giriyorlar. Ders yılı içinde ne başarı gösterirse göstersin yıl sonunda yapılan bu sınavlardan 100 üzerinden en az 70 alması gerekiyor bir üst sınıfa geçmesi için bir öğrencinin.Konservatuar bölüm öğretmenlerinin katıldığı bir jüri önünde yapılan bu sınavlara tek tek giriliyor. Solfejde ise sınav hem yazılı hem de sözlü olarak ikiye ayrılıyor. Yazılı sınavda dikte ve diger konular, sözlü sınavda ise solfej okuma yapılıyor. Tabii ben bunları bizim eğitim yaptığımız yıllardaki duruma göre yazıyorum. Belki şimdi sistem değişmiş olabilir.
  Her yıl sonunda mayıs sonu ,haziran başı yapılan bu sınavlar Konservatuar öğrencilerinin korkulu rüyası haline geliyor. Tek tek girilen sınavda yapılacak bir hata bütün bir yıllık eğitimin yanması demek oluyor.
  İşte bu sınav dönemlerini çok iyi hatırlıyorum. Ailece sağlık diyetlerine girdiğimiz dönemler. Bu sınavlardan önce aile bireylerinden hiçbirinin hastalanma şansı yoktu. Zira o dönemde eve getirilecek bir grip , nezle mikrobu sınava girecek kişinin de hastalanmasına ve sınavda kötü puan almasına sebep olacaktı.Keza sınav günü olabilecek bir terslik, bir baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı ve diğer sebepler, ufak bir kaza sınavı etkileyecek durumlardı.Bu sebepten sınavdan önceki 15 gün kendimize çok iyi bakmak zorunda idik.  Sınavdan önce gezmeye gitmek, hastalık kapılabilecek toplumlara girmek, kaza olabilecek sporlar yapmak yasaktı.
  Solfej sınavlarından önce soğuk ve asitli içecek içmek bile yasaktı. Zira bunlar ses kısılmasına, ses kısıklığı da solfej okumada hataya sebep oluyordu.
 Hiç unutmuyorum Burcu bir solfej sınavından önceki gün çok durgundu. Ağzını bıçak açmıyor denilecek gibi sessizdi. Ne olduğunu anlamaya çalıştım , ama başaramadım.
  Neyse sınavdan sonra mesele anlaşıldı. Sınavdan bir gün önce boğazının ağrıdığını fark eden Burcu boğaz oluyorum,yarın  nasıl sınava gireceğim tedirginliği yaşamış.Oysaki boğazında bir şey yokmuş, sadece ağzında aft çıkıyormuş. Bu durumu sınavdan sonra gittiğimiz doktorda öğrendik. Ama bir küçük çocuğun hastalanacağım, sınava giremeyeceğim endişesi ile geçirdiği azap dolu geceyi düşünün.İşin tuhafı bize de bir şey belli etmiyor, endişesini kendi içinde yaşıyor.
 Bu yukarda bahsettiğim sınav öncesi yaşanan hastalanma, kaza geçirme endişesi hiç bitmedi.Sınavlardan sonra konserlerde de aynı endişe ve dikkati yaşadık.
 Sınavlar bütün çocukları çok korkuttuğu halde Burcu'yu pek etkilemiyordu. O nasıl güzel çaldığını ispat edeceği bir meydan gibi görüyordu sınavları. Ben çok iyi olduğumu göstereceğim diyordu. Bir süre sonra onun  bu özgüveni bana da geçti ve herkesin sanki korkunç bir yere geliyor gibi geldiği sınavlara biz şenliğe gelir gibi gelmeye başladık ikimiz.Sınav öncesi dikkatli yaşam da bir süre sonra tüm zamanlarda uyguladığı bir yaşam tarzına dönüşmüştü. Ben bu sorumluluk duygusuna alışıktım. Üniversitedeki öğrencilık günlerimde yıl sonunda haziran aylarında tek tek bütün derslerin sınavları olur ve o derslerden geçip geçmeyeceğimiz bu sınav sonuçları ile belli olurdu. İşte o sınav dönemlerinde haziran ayına rağmen sırtımdan hırkayı, ayağımdan çorabı çıkartmazdım hasta olurum endişesi ile. Sanırım bu sorumluluk duygusu Burcu'ya da ben de ve babasından geçmiş. Zira eşim de bu konularda çok hassastır.
 Bir sonraki yazımda tam zamanlı konservatur eğitimine nasıl başladığımız ve o yılımızı anlatacağım.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Tam zamanlı Konservatuar Eğitimini seçtik.

  İkinci Kafe konserden sonra Burcu artık konsere çıkmaya iyice alışmıştı ve her ay gerçekleşen konserlere öncelikle gidip adını yazdırıyordu.
  14 Mayıs 1992 de ders yılı son konseri oldu ve Burcu Göker  bu konserde Weber'den Sihirli Ok Operasından avcılar korosu adlı parçayı yorumladı. Gene çok büyük beğeni ve alkış.Burcu alkışların tadına varmıştı artık.Bu konserde küçük sanatçı olarak yalnız değildi. Sınıf  arkadaşlarından biri de viyola olarak bir parça çaldı. Küçük yorumcuların da konsere katılması yönünde güzel bir örnek olan Burcu büyük bir iş başarmıştı.
  Burcu ve biz Burcu'nun tam zamanlı Konservatuar müzik  eğitimi yapmasına karar vermiştik. Bu ders yılında ilk okulu bitirecek olan Burcu kolej sınavlarına girmeden Konservatuar sınavına girecek ve orta öğrenimini Konservatuarda devam edecekti.
  Biz çocuğumuzdaki söylendiğine göre büyük kabiliyetten dolayı, Konservatuardaki öğretmenlerimizin sözlerine güvenerek bu yolu seçmiştik. Konservatuar eğitimini bizim gibi sebeplerden dolayı seçmeyenler vardı gördüğüm kadarı ile. İşin içine girince ve okula gidip geldikçe ,birçok kişi tanıyıp konuştukça bunları daha iyi anlıyordum. Ailece müzisyen olan kişiler çocukları aynı meslekten olsun, iş bulurken daha rahat eder diye bu eğitimi seçebiliyorlardı. Hatta çok merak ederek sordum. Aynı aileden 3 veya 4 kişi müzisyen oluyor , nasıl yetenektir bu babadan oğula geçebiliyor diye. Aslında belki haklıydılar. 'Her horoz kendi çöplüğünde öter.'mantığından hareketle çocuklarını kendi branşlarında yetiştirmeye çalışıyorlardı. Bir de doğduğu andan itibaren evde müziğin içinde büyüyen çocuk ya müziğe aşık olacaktı veya nefret edecekti.Ayrıca çocukların rol model olarak babayı veya anneyi seçtiklerini düşünürsek bu temayül akla yakın geliyordu. Ayrıca psikolojide Sinderella Kompleksi diye adlandırılan ve ebeveynlerin kendi yapamadıkları veye yükselemedikleri branşlara çocuklarını itmeleri sonucu da olabiliyordu. Kendi istediği yerlere gelme imkanı bulamayan Müzisyenler çocuklarını daha yüksek yerlere çıkaracak bir eğitime yönlendirebiliyorlardı.
  Bana en acı gelen bir çok ebeveynin ki bunların arasında kendi müzisyen olanlar da var, 'Çocuğum hiç bir yeri kazanamadı. Bari Konservatuara girsin.'diye müzik eğitimine yönlendirmesi idi. Aslında bu davranışları ile farkında olmadan kendi yaptıkları işi aşağılıyorlardı.
  Bütün bu öğrenciler arasında ebeveyni müzik dışı bir iş ile uğraşan. hiçbir müzisyen tanıdığı,akrabası  olmayan sadece yeteneği ile bu işe seçilmiş olan tek tük kişi vardı ve Burcu da bunlardan biri idi. Sonraları dikkatle inceledim . Ne yazık ki müzik dışı bir çevreden gelen öğrenciler artık çevre baskısı mı, okulun politika hatası mı, veya başka bir sebepten mi müziği bıraktılar ve başka mesleklere yöneldiler. Şimdi orkestraların sanatçı listelerine baktığımda gene aynı soyaddan bir çok kişi görüyorum. Hakikaten Her horoz kendi çöplüğünde ötermiş.
 Olayların içine iyice girdikçe acaba sorusu kafamızda iyice şekillenmeye başlamıştı. Okurlarım arasında ana baba olanlar varsa beni çok iyi anlarlar. Ebeveynler daima çocukları için en iyisini bulmaya çalışırlar. Bu konuda da sürekli hata yapmama telaşındadırlar. İşte bizde hiç bilmediğimiz bir dala çocuğumuzu yönlendirirken. daha doğrusu o yönlenip biz onu teşvik ederken sürekli bu sorgulama içinde idik. Sanıyorum şu anda çocuğu bizim gibi bir yol ayrımında olan her aile aynı telaştadır.
  Çocuğumuz müziği, enstrümanını çok seviyor ve yaptığı işten zevk alıyordu. Bir çok çocuğun bir an bile tahammül edemeyeceği şartlar, muamelelere gık demeden katlanıyordu. Onun bu özverisi bizim tek dayanağımız oldu.Biz her zaman onun bu gücünden kuvvet aldık. Madem ki o bu kadar istiyordu.Neden olmasın.
  Tek korkumuz bu kadar sevdiği bu olaydan karşılaştığı menfilikler sonucu uzaklaşması ve ortada kalması idi.Netekim bir çok arkadaşımın çocuğu gerek okulun yetersizliği, gerek ergen yaşlarda değişen görüşleri, gerek müzik öğretmenlerinin pedagojik performans eksikliğinden doğan hataları sonucu müzik eğitimi bıraktılar ve Konservatuarın muadili başka bir okula geçme şansları olmadığı için ortada kalıp yaşamlarını mesleksiz olarak devam etmek zorunda kaldılar.
  Bütün bunlar bizi acaba sorusu ile başbaşa bırakıyordu. Üstüne okuldaki gerek teknik yetersizlik, gerek eğitim aksaklıkları, öğretmenlerin kaprisi ne olacağız düşüncesini sık sık söylememize sebep oluyordu. Bina çok yetersizdi. Küçücük çocuklar havalandırmalarında farelerin gezdiği, penceresiz odalarda tek başlarına çalışmak zorunda idiler. Bütün gün okulda çalışan çcukların ne yemek yiyecek doğru dürüst bir yerleri ,ne de acil ihtiyaçlarını giderecek tuvaletleri yeterli idi. Penceresiz tuvaletler, balık kokan sınıflar , zira kadıköy rıhtımındaki okulun önünde o zaman balıkçılar vardı.Üniversite öğrencisi ile ilk okulu yeni bitirmiş öğrencinin iç içe yaşadığı odalar....
  Şimdi özel okullara gidiyoruz bazen konser vermek için. Oradaki şartların olağan üstülüğü beni bir anne olarak kendi çocuğumun orta okul şartlarını düşündüğümde çok üzüyor.
  1992 Yazını gene keman çalışarak, yazlığa sadece hafta sonları gidip gelerek, tatilsiz bir şekilde geçirdi Burcu Tabii biz de .Eylül ayında Konservatuar giriş sınavlarına girdi ve sonunda İstanbul Üniversitesi Tam zamanlı Keman öğrencisi oldu.
  Bu yıl bizi neler bekliyor. onu da sonraki yazımda yazayım.

16 Ocak 2013 Çarşamba

Burcu'nun ilk televizyon programı

  Şimdi düşüneceksiniz ki biz Burcu'nun her gazete röportajını , her televizyon programını okumak zorunda mıyız diye. Hayır ben ilk oldukları için anlatıyorum.Bu programlardan sonra çok televizyon programına katıldı ve bir çok gazeteye röportaj verdi.Bundan sonra sadece komik ve ilgi çekici anılarını anlatacağım bu konularda.
  Gelelim ilk televizyon programına.Burcu'nun konser haberini gazetede okuyan ve ilgilenen bir televizyon kanalı, sanırım TRT 2 bizimle bir çekim yapmak istemiş. Tabii başka bir alternatif olmadığı için Konservatuar Müdüriyeti ile iletişim kurmuşlar ve Müdüriyet te nasılsa çekime sıcak bakmış.Bu arada Burcu'nun hem keman, hem de bale öğrencisi olduğunu da bir şekilde öğrenen televizyoncular her iki konuda da çekim yapmak istemişler ama Okul Müdüriyeti keman çekimleri hariç başka çekime izin vermemiş. Bu arada benim de telefonumu okuldan alan Televizyoncular benimle çekim programı konusunda iletişim kurdular. Planlanan program çekimi üç ayrı mekanda yapılacaktı.
  Bale çekimleri ,Avrupa yakasında Nişantaşında bir özel bale stüdyosunda, keman çekimleri Kadıköy'deki konservatuar binasında, Burcu ile söyleşi ise bizim evimizde yapılacaktı. Bu iş için televizyon kanalı bir minübüs, kameramanlar,ve sunucudan oluşan bir ekip ayarlamıştı.
  Sabah bale kıyafetlerimizi, kemanımızı hazırladık. Bizi gelip evimizden alan TRT televizyonunun minübüsüne bindik. Burcu ile ikimiz tabii. Minübüste iki kameraman. bir asistan ve sunucu, vardı. Evimiz Anadolu yakasında olduğu için trafikte uzun bir yoldan sonra Nişantaşına bale stüdyosuna geldik. Burcu hiç sesini çıkartmadan minübüste oturmuştu. Bale stüdyosunda bir odada üstünü değiştirip bale mayosunu ve papuçlarını giyen Burcu çekime hazırdı. Bu arada Kameramanlar geniş stüdyoya raylar kurarak kameraları çekime hazırlamışlardı. Herkes Burcu da dahil pür  dikkat işine odaklanmıştı. Burcu  çekimde çok sakindi, tek kelime konuşmadan çekim ekibinin dediklerini yerine getirdi ve gerçekten çok güzel çekimler oldu.  Bütün bunları neden tüm tafsilatı ile anlatıyorum , zira çekim sonunda söylenen çok komik bir söz güne damgasını vurdu.O ana kadar çekim ekibinden kimse Burcu'nun hiç sesini dumamıştı. Burcu bütün dikkati ile söylenenleri eksiksiz yerine getiriyor ve hiç itiraz etmiyordu.
  Nihayyet Bale çekimleri bitti ve biz gene topluca kanalın minübüsüne binip Keman çekimlerinin yapılacağı Kadıköy'e doğru yola çıktık. Tam Boğaz Köprüsü üzerinden geçiyorduk ki asistan hanım kulağıma eğildi ve sessizce Çocuk konuşuyor , biR özrü yok değil mi diye sordu.Ben tam bu komik suale ne cevap vereceğimi düşünürken yanındaki çekim ekibinin başı olduğunu sandığım kişi  'Konuşmasa, Çalabilirmi' diye soru soran kişiye tepki verdi. Sonradan anlaşıldığına göre son derece sessiz duran Burcu'yu konuşma  ve işitme özürlü zannetmişler.
  Bu komik diyalogdan sonra Kadıköy'e geldik. Önce binanın dış mekan çekimlerini yapmak istediler. Burcu elinde kemanı Konservatuara girecekti. Tabii bu çekim bir kaç defa tekrarlandı. Konservatuar Tam Kadıköy İskelesinin karşısında olduğu için elinde kameraları ile bir kaç kişi dikkati çekti ve halk yavaş yavaş toplanmaya başladı.
  Bütün bu kalabalığın ve karmaşanın içinde Burcu kırk yıllık profesyonel oyuncu gibi heyecansız , ne söylenirse yapıyordu.  O zaman onun bu halini görünce yaşıtlarından çok farklı olduğunu bir kez daha anladım.
  Dış mekan çekimlerinden sonra iç mekan çekimlerine sıra geldi. Elinde kemanı ile çalışacağı odaya giren Burcu kemanının kutusunu açıyor, kemanını çıkartıyor, çeneliğini takıyor ve notalarını açıp bir partça çalmaya başlıyordu. Bu çekim de bir kaç kere tekrarlandı. Çünkü Konservatuar çekimler için pek müsait değildi.Ya çekim yaplırken bir öğrenci tarafından oda kapısı açıldı veya Burcu parçayı seslendirirken dışardan bir gürültü oldu.Nihayyet bir kaç çekimden sonra istenen çekim yapılıp Kadıköy faslını da bitirdik. Şimdi sıra evde yapılacak çekimde idi.
  Evimizin önüne kanal televizyonu ile gelip kameramanlar ve çekim ekibi ile inince sokaktaki halkın birden dikkatini çektik. Sene 1992 .Televizyon ve çekim olayları bu kadar yaygın değildi sanırım.
  Nihayyet evdeyiz.Kameramanlar çekim için hazırlıkları yaparken ben de onlara dinlenmeleri için bir kahve yapmayı tercih ettim.Zira sabahtan beri yorulmuşlardı.Sonunda  Burcu'nun ev çekimleri başladı. Piyano çalarken , resim yaparken, bebekleri ve kuşu ile oynarken çekimler yapıldı. Sonunda sıra söyleşi faslına gelmişti. Burcu ile koltuklara oturan sunucu hanım önceden hazırladığı ve kontrol etmem için önceden bana da gösterdiği soruları Burcu'ya sormaya ve cevaplarını almaya başladı. Diyeceksiniz ki neden soruları kontrol ettiniz. Ya anlamsız ve Burcu'yu rencide edecek bir soru sorulsaydı ve o küçücük çocuk televizyon kamerası karşısında çaresiz kalsaydı.
  Burcu sorulan bütün sualleri bir büyük adam olgunluğu ve edası ile tek tek çok güzel cevapladı. Biraz evvel yolda konuşuyor mu diyen asistan hanım şaşkınlık içinde Burcu'nun cevaplarını dinliyordu. Gerektiği yerde konuşan Burcu gene yapacağını yapmış ve büyük insanlardan daha höşgörülü ve olgun olduğunu bir kez daha ispatlamıştı.
  Çekimlerden sonra televizyoncular evden ayrıldığında bana toplanacak bir ev, bir sürü yılanacak fincan kalmıştı. Burcu ise bütün gün boyunca neler düşündüğünü, ne gibi endişeler duyduğunu hiç belli etmeden bebekleri ve kuşu ile oynaka üzere odasına gitmişti.
   O henüz 10 yaşında bir küçük çocuktu ve bugün başına gelenler pek rastlanan olaylar değildi.

15 Ocak 2013 Salı

İlk Konserin Basındaki Yankıları ve Burcu'nun Tepkisi

  Burcu'nun 18 şubat 1992 günü Konservatuarın salonundaki katıldığı kafe konserin  Hürriyet gazetesindeki haberi 23 şubat pazar günü yayınlandı.
  Biz hergün Hürriyet gazetesi aldığımız için sabah gazeteyi açıp da haberi görünce bir tuhaf oldum. Benim kızım gazete sayfalarında idi. İnanın bu ilk seferde duyduğum coşkuyu her gazete haberinde aynen duydum. Kanıksamak gibi bir şey yaşamadım bugüne kadar. Hemen Burcu'ya seslendim. Sabah pijamaları ile kahvaltı masasında oturan ve önüne konan ekmeğe yesem mi yemesem mi diye karar veremeden bakan Burcu gazetedeki habere şöyle bir baktı ve çok normal bir şey görmüş gibi fazla bir tepki göstermeden gene gidip masaya kahvaltı tabağının başına geçti.Hani çok iştahlı imiş de hemen yiyecekmiş gibi.Oysaki lokmaları saatlerce ağzında tuttuğu  günler yakındı.
  Biz gazete haberinin coşkusu ile mutlu ve heyecanlı olayı konuşurken telefonlar çalmaya başladı. Haberi gazetede okuyan akrabalarımız, dostlarımız teker teker ev telefonundan arıyordu. O zamanlar cep telefonları olmadığı için herkes ev telefonundan arıyordu. Bizi sevinçle kutlayan dostlarımızın ilk sorusu Burcu ne yapıyor ve nasıl tepki verdi oluyordu. Oysaki Burcu gayet sakin kahvaltı masasından tabağını bitirmeden  sessizce sıvışmış odasında bebekleri ile oynamaya başlamıştı bile. Burcu'nun havalara gireceği, çok sevineceği ve sonucunda şımaracağını düşünen bir çok kişi bebekleri ile sessizce oynuyor sözüne şaşırıyordu. Evet Burcu bu olayı sanki yıllardır gazetelerde haberi çıkmışcasına olgunlukla karşılamış ve unutmuştu bile.Burcu gazeteye haber olunca havaya girmemişti ama tanıdıkları, öğretmenleri çoktan havaya girmişti.
  İnanın bugün bu olayın üzerinden 21 yıl geçti.Burcu birçok gazeteye , dergiye haber oldu, televizyon programına katıldı. Bir gün bile diğer kişilerden farklı görmedi kendini ve bu durumu çok olağan karşıladı. Sanırım büyük başarısının sırrı da burada gizli.
  Burcu ilk konserinden sonra hemen ikinciye hazırlanmaya başladı. Kafe konserler hemen hemen her ay yapılıyordu ve mart kafe konserinde çalacağı parçaya ilk konserinin ertesi gün çalışmaya başlamıştı bile. Bir kere konsere çıkmanın ,halkın önünde çalmanın ve takdir edilp alkışlanmanın tadını almıştı Burcu.
  Konservatuardaki bir sonraki konser 24 mart günü gerçekleşti. Bu konserde Burcu A.Grerchanınoff'un bir parçasını yorumladı. Bu konserde okul tarihinde bir ilk olarak Burcu gibi bir küçük öğrenci daha vardı.Haz.1 sınıfından Volkan Akkoç adlı bir öğrenci Beyer'den bir piyano parçası seslendirdi. Evet Burcu bir ilki başarmış ve küçük öğrencilerin de konsere çıkıp çalacağını ispatlamıştı. Artık küçükler de konsere çıkabilirdi.
  İkinci konserinde de çok başarılı olan ve büyük alkış alan Burcu'yu ertesi gün çok güzel bir olay bekliyordu. Kuzguncuk semtinde bir çocuk kütüphanesi açılıyordu ve Konservatuar öğrencileri açılışta bir konser vermek üzer davet edilmişlerdi. Tabii çocuk kütüphanesinin müdavimleri de çocuk olacağı için konser verecek kişilerin de çocuk olması gerekiyordu.
  Kuzguncuk Çocuk Kütüphanesi Mimar Cengiz Bektaş Bey'in restore ettiği evlerin yer aldığı Üryanizade sokakta idi. Bu sokağın ve buradaki evlerin Türk toplumu için önemi büyüktü.Zira önceki senelerde çevrilmiş ve çok ses getirmiş olan Perihan Abla dizisi bu sokakta geçiyordu. Ayrıca çocuk kütüphanesi olarak restore edilen bina gene dizi karekteri Melahat Ablanın evi idi.
 Kuzguncuk ve Üryanizade sokak benim için bambaşka bir anlam taşıyordu.Benim doğduğum babaannemin evi o sokakta idi. Benim çocukluk anılarım, arkadaşlarım hep o sokakta idi.
 25 mart 1992 günü saat 17.00 de çocuk sanatçıların bir konseri ile açılacak olan Kütüphane eskiden odun deposu olarak kullanılan bir dükkanda yapılmıştı. Bu kadar güzel bir girişimi gerçekleştirdiği için o gün Cengiz Beykütüphanenin bahçesinde ree ne kadar teşekkür ettim anlatamam. Ama sonra o kütüphaneden hiç bahsedildiğini görmedim ve yıllar sonra o sokağı gezmeye gittiğimde kütüphanenin yerinde boş eski bir dükkan gördüm. Neden kütüphane bozulmuştu anlayamadım.
  Konser günü konsere çıkacak öğrenciler, öğretmenleri gülüş cümbüş konsere giderken hepimiz çok mutlu idik. Konsere katılacak öğrenciler içinde iki tane küçük öğrenci vardı. 8 yaşındaki Kamer Öncü ve 10 yaşındaki Burcu Göker. Diğerleri 14.15 yaşlarında ve üstü idi. Burcu büyük öğrencilerden oluşan bir triodan sonra tek olarak çıktı. Salonda semtin çocukları toplanmış seyrediyordu. Ben bir grup Burcu yaşlarındaki çocuğun arkasında oturuyordum. Birden sahnede kendi yaşlarında bir çocuğu elinde kemanla gören önümdeki sıradaki çocukların coşkusunu unutamam.Sanki çok yakın bir arkadaşları çıkmış gibi mutlu ve coşkulu çalınan eserleri dinlediler. Aralarındaki fısıldaşmadan çok beğendiklerini anladım. O zaman çocuklara örnek olmak için gene çocukların yararlı olacağını hissettim.
  Burcu önceki iki konserinde çaldığı iki eseri tekrar seslendirerek başarılı olmuş ve küçük çocuklara da unutamıyacakları anlar yaşatmıştı.
O gün konser öncesi ve sonrası kütüphanenin bahçesinde çekilen resimlere bakıyorum. Herkes mutlu gözüküyor.
 Gene o günlerde gerçekleşen Burcu'nun ilk televizyon programının çekimini bir sonraki yazımda anlatacağım.

11 Ocak 2013 Cuma

18 Şubat 1992

  18 Şubat 1992 günü Burcu'nun İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarının Kadıköy'deki binasında bale salonundan bozma konser salonunda kafe konsere çıkması öğretmeni tarafından kararlaştırılmış ve son hazırlıklara başlanmıştı. Burcu'ya bu konserde Yonca Dinçer adlı bir piyano öğretmeni hanım piyano ile eşlik edecek ve Burcu bu konserde G.Muffat'ın Bourree adlı eserini yorumlayacaktı. Daha 10 yaşını bitirmemiş bu kadar küçük bir çocuğun bu konserde ne yapacağı herkesin merak konusu idi. Zaten son ana kadar bütün öğretmenleri Burcu'nun konser heyecanı ile kaçacağından ve konsere çıkmayacağından o kadar emindiler ki. Oysa ki onlar Burcu'yu tanımıyorlardı. Ben ,kafasına koyduğunu hangi yer ve zamanda, hangi şartta olursa olsun gerçekleştirecek özgüvene ve inada sahip olan Burcu'nun  konsere çıkıp, çok da başarılı olacağından emindim.
   Konser öncesi öğretmenimiz Burcu'nun  konserde allı, tüllü kabarık çocuksu bir giysi giymemesini söyledi.Burcu zaten karakter icabı öyle abartılı giysiler giymezdi.Fakat çıkacağı konserin ciddiyeti ve seyirciye saygısının daha o yaşta oluşması için özel bir giysi gerekiyordu. Çünkü daha önce izlediğimiz kafe konserlerde sahneye çıkan öğrenciler ya özensiz günlük giysilerle veya okul formaları ile çalıyorlardı. Oysaki bir sanatçı yetişiminde en başta dikkat edilmesi gereken olayın dinleyiciye saygı olduğunu biliyorduk. Siz hiç sahnede saçı başı dağınık, üstü özensiz bir yorumcudan bir eser dinlemek istermisiniz. Çaldığı müziğin kalitesi kadar ,sahnede görüntüsü ile de dinleyiciye hitap etmeli bir sanatçı.
  İşte çok küçük yaşından bu yana müziğine gösterdiği özeni görüntüsüne de gösteren Burcu için ilk konserinde giysi arayışına başlamıştık.Uzun arayışlardan sonra nihayyet konser için siyah kadife çok sade ve asil bir giysi bulabildik. Uzun saçlarını gene siyah kadifeden bir kurdele ile başının üstünde tutturduğumuzda, rugan siyah ayakkabıları ve beyaz çorabı ile Burcu bir prenses gibi olacaktı.
  Burcu konser için seçilen parçayı çok çalıştı,defalarca çaldığı eseri ezberlemişti. Konser sabahı ben, Burcu evde okula gitmek üzere hazırlanırken tanınmış gazetelerden birinin Kadıköy bürosuna telefon ederek konseri, Burcu'yu ve saatini haber verdim. Basının pek ilgi göstereceğini sanmıyordum, zira bugüne kadar basında bu tür habere rastlamamıştım. Ya küçük sanatçılar yoktu veya basın o zamanlar bu tür olaylara pek rağbet etmiyordu.
  Nihayyet konser zamanı yaklaştı. Okulda konser elbisesini giyen, saçları taranan Burcu giysilerinin de verdiği özgüvenle dimdik duyuyordu. Sahnede sanatçının giysisinin önemini ve sanatçıya sağladığı özgüvenin konserdeki etkisini o gün bir kez daha görmüş oldum.Konsere en küçük olduğu için ilk olarak çıkacaktı.Zaten ondan sonra çıkacaklar,lise ve lisans öğrencileri idi. Bu konserden sonra küçük öğrencilerin de konsere çıkma alışkanlığı başlamış oldu. Bu şekilde Burcu bir ilki başarıyordu. Öğretmenleri Burcu'dan daha heyecanlı idi. Kapıda ellerini ısıtmak için ovalayan öğretmenlerine Burcu çok sakin bir şekilde ben heyecanlı değilim diyordu.Konseri dinlemeye öğrencilerin, öğretmenlerin yanısıra Burcu'nun Konservatuara girişinde bize yol gösteren arp sanatçıcı dostumuz, Burcu'nun babası, ablası, ablasının arkadaşları da gelmişti. Herkes merakla Burcu'yu bekliyordu. Bir ara salonda elinde fotoğraf makinesi ile gazetecileri gördüm. Demek ki sabah ki telefonumu ciddiye almışlar ve muhabir göndermişlerdi.
   Burcu'nun piyanisti önce  sahneye çıktı. Burcu günlerdir Yonca hanım ile eşlikli olarak çalışıyordu. Bu yaşta bir çocuğun eşlikli çalması pek rastlanan bir durum değildi. Burcu piyanistten sonra sahneye geldi. Büyük bir sanatçı edasıyla önce piyanistinin elini sıktı, daha sonra zarif bir reverans ile dinleyiciyi selamladı. Demek ki daha önce gittiğimiz profesyonel sanatçıların konserlerinden gördüklerini aklına kaydetmişti.
Bu selamının ardından piyanistine baktı ve başlama işaretini alınca beraberce eseri yorumlamaya başladılar. Büyük bir sanatçı gibi olgun çok başarılı eserini çaldı ve bitirdi.Gene aynı vakur eda ile piyanistinin teşekkür için elini sıktı, seyirciyi selamladı ve küçücük adımları ile salondan çıktı .Tabii ben de arkasından fırladım.O esnada gazeteciler de salondan çıkmış söyleşi için Burcu'yu arıyorlardı. Burcu kendisini kutlayan, sarılan,öpen kişilere çok sevimli bir şekilde teşekkür ettikten sonra söyleşi için hazırdı.Tabii söyleşi için bir mekana ihtiyaç vardı ve ne yazık ki o anda okulda öyle bir yer yoktu. Müdür muavini söyleşi için gönülsüzce odasını  bir süreliğine vermeye razı oldu ama biraz surat etti. Gazetecilere konserde  başka öğrenciler de olduğunu ,onlarla da söyleşi yapmaları gerektiğini söyleyince gazeteciler sadece Burcu Göker ile söyleşi yapmak üzere görev aldıklarını belirttiler. Bu durum müdür muavinin hiç hoşuna gitmedi.Benim anlayamadığım o güne kadar olan hiç bir konseri okul basına haber vermemiş.Demek ki haber verilse gelip yazacaklarmış.İsteseydi okulun müdür muavini konumundaki kişi çok rahat basını bu konserlere yönlendirebilirdi daha önce.Ben sade vatandaş olarak telefon edip gelmelerini sağladıysam okulun üst düzey yöneticisi neden konseri basında duyurmasın. Bu olay, öğrencilerin yaptıkların işin kendi okullarının yöneticileri tarafından bile ciddiye alınmadığının bir eseridir. Daha sonra bu olayı teyid edecek başka olaylar ve sözleri yeri gelince bahsedeceğim.
  Söyleşi çok güzel geçti.Burcu'nun keman öğretmeni ve ben söyleşi de gerekli sualleri cevaplandırdık Burcu ile. Burcunun keman öğretmeni Burcu'nun çok iyi bir kulağı ve doğuştan müziğe karşı büyük bir yeteneği olduğunu, branşında uluslararası başarılar sağlayabilmesi için en geç beş yıl içinde yurt dışında eğitim görmeye başlaması gerektiğini söyledi. Ben ise eskiden harika çocuklar yasası olduğunu ve son yıllarda bu yasanın kaldırıldığını,Devletten fazla bir destek göreceğimizi sanmadığımızı ama tüm imkanlarımızı seferber ederek Burcu'ya gereken eğitim imkanlarını sağlayacağimizi söyledim.
  Burcu'nun resimlerinin çekimi ile söyleşi bitti. Bu haberin yayını ve tepkilerini bir sonraki yazımda yazacağım.
  Yazımı bitirmeden bir şeyi belirtmek istiyorum. Keman öğretmenimiz adını vermiyorum, bizi tanıyanlar bilir. O gün söylediği sözleri beş yıl sonra unuttu ve Burcu'nun yurt dışına gitmemesi için elinden gelen zorlukları çıkarttı, tabii başaramadı.Ama biz yani babası ve ben o gün söylediğimiz sözlerin hep arkasında durduk ve aradan yıllar geçti, hala o sözlerin arkasındayız.İşte Burcu bundan şanslı.Eğer ebeveynleri de öğretmenleri gibi sözlerinin arkasında durmayan kişiler olsaydı Burcu Burcu Göker olamazdı. 

8 Ocak 2013 Salı

Burcu Konsere çıkmak istiyor.

  İkinci yıl zorlu yolumuz başlarken bize bir de iyi haber vardı. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı bale bölümü, Burcu'nun yeteneğini ve koşuşturmasını görünce bize bale eğitimine de keman eğitimi yaptığı İstanbul Üniversitesi'nde devam etmesini teklif etmişti. Artık ayrı ayrı okullara gitme zorluğundan kurtulacak, sadece Kadıköye gelecektik. Bu bizim için çok güzel bir imkandı.
  Kolej sınavlarına da hazırlanmaktan vazgeçen zaten hiç niyeti yoktu Burcu ve benim işim daha kolaydı. Sadece ilkokula ve Kadıköye gidiyorduk. Bu arada Burcu, keman eğitiminde de epey ilerlemiş ve tanınmış bestecilerden ufak bazı eserleri yorumlamaya başlamıştı. Bu olay Burcu'nun kendine güvenini fazlası ile yerine getirmiş ve artık bir dinletiye çıkma isteğini sık sık söyler olmuştu.
  Keman öğretmeni Burcu'nun konsere çıkma isteğini önce ciddiye almadı. Okulun en üst katındaki bale salonu haftada bir gün dizilen sandalyelerle ufak çapta bir dinleti salonuna dönüştürülüyor ve bu salonda kafe konser denen bir etkinlik gerçekleştiriliyordu. Bu kafe konsere genelde lise son veya lisans öğrencileri piyano eşliğinde çıkıp sınavlar için hazırladıkları parçaları çalıyorlar ve bu şekilde az da olsa bir sahne ve dinleyici alıştırması yapabiliyorlardı. İşte bir iki kez bu dinletilere giden Burcu kendisinin de dinletiye çıkabileceğini hayal etmiş ve öğretmenlerinden ben de dinletiye çıkayım talebinde bulunmuştu. Burcu yaşındaki bir öğrencinin dinletiye çıkmasına pek rastlanmadığı için öğretmenleri taradından da ciddiye alınmamıştı.
  Kafasına koyduğunu gerçekleştirene kadar uğraşan Burcu Konser isteğinden kolay vazgeçecek gözükmüyordu. Ben Burcu'nun konser isteğini ne yapıp edip gerçekleştireceğine inanıyordum. Çünkü Burcu'yu iyi tanıyordum. Burcu konserde çalacağı eseri  bile  ayarlamıştı.
 G.Muffat'in Bourree isimli eserini dinleti için hazırlamaya başlayan Burcu iyice dinletiye çıkmayı planlamıştı. Bu yıl Burcu'nun yaşamında bir değişiklik daha oldu. Önümüzdeki yıl tam zamanlı keman öğrencisi olarak Konservatuara devam etmek isteyen Burcu diğer büyük öğrencilerden duyduğu önümüzdeki yıldan itibaren piyano da çalacağı olayını bir yıl önceden yaşama geçirme çalışmalarına başlamıştı bile. Tam zamanlı müzik eğitimi yapan öğrenciler hangi enstrumanı çalarlarsa çalsınlar ana ders olarak piyano almak ve piyano çalmak zoruın da idiler. Bu durumda Burcu tam zamanlı eğitime girince konservatuara girerken seçmek zorunda kalıp vazgeçtiği piyanoyu da öğrenmek imkanına sahip olacaktı. Bun u duyan Burcu bize bir yıl önceden piyano almamız konusunda baskı yapmaya başladı. Nasılsa bir yıl sonra alacağımız piyanoyu taksitle bir sene önce aldık. Piyanonun eve geldiği cumartesi günü Burcu için büyük bayram oldu. Artık solfej eğitimi de yaptığı için nota okumayı da öğreniyordu. Dolayısı ile piyanonun evimize geldiği hafta sonu Burcu solfej kitabında nota olarak ne varsa oturdu çaldı. Hatta hızını alamadı,ders defterinin arkasında basılı olan İstiklal marşını bile çaldı. Burcu'nun saatlerce piyano çalması sanırım komşularımızı o kadar çok etkilemiş ki ertesi gün beni asansörde gören komşularımız bu çocuk devamlı çalacak mı diye sordular. Oysa ki çocuk bütün gün okula gidiyordu ve isteselerde bütün gün çalmasına imkan yoktu. Kaldı ki biz ailesi, komşularımızı rahatsız etmemek için belli bir saatten önce ve sonra müzik çalışmasına izin vermiyorduk.
Piyano sahibi olan ve kemanda çok ilerleyen Burcu'nun keyfine diyecek yoktu. Öğretmeni istediği kadar bu hafta , gelecek hafta diye atlatsın, nihayyet dinletiye çıkacağı tarih belli olmuştu.

4 Ocak 2013 Cuma

Zor bir Yol Ayrımına Geliyoruz.

  1991 yılı eylül ayında eğitim yılı başlarken geçen yıla göre daha deneyimli ve cesurduk.
   Burcu artık ilkokul 5.sınıf öğrencisi idi.Kemanda göstermiş olduğu büyük başarıdan dolayı ilkokulu bitirince tam zamanlı müzik okumasını tavsiye etmişti Konservatuardaki öğretmenlerimiz. Burcu'nun kemanda bu kadar hızlı ilerlemesi karşısında bütün öğretmenler artık bu çocuğun kaderi müzisyen olmak üzere çizilmiş, başka bir meslek düşünmesi hata olur diyorlardı.Biz de bu konuda çok ürkek olmamıza rağmen  yaşıtı diğer çocuklar gibi kolej ve özel okul sınavlarına hazırlanmasının müzik eğitimine sekte vuracağı düşüncesindeydik. Zor bir yol ayrımında idik.
   Burcu ise müzik eğitimi yapmak istiyordu. Ama bu yaştaki bir çocuğun hayatı ile ilgili bu kadar önemli, bir karari vermesi imkansızdı. Orada verdiğimiz kararın sıkıntılarını çok çektik. Ama biz güçlüydük ve Burcu müzik eğitimi yapmayı çok istiyordu. Ayrıca her zaman çocuk gibi düşünmeyen Burcu verdiği bu kararın sorumluluklarına da daima katlandı. Bizim gibi bu yolu seçen, diğer normal öğrenim kapısını kapatan öbür çocuklar ne oldu. Kimi başladıkları bu işi bir süre sonra bırakıp veya önce onları yetenekli diye alan sonra yeteneksiz diyen öğretmenlerinin yarı yolda bırakması ile müzikten vazgeçti ve yaşamlarını eğitimsiz yetişkinler olarak sürdürüyorlar.Bir kısmı ise müzik eğitimine devam etti ama ne yazık ki konservatuarlarımızda verilen genel kültür eğitiminin  yetersizlığı sebebiyle fazla bir şey olamadılar. Burcu ile konservatuara başlayan öğrencilerden bir çoğuna şu anda hiçbir yerde rastlayamıyorum.Konservatuarlarda kendine güvenen, yaşam bilgisi geniş.kültürlü, yabancı dil  bilen  , dünyaya açılmaktan korkmayan kişiler yetiştiremiyoruz ne yazık ki.
  Burcu şanslı idi. Rasyonelist bir eğitim yapmış, Batılı formlarda bir kafa yapısına sahip bir ailesi vardı. Belki Burcu kadar yetenekli fakat Burcu kadar şanslı olmayan bir çok genç ne yazık kı bu yolda yok olup gidiyor.
  Yazılarımın ilerleyen bölümlerinde Burcu'nun da her röportajında vurguladığı iyi bir sanatçı yetişmesi için sadece yeteneğin yeterli olmadığı.bir çok başka etkenin de beraberinde olması  gerektiği konusunu daha geniş anlatacağım.
  Belki bize de kolay geldi Burcu'nun müzik eğitimi yapıp kolej sınavlarına girmemesi. Kimbilir belki de etrafımıda bize bunları empoze eden kişilere inanmak istedik. Ama inanın daha sonraları bu konuyu çok düşündüm ve irdeledim. Yanlı mı yaptık, doğru mu diye, Eğer olayları kendi akışına bıraksaydık şu anda size yanlış yaptık diyecektim ama Burcu ve biz o kadar çok  kez  tersine akan nehri doğru yola çevirme mücadelesi  verdik ki, şu anda doğru yaptık diyebiliyorum.
  Evet Burcu kolej sınavlarına hazırlanmayacaktı ve tam zamanlı müzik eğitimi yapacaktı. Bu arada başka bir sorunumuz daha vardı. Keman öğretmenlerimiz baleyi bırakması, bale öğretmenimiz ise kemanı bırakıp baleye ağırlık vermesini istiyordu. Bale öğretmenlerimize göre de vücudu baleye çok yatkın olan Burcu tam balerin olacak  yetilere sahipti. Oysa ki Burcu ne baleyi ne de kemanı bırakmak istiyordu. Ne olacaksın dediklerinde Askerin Türküsü adlı eserde keman çalan balerini canlandıracağım diye bizimle dalga geçiyordu.
  Babası ve ben Burcu'yu öğretmenlerinin aksine kendi seçimine bırakmak taraftarı idik. Nasılsa Burcu doğru yolu bulacaktı. Çünkü Burcu çok inatçı idi.Onunla boşuna inatlaşmanın gereği yoktu.
  Anlaşılan biz bir yıl daha iki konservatuar ve ilk okul arasında zorlu trafiği götürecektik. Bize kolaylıklar dilemekten başka çıkar yol yoktu.

Hafta Sonları Dinlenmek Yok.

 Hafta içi bu kadar yoğun geçen yaşamımız hafta sonları durulmuyordu. Burcu çok hızlı ilerliyordu. Aşırı bir hırsa sahip olan bu küçük kız etrafındakileri korkutuyordu. Kadıköy'deki İstanbul Üniversite'sine ait Konservatuar binası sanat eğitimi için hiç uygun bir bina değildi. Bir zamanlar hal binası olarak inşaa edilen , daha sonra itfaiye binası olarak kullanılan bu binada eğitim gören sanat öğrencilerinin kendilerine ait çalışma alanları yoktu. Bunları dili geçmişle anlatıyorum ama sanırım halen bina aynı durumda. Orta öğrenim ve yüksek öğrenimin aynı yerde yapıldığı, klasik batı müziği eğitimi yanında Türk müziği korosunun bile yer aldığı, Tiyatro, bale gibi diğer sanat dallarının da eğitiminin verildiği bina çok yetersizdi. Bütün öğrenciler kapalı, penceresiz , havalandırmasız odalarda ders yapmak, koridor, tuvalet arası gibi boş buldukları mekanlarda da pratik yapmak zorunda idiler.İşte bunu keşfeden bizim cin Burcu büyük öğrencilerin pratik yaptıkları yerleri keşfedip, gidip sessizce onları seyrederek keman çalışlarını izliyor ve onlardan da bir şeyler öğrenmeye çalışıyormuş. Burcu üstüne dökülen suyu anında emen bir sünger gibi verileni kapıp hemen pratiğe dökecek bir yeteneğe sahipti. Kemanda ilk günlerimiz önce kurşun kalemle arşe antremanları ile başladı. Arşe kemanın yayına verilen ad. Daha sonra keman üzerinde arşe çekme talimleri yapmaya başladık. Arşede yarım, çeyrek çekmeleri işaret edebilmek için arşe üzerine yarısına, dörtte birine iplikler bağlamıştık. Ben keman dersine ilk başladığımız günlerde öğretmenimize daha önce keman eğitimi yapmış bir öğrencinize bir parça çaldırabilirmisiniz, nasıl çalıyorlar, çok merak ediyorum demiştim. Öğretmenimiz de bir yıldır eğitim yapan küçük bir öğrenciye küçük bir parça çaldırdı. Daha sonra Burcu o öğrencinin bir yıldan daha fazla zamanda çalabildiği parçayı iki ay gibi kısa sürede çalıp çıkararak hepimizi şaşırttı. Burcu ilerlemesi ile herkesi korkutuyor demiştim. Bu arada  daha önceki öğrencilerine hiç benzemeyen bir öğrenci ile karşılaşan öğretmenimiz ilk günler ben ne ile karşı karşıyayım diye çok korktuğunu bize daha sonra anlattı.
  Günler bu tempoda hızla geçiyordu. Bu arada hafta sonlarımızdan bahsedeyim. Hafta sonlarımızda Burcu'yu İngilizce kursuna götürüyorduk. Kemanda çok hızlı ilerlediği için okul müfredatına göre ayarlanan solfej dersi yeterli gelmediğinden ek solfej dersine götürüyorduk. Kısacası hafta sonlarımız da İstanbul trafiğinde o semtten bu semte koşuşturmakla geçiyordu. Hatta bir ara hafta sonları markette ebeveynlerinin yanında çocuk görünce şaşırır bir duruma girmiştim. Bu çocukların kursu, dersi yokmuydu da market geziyordu. Akşamları yorgun yemekten sonra oturup Burcu'nun keman çalışmasını dinlerken yapabildiğim sadece bebek elbisesi örmekti.Neden örgü diyeceksiniz. Zira gazete falan hışırdayıp Burcu'nun dikkatını dağıtır diye okuyamıyordum. Neden  bebek elbisesi. Zira Burcu da bir çocuktu ve bu yoğun çalışmalar içinde tek avuntusu barbi bebekleri idi. İşte ben de her gece oturup Burcu keman çalışırken onun barbi bebeklerine elbise ,palto, şapka örüyordum.
 Bu arada bu kadar koşuşturma arasında zaten zayıf olan Burcu'nun yorgunluktan hasta olma veya çevreden hastalık kapma olasılıkları vardı. Zira çocukları okula giden okurlarım çok iyi bilirler. Okullarda çocuklar birbirinden hastalık kapar . Birde bünye zayıf olursa bu hastalık kapma ve kapılan hastalığın uzun sürme ihtimalı artar. İşte Burcu'nun da hastalanmaması gerekiyordu. gerek bedensel, gerek ruhsal yönden güçlü olması gerekti. Daima bir sporcu gibi kondisyonunu güçlü tutmak zorunda idi. Hastalansa ne olurdu. Çocuk bu hastalanmadan olmaz ki deyeceksiniz şimdi. Evet Burcu hastalansa çalışmalarından uzak kalacak ve bu onun moralini daha çok bozcaktı. Zira Burcu hızla öğrenmek ve ilerlemek istiyordu.
  Zaman ilerledikçe başka sorunlar çıkmaya başladı. Daha önce genç olduğu için Burcu'yu daha iyi anlayacağını tahmin ettiğim öğretmenimiz çok sert ve acımasız bazı hareketler yapıyordu. Evet ben de sanatta , sporda disiplin taraftarıyım ama bu disiplini sevgi ve sakinlikle sağlama imkanımız olamaz mıydı. Zira her çocuğa aynı sistem uygulanmaz. Özellikle Burcu gibi kırılgan çocuklara daha anlayışlı, izah edici , sakin bir eğitim sistemi uygulamak gerekir. Tabii bu durumda bana çok iş düşüyordu. Derslerden alıngan çıkan Burcu'yu avutmak, konuşturmak, rahatlatmak. Çünkü Burcu çok konuşkan bir çocuk değildi. Onu konuşturmak , sorunlarına inmek ve arkadaş olmak zorunda idim. Farklı bir çocuk olduğu için çok arkadaşı yoktu. yaşıtları ile uyuşamıyor. iyi anlaşacağını düşündüğü büyükler ise onu kabul etmek istemiyorlardı. Ben ona arkadaş olmak orunda idim. Öğretmeni de ona sevgi ile yaklaşmıyordu pek. Burada benim yapacağım onu sevgi ile sarıp sarmalamak ama hayatın gerçeklerini de acıtmadan anlatmaktı. Sevgi ile sarıp sarmalamak derken yanlış anlaşılmasın. Disiplin her zaman vardı. Yanlız ben o anlamaz diye düşünmedim, herşeyi sebep sonuç ilişkisi ile anlattım.Takii anlayıncaya kadar, konuştuk.
  Bu koşuşturma içinde senenin sonuna yaklaşmıştık. Ve inanırmısınız Burcu hiç hastalanmadı, hiçbir aksilik olmadı. Yaptığımız plan tıkır tıkır çalıştı ve hiçbir dersi aksatmadık. Yaz tatili gelince kemanı yazında çalışacağımız ve biraz tatil yaptıkran sonra derslere devam edeceğimizi öğrendik. Bu olay Burcu'nun çok hoşuna gitti. Zira o kemanından hiç ayrılmak istemiyordu. Bale derslerimiz de harika gidiyordu. Baledeki arkadaşları ile çok iyi uyum sağlamış ve güzel vakit geçiriyordu. O dönemde edindiği bale arkadaşları ile hala görüşüyor. Ama o çocuklar arasındak bu güzel arkadaşlığın tesisinde bale öğretmenlerinin de çok büyük etkisi olmuştur. Editha Alnıaçık isimli bale öğretmenimiz çocukların ruhuna arkadaşlık. ortak çalışma duyguları ekerek onların çok iyi gelişimlerini sağladı.
  Yaz tatili gelmeden Mimar Sinan Üniversitesi Oditoryumunda tertiplenen bale gösterisinde Burcu çok mutlu idi. Zira bir yıl içinde yaptıklarını çok güzel sergilemişlerdi  o ve arkadaşları. Kemanında da artık ufak ve güzel parçalar çalıyordu.

3 Ocak 2013 Perşembe

Savaş Başladı.

 1990 Yılının Ağustos ayında  girdiği sınavların hepsini liste başı olarak kazanan 8 yaşındaki Burcu Göker'i  eylül ayından itibaren zorlu bir yarış bekliyordu. Tabii annesi, babası ve ablası olarak bizleri de.
  Önce İstanbul Üniversitesi keman ve Mimar Sinan Üniversitesi bale bölümlerine kaydımızı yaptırdık. Okullarda ders saatleri henüz belli değildi.Sanırım esas pandomim ders saatleri belli olunca kopacaktı. Zira bu kadar karmaşada ders saatlerinin çakışma ihtimalı çok fazla idi. Ben ve babası bu olayın altından nasıl kalkacağımız derin derin düşünürken Burcu amacına ulaştığı için çok mutlu idi. Hem bale, hem de müzik eğitimi alacaktı. Nihayyet ders saatlerimiz ve öğretmenlerimiz belli oldu. Burcu'nun keman öğretmeni yeni mesleğe başlamış genç bir öğretmendi. Bunun Burcu'nun lehine olacağını ve genç öğretmenin Burcu ile daha yakın iletişim kuracağını düşündüm en başta, ama sonra fena halde yanıldığımı anladım.
   Haftada iki sabah biri keman, diğeri solfej olmak üzere Kadıköydeki konservatuarda dersimiz olacaktı. Gene haftada iki gün akşam saatlerinde Beşiktaştaki konservatuarda bale dersleri olacaktı. Kısacası biz haftada iki gün sabah erkenden evden çıkacak, önce Kadıköyde ders yapıp , oradan Göztepeye ilk okula geçecektik. Gene haftada iki gün Göztepede ilk okuldan çıkıp koşarak Beşiktaşa geçecek ve bale dersinden sonra eve dönecektik. Bu çocuk ilkokul 4.sınıfa gidiyordu. ne zaman okul derslerini çalışacaktı. Ayrıca keman ve solfej de çalışması gerekiyordu evde. İstanbul'un trafiğini, 8 yaşındaki çelimsiz çocuğun hastalanma ihtimallerini göz önüne alınca bu olay iyice içinden çıkılmaz bir duruma giriyordu. Kafanız karıştı değilmi sayın okurlarım.
  8 yaşındaki Burcu aklınca bize çözüm önerdi.Zamanı iyi kullanırsak bu işi yapabilirdik. Yaşı 8 ama aklı 88 olan kızımız doğru söylüyordu. Zaman doğru kullanılırsa yapılabilirdi. Zaten Burcu daha sonraları da hayatının bir çok evresinde bu prensibi tatbik etti ve aynı anda bir çok işi birden yaptı.
  Önce masaya oturduk ve bütün aile  plan yaptık.Bütün aile diyorum ama sadece ben ve babası.Zira lise son sınıfta okuyan büyük kızımız da yoğun bir sene geçirecekti.Lise son dersleri, Üniversite hazırlık kursu ve evde yapılan grup dersleri onun tüm zamanını alacaktı. Ondan bize hayır yoktu. olayın büyük yükü benim omuzlarımda olacaktı. Çevremdekiler sadece bana bazı yardımlarda bulunabilirdi.
   Önce bütün bu koşuşturmalı olayı bazen kendi otomobilimle bazen de trafiğe takılıp zaman kaybetmemek için vapur,dolmuş  gibi toplu taşıma vasıtaları  ile yapmayı planladık. Planlar yapıldı , öğretmenlerimizin istediği keman ,bale giysisi, bale papucu, solfej kitapları gibi gereçler alındı ve .....
   Savaşı anlatmaya geçmeden biraz kısaca kemanımızdan bahsedelim.Kemanımız küçücük Burcu'ya uygun çeyrek fabrikasyon bir kemandı.Tünelde müzik aleti satan mağazalardan alınan ucuz bir keman. Zaten istesek  de çeyrek kemanın el yapımı ve pahalısı yok. Burcu müzik yaşamı boyunca sırası ile yarım, üç çeyrek ve tam kemanlara geçti boyu büyüdükçe.Ama şimdi çeyrek keman çalacaktı.
  Pazartesi günleri  sabah solfej dersimiz vardı. Geceden antreye solfej çantamızı ,ilk okul çantamızı ve bale çantamızı koyuyorduk. Zira bu  gün zorlu bir gündü. Öğleye kadar süren solfej dersi sırasında ben Burcu'yu okula bırakıp Kadıköy pazarından eve alışveriş yapıp arabaya bırakıyordum. Sonra Burcu'yu konservatuardan alıp Göztepe'ye okula yetiştirme işi vardı. Bu arada giden arabada Burcu üstünü değiştirip önlüğünü giymek ve sabahtan arabaya koyduğum veya okula gelirken büfeden aldığım sandöviç, ve meyveyi yemek , elini ağzını silmek zorunda idi. Tabii bütün bunları yaparken o günkü okul derslerini de kısaca özet geçiyorduk. Burcu'yu ilk okula bıraktıktan sonra ben eve gelip sabah dağınık bıraktığımız evi toparlamak, akşam için  yemek yapmak zorunda idim. Bu arada büyük kızımın Üniversite giriş grup çalışmaları  nedeniyle evimize çeşitli öğretmenler ve öğrenciler de geliyordu.
  Akşam üzeri son dersten önce Burcu'yu okuldan alıp Beşiktaş vapuruna yetişmek zorunda idim. Bu sefer otomobili alamayacaktım. Zira Kadıköyde park edecek zamanım yoktu. Dolmuş ve vapur bizim için daha iyi  olacaktı. Son dersleri müzik  ve beden gibi derslere ayıran öğretmenimiz  bize büyük destek verdi. Zira Burcu son derslere katılamıyordu.
   Vapurdan koşa koşa Konservatura yetişen Burcu'nun ancak bale giysileerini giyecek zamanı kalıyordu.Bu arada vapurda yarın ki ödevleri de yapıyorduk.Burcu baleye girince ben ya Beşiktaş pazarına çıkıp eksik alma veya biraz arkadaşlarımla sohbet imkanı buluyordum. Bale dersi bitiminde hemen terimizi silip iskeleye koşmak zorunda idik. Tabii vapurda ödev yapacaktık.En büyük mutluluğum vapur çıkışı oluyordu.Bizi araba ile almaya gelen eşim elimizden çantalarımızı alıp ,bizi arabaya sürüklerken günün en mutlu dakikalarını yaşıyordum.Eve gelip yemek hazırlamak, sofrayı toplamak sonra oturup Burcu'nun keman çalışmasını dinlemek veya ilk okul derslerine yardım etmek zorunda idim. İnanırmısınız ben iki sene hiç televizyon seyretmedim.
Bu bizim bir günümüz.Sanırım okurken yoruldunuz.Anladığım kadarı ile bilgisayar da yoruldu,teklemeye başladı.
Devamı bir sonraki yazıya diyelim.

2 Ocak 2013 Çarşamba

Konservatuar Sonuçları Açıklandı.

  Bir önceki yazımda Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Bale bölümü ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı keman ve Piyano bölümlerinin seçme sınavlarına girişimizi anlatmıştım. Sıra geldi bu sınavların sonuçlarına.Ben sınavlarda gördüklerimizden ,karşılaştığımız olumsuz durumlardan dolayı sınav sonuçlarından pek ümitli değildim. Aslında menfi bir sınav sonucu pek de umurumda değildi.Sadece bu konuyu çok isteyen Burcu'nun hayal kırıklığına uğraması düşüncesi  beni ürkütüyordu. Daha önce de bahsettiğim gibi sınav kazanmak demek , hiç bilmediğimiz sularda yüzmeye kalkmak gibi idi.
   Sınav sonuçlarının belli olacağı sabah sonuçlara bakma işini Üniversite giriş kursu için dersaneye giden büyük kızıma vermiştik. Kızımın Üniversite Dersanesi Beşiktaşta idi. Sabah kızım önce Kadiköy'de vapura binmeden İstanbul Üniversitesinde asılan sonuçlara bakacak,daha sonra vapurla Beşiktaşa gecip dersaneye gitmeden önce Mimar Sinan Üniversitesi sonuçlarına bakıp bize telefonla haber verecekti. Sabah kızım evden çıkarken biz daha uyuyorduk. Vakit oldukça erkendi. Tam uykumun arasında telefon sesi ile uyandım. O zaman cep telefonu daha ülkemizde yoktu. Kızım İstanbul Üniversitesinin sonuçlarına bakmış ve okulun karşısındaki telefon kulübesinden arıyordu. Anne diyordu heyecanlı bir sesle.'Burcu hem kemanı, hem de piyanoyu kazanmış ve hem de liste başı olarak' diyen heyecanlı ses beni sabah uykulu halimden uyandırdı birden. Ben uğradığım şok ile ne falan derken Burcu da uyanmış ve sonuçları öğrenmek için eteğimden çekiştiriyordu. Sonuç benim için büyük süpriz idi ama Burcu
hiç de öyle düşünmüyordu. O konservatuara gireceğine ve müzik eğitimi yapacağına baştan inanıyordu. Kalktım ve kahvaltı hazırlayıp çayı koymaya mutfağa gittim. Tam bir vapur saati sonunda telefon gene acı acı çaldı. Bu sefer hattın öte yanında Ebru gene heyecanla bağırıyordu. Burcu bale sınavını büyük başarı ile en önde kazanmış.Zaten 12 kişi almışlar. 650 kişi içinde 12 ye girmek ve en ön sırada olmak için Burcu acaba bale sınavında ne yapmıştı. Bale papucu ve mayosu bile yoktu.
 Yorgun ve sessiz bir şekilde koltuğa oturdum. Burcu da geçip karşıma oturdu. Burcu herkesin çok hazırlandığı, torpil olaylarının çok olduğunun söylendiği sınavların hepsini hiç hazırlanmadan ve kimseyi tanımadan nasıl kazanmıştı.Biz şimdi ne yapacaktık. Bütün sınavları kazanmak bize çok büyük bir sorumluluk getirmişti. Ben nasılsa kazanamaz,en kötüsü birini kazanır derken üç sınavı da kazanmak .
  Ben böyle düşünceli düşünceli oturuken birden dikkatımı çekti.Burcu gayet sakindi. Önceden bildiği bir olayla karşılaşmış ve bunun planını önceden yapmış gibi sakindi. Bir yandan da söyleniyordu. Hem baleye hem de kemana giderim diye kendi kendine planlar yapıyordu.Bunu duyunca ben herhalde çocuk iyice hayal görüyor falan diye düşünmeye başladım.
  Akşam bütün konumuz konservatuar sınav sonuçları idi. Ne karar verecektik,hangi dalı seçecektik. Burcu  daha öncede söylediğim gibi hem müzik eğitimi, hem  de bale eğitimi yapmak istiyordu. Buna imkan yoktu. Her ikisi de ayrı Üniversitelere bağlı Konservatuarlardı ve bu arada Burcu'nun ilk okul eğitimi de vardı. Ancak bir bölüm seçip, onu da çok zorlukla yürütebilirdik. Ayrıca Müzik eğitiminde de keman ve piyano arasında bir seçim yapmak zorunda idik.
 Tabii biz o yaz artık yazlığa gitmedik. İstanbul'da kalıp kayıtları yaptırmamız gerekiyordu. Kayıt yaptırmak içinde karar vermek gerekti. Burcu bale ve müzik inadından vazgeçmiyordu. En sonunda babası onun bu ısrarına dayanamadı ve ikisi de ayrı okullar, her ikisine de kayıt yaptıralım,devam ettiği kadar gider, çocuğu kırmayalım dedi. Burcu'nun inadı, cesareti ve kararlılığı bize galip gelmişti ve bizi artık o yönlendiriyordu. Keman ve piyano seçiminde ise daha önce Burcu'yu giriş sınavlarında deneyen Şancı dostumuzun eşi yardımcı oldu. Kemanın Burcu için daha uygun olduğunu piyanoyu ise konservatuara girince esas ders olarak zaten alacağını söyleyerek Burcu'nun kemana kayıt yaptırmasını tavsiye etti. Anlayacağınız İstanbul üniversitesi Konservaturı Keman, Mimar Sinan Üniversitesi bale bölümlerine kayıt yaptırmak üzere kararımız verdik. 8 yaşında bir çocuk, Göztepe'de ilkokul,Kadıköyde keman,Beşiktaşta bale eğitimi alacak ve biz bunun altından nasıl kalkacaktık.Bütün bunlar olurken abla da Üniversite sınavına hazırlanacak.dersaneye gidecek,özel dersler alınacaktı. Ben  çalışmıyordum.Sadece eşim çalışıyordu. Gelirimiz belli idi. ve biz maddi manevi büyük bir savaşın içine giriyorduk.
Bu savaşın başlangıcını bir sonraki yazıma bırakalım.