Hürriyet

28 Şubat 2013 Perşembe

Burcu Göker Lise 3 e atlıyor.

 18 Ağustos 1995 günü Sion'dan Türkiye'ye dönen Burcu , Ebru ve ben yoğun bir çalışmaya başlamıştık. Burcu eylül ayı başında başlayacak İstanbul Üniversitesi Konservatuarı Bütünleme sınavlarında 15 tane Lise 2.sınıf dersinin sınavına girecekti.Bu 15 sınavın 8 tanesi ,Meslek dersi 7 tanesi de kültür dersleri idi.
  13 yaşında bir çocuğun bu derslerin sınavlarına nasıl gireceği ve bu zor mücadeleye ne gerek olduğu, her zorluğu kendi yaşında yaşasa daha iyi olacağı konusunda Kültür öğretmenlerimizle verdiğimiz zorlu mücadele sonunda onları ikna edememiştik ve onlar hala ne gerek var deyip duruyorlardı. Bu durumda Burcu gene çok büyük bir başarıya imza atmak zorunda idi. Ancak bu şekilde bütün menfi düşünenlere tek cevap verilmiş olacaktı.
  Bu sınavlarda herkese cevap olacak sonuca varmak için çok ve bilinçli çalışma gerekiyordu.Bu arada şunu belirteyim çok çalışmak değil, bilinçli ve verimli çalışmak önemli. Eğer sistemli çalışırsanız daha az emekle daha büyük başarıyı yakalıyabiliyorsunuz. Biz bu konuda çalışa çalışa epey deneyim sağladık.
  Lise 2. sınıfın sınavları eylül başında başlıyordu. Aynı dönemde Ebru'nun  da Hukuk Fakültesi 3. sınıftan 4. sınıfa geçmek için bazı derslerin sınavına girmesi gerekiyordu. Kısacası İstanbul'un sıcak yaz günlerinde bizi yoğun çalışmalar bekliyordu. Bu arada ben sanki kendi kendimi bir maratona sokacakmış gibi evin bazı bölümlerinin de boya, badana işlerini aynı döneme sığdırmaya çalışıyordum.Ebru kendi dersini kendi çalışıyordu. Benim ona yapacağım sadece verimli çalışması için yemek, çay, kahve gibi gereksinimlerini zamanında karşılamaktı. Burcu'nun çalışmasında ise benim rolüm çok fazla olacaktı. Çünkü dersler çok fazla idi ve ben onları 13 yaşında bir çocuğun anlayacağı şekilde vitamin haline getirip Burcu'ya yutturmak zorunda idim. Tabii bu arada evin işleri, bu kadar yoğun çalışmada bunalan çocukların psikolojik destekleri ve akşam eve gelen eşe sağlanacak hizmetler. Bütün bunların üstüne evde boya yaptırmaya kalkmak da sanırım rekor denemesi olacaktı. Boyacılara bütün bu endişelerimi söylediğimde beni, işlerini çok düzenli yapacakları, dağıttıkları, kirlettikleri yerleri gene kendileri toplayıp, temizleyecekleri konusunda ikna ettiler. Benim bir tek şartım vardı. Evde bu kadar ders çalışma için gerekli olan sessiz ortamın sağlanması açısından hiç gürültü yapmamaları, hatta gürültü ne demek nefes dahi almamaları konusunda bana söz vermelerini istedim. Bu sözü de aldıktan sonra artık maraton başlayabilirdi.
  Şimdi düşünüyorum da bu kadar işi aynı anda biriktirip de bu gerginliği yaşamaya ne gerek vardı. Şimdi ki aklım olsaydı diyeceğim en azından boya işi i daha sonraya bırakırdım. Ama biliyordum ki daha sonra da yeni işler çıkacak ve boya gene yapılamıyacaktı. Şu günlerde kızlarımın yaşam koşuşturmalarına bakınca yıllar önceki kendimi görüyorum.' Kuş yuvada gördüğünü işlermiş.'diye bir deyiş var. Hakikaten doğru bir söz.
  Sınavlardan önce bir kaçgün vardı. Bu ilk günleri ilk sınavların hazırlıklarının yanısıra daha sonra ki sınavlara alt yapı olacak çalışmalara da ayırdık. Her dersin en az bir yıl okunup öğrenilecek ders kitabı ve alıştırması vardı. Biz bir yılda öğrenilecek tüm dersleri bir aydan az sürede öğrenmek ve bu sınavlardan en iyi notları almak zorunda idik. Bu arada bunu yapacağınız bu zorlu savaşa beraber çıktığınız savaş arkadaşınız 13 yaşında bir çocuktu. Bu çocuğun oyun, eğlence ihtiyacı vardı. Zaman zaman bıkabilirdi. Yorulabilirdi. En kötüsü ufak bir sağlık sorunu bütün sistemi çökertebilirdi.
  Gıdaya, uykuya çok dikkat etmek, vitaminleri düzenli almak, morali daima en yüksek tutmak zorunda idik.
  Dikkat ederseniz hep sanki ben ve Burcu beraber tek kişi yapıyormuşuz gibi anlatıyorum. Bir olayı kendinizin sorunu gibi benimsemez, kendinizi o olayın dışında tutarsanız hiçbir zaman beklenen verimi sağlayamazsınız.
  Derslerin bazılarını oyun ve eğlence haline getirmek, Burcu'yu bu şekilde rahatlatmak zorunda idim. Arada bazı konuları yürüyüş ve açık havada yapabilirdik. Zaten ben Burcu'ya bir çok konuyu sanki hikaye anlatır gibi, hayatın içinden olaylarla anlattım ve öğrettim. İnanın bana çok başarılı oluyor bu metot.
 Küçük bir  kaç örnek vereyim. Sosyoloji en çok hayatımızdan kesitlerle öğrettiğimiz dersti.Sosyal sınıflar, sosyal sınıf piramiti, sınıf atlama gibi konuları hayatımızın içindeki kişilerden örneklerle yürüyüşler sırasında sohbet havasında öğrettim. Keza Divan edebiyatındaki bir çok şiiri örneğin Nedimi hep hikayelerle anlattım. Hatta hiç unutmuyorum. Nedimin bir şiiiri vardı.Nedimi parmağının ucunda çeviren, fettan, güzel, yabancı kökenli bir dilberin anlatıldığı bir şiirdi. Şiirdeki kadın resmini çizmiştik Nedimin anlattıklarına dayanarak. Sonra da bu dilberin resmini Burcu'nun yatağının yanındaki duvara samıştık. Sorarım size Nedimi bu şekilde öğrenen hangi çocuk hayatı süresince unutabilir. Gene Tevhid-i Tedrisat kanununu aile arasında Meclis kurarak ve tartışmalar yaparak anlatmış ve öğrenmiştik. Bu oyunla, hikayelerle, örneklerle eğitimde o kadar başarılı olduk ki sınavlardan sonra daha önce Burcu'nun başarılı olamayacağını şiddetle savunan Sosyoloji öğretmeni Burcu'nun sınavda aldığı 100 puan karşısında nasıl öğrettiniz bunları diye şaşkınlığını belirtmişti.
  Sınav günlerimizi bir sonraki yazımda anlatacağım.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder