Hürriyet

11 Şubat 2013 Pazartesi

Teleferikle kasabaya ineceğiz.



  Öncelikle yukardaki resimleri açıklamakla başlamak istiyorum.Birinci resim üçümüz teleferikle 2000 metreden aşağı yerleşim kasabasına inerken teleferiğe binmeden önce çekildi. İkinci resim 2000 metrede Ebru ve Burcu karlar üzerinde. ne garip aşağıda deniz seviyesinde hava sıcaklığı 35 derece iken, yukarda kar olması çok ilginç.Üçüncü resim Les Arcs'da Burcu ve ben kafede. Arkada Mont Blanc dağını görüyorsunuz.
  Bir önceki yazımda ders çıkışı föndü yediğimiz söylemiştim. Yaşamımda ilk defa yediğim föndü çok hoşuma gitmişti. Hele yanında içtiğimiz kırmızı şarap soğuk dağ havasını birden ılıtmıştı. Bu ılıklık festival çadırının önünde beklerken de devam etti ki bu kadar soğukta 1.5 saat kadar gık demeden bekledik konser çadırına girmek için. Diğer dinleyiciler de uzun bir kuyruk şeklinde bekliyordu kapıda.
  Bu arada bir şey söylemek istiyorum. Dağda bulunduğumuz daha sonraki günlerde St Bernard köpeklerine rastladım. Zaten bölgenin karekteristik hediyeleri arasında bu köpeklerin bibloları, resimleri de bulunuyor. Alplerda avcıların, dağcıların can yoldaşı olan bu köpeklerin hepsinin boynunda bir matara vardı.Ben bu mataraların niçin konduğunu ve içinde ne olduğunu çok merak ettim. Sordum. Öğrendiklerim beni hem şaşırttı hem de duygulandırdı. Köpeklerin boynundaki mataralarda konyak falan gibi güçlü bir içki bulunurmuş. Karda kalanları arama kurtarma çalışmalarında da çok kullanılan bu köpeklerin bulduğu  donmak üzere olan  kişiler onların boynundaki mataradaki içkiyi içerek  biraz ısınır ve yardım gelene kadar dayanırmış. Gene avcı veya dağcının yanındaki köpek de sahibinin donmaması için matarasındaki içkiyi içmesini sağlar, sonra gidip kurtarma ekiplerine donmak üzere olan sahibinin yerini gösterirmiş. Bunları dinledikten sonra föndünün yanında içtiğimiz şarabın bizi nasıl ısıttığını daha iyi anlamış oldum.
  O gece Festivalin ilk konser gecesi idi ve Konser çadırı tıklım tıklım dolu idi. Biz de kendimize bir yer bulup oturduk. Dişardaki soğuğa rağmen çadırın içi sıcaktı. Bu gece Masterclassta görevli ve her biri Fransa Ulusal Konservatuarı hocasi olan , Fransa Opera Orkestrasında görev yapan ismi çok duyulmuş öğretmenlerin konseri vardı. Bundan sonra 15 gün süre ile bu konserler devam edecek ve Burcu da bir gece bu konserlerde yer alacaktı. Bu olayı düşünmek bile onur veriyordu bize.
  O gece ilk olarak Madam Gazeau, Guy Comantale keman,Xavier Gagnepain viyolensel ve Raymont Glatard viyola dörtlüsünün çaldığı bir eserle başladı. Daha sonra diğer enstrumanlardan oluşan trio ve dörtlülerin çaldığı eserlerle devam etti konser.
  Bu harika müzik şöleninden çıktığımızda vakit epey geç olmuştu. Ruhumuz dinlenmiş , adeta billur sularla yıkanmış gibiydi. Şimdi harika bir uyku vakti idi.
  Ertesi gün ilk dersimiz keman, sonraki oda müziği idi. Keman dersimiz harika geçti. Burcu Göker çok çabuk öğreniyordu. Adeta deşifre ettiği eserleri daha önce çalmış gibi idi. Hatta ben ona bazen takılıyordum. Doğum günü Paganini'nin ölüm günü ile aynı idi. Ben Burcu'ya senin ruhuna Paganini'nin ruhu girmiş diye takılıyordum.
  O gün ikinci dersimiz Alexis Galperine isimli bir hocanın çalıştırdığı oda müziği dersi idi. Oda müziği tek olarak çalışılmadığı için Burcu , daha önce de gördüğümüz Philippe isimli bir oğlan çocuğu ve bir başka Japon kızla beraber çalışıyordu. Alexis Galperine'yi görünce şaşırdım. o kadar çirkin bir adamdı ki. Adeta bir iskelet gibi ,suratı maymuna benzeyen bir adamdı. Ama çok iyi pedagoji bildiği daha dersin ilk dakikalarında belli olmaya başlamıştı. Burcu'nun ailesi olarak ben, ablası tercüman, Philippe'nin ise annesi dersi dinlemek üzere salondaydık. Diyeceksiniz ki adamın çirkinliğini niye anlatıyorsun. Sebebebini birazdan öğreneceksiniz. Bu çirkin adamın bu gece konseri olduğunu biliyorduk. İnanın bana o gece konsere gidip Alexis Galperine'yi sahnede dinleyince ben adama aşık oldum. Bir insan sahnede bu kadar mı devleşirdi. O çirkin adam kemanı eline alıp çalmaya başlayınca adeta ilahlaşmıştı. İşte star ateşi denen şey buydu. Normalde çok sıradan bir insan sahnede inanılmaz olabiliyordu. Kimse alınmasın , bana kızmasın ben ülkemde klasik müzik icracıları arasında sahnede bu kadar devleşen bir sanatçı görmedim.Sahnede çalan sanatçının karşısında dinleyicinin ıstırap çekmemesi, bu konser bitsin artık diye düşünmemesi lazım. O sanatçı sizi beyaz atına atıp hayaller dünyasına götürüyorsa tabii erkekse, kadın ise farklı, işte ben ona gerçek sanatçı derim.
 Oda müziği dersinden sonra Philippe'in annesi öğleden sonra teleferikle  aşağı inip gezeceklerini ve biz de gelirsek çok sevineceklerini söyledi. Paris'te doktor olan bu hanım Philippe'nin kursu için gene doktor olan eşi ile küçük bebeklerini de alıp Les Arcs'a gelmişler ve hem tatil hem eğitim yapıyorlardı.
 Teklif bize cazip geldi.Zira biz Les Arcs'a direct Mösyo Purhaskaların otomobili ile gelmiş ve aşağıdaki kasabayı Bourg St Maurice'yi görmemiştik. Burcu'nun da iyi anlaştığı Philippe ile teleferiğe binmek, aşağıda gezmek fikri çok hoşuna gitmişti.
 Bir kaç saat sonra teleferiğin gişesi önünde buluşmak üzere sözleştik. Eve gidip kemanımızı bırakmak ve üstümüze bir şeyler almak zorunda idik. Ama bu aldıklarımızın çok gereksiz olduğunu aşağı inince anladık. Zira yukarda 2000 metrede epey serin olan hava şehir merkezinde çok sıcak ve nemli idi.
  Teleferik çocukların çok hoşuna gitti. Ben de bir zamanlar Uludağda bindiğim teleferiği anımsadım. Şehir merkezi çok güzeldi. Güzel şık mağazalar, caddeler, kafeler, restorantlar. adeta bir tatil yöresi gibi idi. Sanırım o zamanlar Savaoi bölgesi, Bourg St Maurice , Les Arcs ülkemizde fazla bilinmiyordu veya ancak çok zenginler biliyordu. Şimdi iletişim ve turizmdeki gelişmeler bu bölgeleri halkımızın orta tabakasının bile rahatlıkla gidebileceği ve kayak yapabileceği yerler arasına koydu. Ben Burcu'nun masterclassı sayesinde oraları gördüm. Gerçi Burcu sayesinde o kadar çok yer gördüm ki.
  O gün son teleferiğe kadar epey gezdik.Yukarı çıkan son telekeferik saat 6.30 da idi. Ona yetişmek ve akşam konsere gitmek zorunda idik. O gün gezdiğimiz hediye dükkanlarından harika hatıra eşyaları aldık. Bu aldığım eşyalar arasında birini hala çok iyi saklıyorum. Şu anda yanımda kütüphanemin  üstünde duran bu obje taşın üstüne yapılmış bir dağ resmi. Yaşlı bir ressamın atölyesine gittik o gün. Ressamın en büyük özelliği taşlar üstüne resim yapması imiş. O gün çok beğenerek aldığım o taş resim bana o güzel anları hatırlatıyor.
  Akşam dönünce teleferikten inip eve uğramadan Konser çadırına gittik. Nasılsa yanımızda gündüz kullanmadığımız kazaklarımız vardı. Akşam Alxis Galperine'nin konseri  vardı. Hani şu ilah adam....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder