Hürriyet

6 Şubat 2013 Çarşamba

Les Arcs'daki Harika 15 gün



 15 Temmuz 1994 günü sabahı  Lyon'dan Madam ve Mösyö Purhaska ile onların otomobili ile yola çıktık. Üç saatlik neşeli bir yolculuktan sonra Les Arcs'ın kasabasına vardık.Yolculuk sırasında dikkatimi çekti.Madam ve Mösyö Ebru'yu kendi kızları  gibi büyük bir şefkatle seviyorlardı. Ebru'yu sadece 15 gün evlerinde misafir etmişlerdi. Aralarında bu kadar kısa sürede böylesine derin ve güzel bir bağın doğması çok ilginçti. Mösyö Ebru'yu bir zamanlar terk etmek zorunda bırakıldığı ülkesinden bir hatıra gibi görüyordu. Ebru'nun da Balkan kökenli bir aileden gelmesi, Fransa'da yabancı olması ve işin en ilginci Mösyönun evlerinde bize çıkartıp gösterdiği bir aile albümünde çok önceleri ölmüş bir Macar kontesine şaşırtıcı bir şekilde benziyor olması  sanırım bu yakın sevginin sebepleri idi. Ayrıca ailenin hiç kız çocuğu olmaması da Ebru'ya karşı bir yakınlık doğmasına sebep oluyordu. Ebru'yu kendi kızları gibi benimsemişlerdi. Tabii Ebru dolayısı ile onun kardeşi ve annesi olarak Burcu ve beni de bağırlarına sevgi ile basmışlardı.
  Masterclassın gerçekleşeceği Les Arcs Fransa'nın güneyinde bir dağ kütlesi üzerinde bir kayak merkezi.Şehir merkezinden 1800 ve 2000 metre yüksekliklerdeki yerleşkeslere teleferik ile çıkıldığı gibi dağda kıvrım kıvrım ormanlar arasından çıkan harika bir araç yolu da var. Tesislerde harika oteller, eğlence merkezleri, spor tesisleri kısacası gelen kişilerin bütün gereksinimlerini karşılayacak ve eğlenceli vakit geçirmelerini sağlayacak olanaklar mevcut. Bu tesisler kış aylarında kayak turizmine,yaz aylarında ise konferans, seminer ve masterclass turizmine tahsisi ediliyor.Ayrıca her mevsimde dağ havasından hoşlanan ve dağ  tatili yapmak isteyen kişiler de buralara yaz aylarında rağbet ediyor.
  2000 Metre yükseklikteki tesislere gelince önce resepsiyona gidip bizim için ayrılan daireyi öğrendik.Bize ayrılan daire içinde mutfağı, banyosu olan dağ manzaralı harika bir stüdyo idi. Stüdyoda en şık marka yemek takımlarından, kahve  makinesine, elektrik süpürgesine kadar her türlü konfor mevcuttu. Anlaşılan burada 15 gün hem çok güzel tatil yapacak hem de Burcu çok faydalanacağı bir eğitim yaşamı sürecekti.
  Mösyö ve Madam bizi evimize yerleştirdikten sonra beraberce bir kahve içip, müsaade alarak Lyon'a doğru yola çıktılar. Biz üçümüz Les Arcs'da kalmıştık.
  Biz de hemen çevreyi tanımak, kursun yapılacağı binayı keşfetmek üzere dişarı çıktık. Saatler ilerledikçe hava soğuyordu. Aylardan temmuz olmasına ve deniz seviyesinde hava çok sıcak olmasına rağmen 2000 metrede hava epey serindi. Aksi gibi biz de hep yazlık giysilerle gelmiştik.
  Öncelikle Masterclassın yapılacağı binaya gittik. Burcu ve diğer katılacak öğrencilerin hangi hocalarla, hangi saatlerde ve hangi binalarda ders yapacağı ,bu dersler sonucunda yapacaklarını sergileyecekleri dinletilerin zamanları listeler olarak asılmıştı. Listelere bakarken dikkatimi çekti. Kursa bir çok yabancı öğrenci katılıyordu. Koreli, Japon, Çinli ve diğer Avrupa ülkelerinden. Asyalı öğrencileri isimlerinden anlıyordum ama diğer öğrencilerin orijinlerini anlamıyordum. Sanırım tanışınca anlayacaktım. Bu arada Burcu sadece Madam Gazeau ile değil ismini yeni duyduğum bir çok hoca ile de çalışacaktı. Sadece keman değil, oda müziği, orkestra da çalışacakları konular arasında idi.
  Zaten bu masterclasların en büyük faydası dünyanın bir çok ülkesinden gelen öğrencilerin, bir çok ünlü hoca ile tanışma ve çalışma fırsatı bulması idi. Ayrıca çeşitli ülkelerden gelen öğrenciler 10, 15 günlük eğitim dönemi içinde kaynaşıyor ve aralarında ilerde değerlendirebilecekleri  müzik dostlukları doğuyor. Bütün bunlardan başka sadece kendi ülkesindeki öğretmenleri ve öğrencileri gören kişilerden farklı olarak başka ülkelerin sanatçıları hakkında bilgi sahibi oluyorlar ve en azından sanat dünyasındaki yerlerini daha iyi değerlendirebiliyorlar. Her zaman  söylüyorum başka ülkelere çıkıp sanat olaylarına derinden incelemeyen sanatçı , köyde denizi görmeden ölen bir kişi ile eşdeğer. Kısacası bu masterclaslar bir nevi pazar oluyor, hani otomobil açık pazarı gibi bir olay.
  Gelelim bizim masterclassa . Organizasyon o kadar güzel yapılmıştı ki düzene hayran oldum.Bu organizasyon sayesinde öğrenciler kurs süresince en fazla eğitimi alacak ve aldıkları bu eğitimi göstecekleri  dinletileri yapacak şekilde planlanıyor. Bu kurs planlamasının ne kadar önemli olduğunu seneler sonra kendi ülkemizde katıldığımız bir masterclassta daha iyi fark ettim. Bir olay düzenli yapılırsa fark etmiyorsunuz ama düzensizlik düzenin faydalarını daha iyi ortaya çıkartıyor.Zamanı gelince anlatacağım kendi ülkemizdeki masterclasstaki düzensizlikler o kadar fazla idi ki , bir çok öğrenci biz de başta olmak üzere kursu daha ortasında terk etmek zorunda kaldık. Daha fazla kalsa idik boşuna zaman kaybı olacaktı.
  Tesislerde dolaşırken çok güzel mağazalar, restaurantlar, kafeler,marketler keşfettik. Yaptığımız bu çevre incelemesi sırasında 15 günlük sürede zaman zaman restorant,pizza, fast food yemenin yanısıra, marketten alacağımız gıda maddeleri ile dairemizde yemenin daha rasyonel bir davranış olacağına  karar verdik. Markette her türlü gıda maddesi, evde her türlü mutfak aracı vardı. Evde daha sağlıklı ve daha ucuz yemek hazırlayacağıma karar verdim. Paramızı da tutumlu kullanmamız lazımdı. Hemen ertesi sabah kahvaltısı için ve akşam  yemeği için marketten bazı gıda maddelerini alıp dairemize döndük. Son iki günde epey yorulmuştuk ve ertesi sabah Burcu'nun dersi vardı. Dinlenmemiz gerekti. Gece yemeğimizi yedikten sonra uyumaya karar verdik ama bir şeyi unutmuştuk. 2000 metre yükseklikte idik ve hava ne yazık ki saat 10 olmasına rağmen kararmamıştı. Sonunda odadaki koyu renk perdeleri kapatarak uyumaya karar verdik.Çok yorgunduk ve hemen uykuya daldık.
  Bir süre sonra harika bir müzik sesi ile uyandım. Saate baktım vakit henüz gece yarısı idi.1492 isimli filmin müziği çok yüksek bir sesle çalıyordu. Pencereden baktım. Gördüğüm harika manzarayı hala unutamadım. Yüzlerce ışık dağdan aşağı iniyordu. İnanılmaz bir müzik ve inanılmaz bir gösteri. Hemen giyinip dişarı çıktım. Burcu ve Ebru uyuyorlardı. Ama ben bu harika gösteriyi kaçıramazdım. Daha sonra öğrendiğime göre her hafta sonu bu gösteri yapılırmış. Yüzlerce elerinde meşaleler taşıyan kayakçı gece saat 12 de müzik eşliğinde dağdan kayarmış.Bir ışık seli olarak görünen bu görsel şölen her hafta yeni gelen konukları karşılamak için tekrarlanırmış. Öğrendiğim  kadarı ile tatile gelenler aynen bizim devre tatiller gibi cumartesi girişi yapıyormuş ve onların girdiği gece bu şölen yapılıyormuş. Bu şöleni kaçıramazdım. Yüzelerce insan çoluk, çocuk hayranlıkla bu olayı seyrediyordu. Ben de onların arasına katıldım ve kendimi bir çadırın önünde buldum. Devasa bir gösteri çadırı kurulmuştu dağın eteğine, ben  de herkesle içeri girdim ve bir yer buldum oturdum. Burada bir haftalık aktivitelerin tanıtımı yapılıyordu ekranda. Bu tesislerde yapılacak spor aktiviteleri, rafting alanları, akşamları yapılacak konserler, showlar, çocuklar için gündüz yapılacak aktiviteler, yüzme yarışları, resim, elişi kursları, aklınıza gelebilecek bir sürü aktivite. kısacası kimse burada bir an bile boş duramayacaktı,hep eğlence hep gösteri.
  Dediğim gibi 15 gün oldukça eğlenceli ve verimli geçecekti. Bu benim ilk yurt dışı deneyimim olarak çok güzel bir olaydı. Ama ben daireme dönüp uyumak zorunda idim.Zira yarın hepimizi oldukça yoğun bir gün bekliyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder