Hürriyet

8 Nisan 2013 Pazartesi

Bu yıl Paris'te Burcu ile ben beraberim.

 Yazıma başlamadn önce resmi açıklayayım. Burcu Göker Ağustos 1997de Cenevre Sion'da Tibor Varga Masterclass konserlerinin prova çalışmalarında görülüyor.
  1997 Haziran sonunda Burcu Göker İstanbul'a dönmüştü.Paris'teki ilk yılında Konservatuardaki eğitiminde sağladığı başarıları, Fransızca dilindeki gelişimini, Paris'te gerçekleştirdiği ve büyük başarılar gösterdiği konserlerini önceki yazılarımda yazmıştım.Temmuz ayında İstanbul'da dinlenecek ve ailesi, arkadaşları ile özlem giderecek olan Burcu Ağustos ayında Cenevre Sion'da Tibor Varga Masterclass ve Festivaline katılacak, Ağustos sonunda ise Paris'e geri dönecekti.
  Bu yaz bizi bekleyen çok önemli bir olay vardı. Bir önceki yıl Paris'te kardeşi ile birlikte kalan ve Sorbonne Üniversitesinde Uluslar Arası Özel Hukuk dalında master yapan ablası Ebru Göker eğitimini tamamlayıp Türkiye'ye dönmüştü. Burcu Paris'te kalıp eğitimine devam etmek istiyordu. Lakin Burcu henüz 15 yaşında idi. Ve Fransa kanunlarına göre bu yaşta çocuk minör sayılıyordu,yanında majör bir büyüğü olmadan Fransa'da kalması ve yaşaması imkansızdı.Ailemizden biri Fransa'da Fransız Hükümetinin bu olay için kendisine verdiği Carte de Sejur ile Burcu ile Paris'te oturmak ve yaşamak zorunda idi. Ancak o zaman Burcu Fransa'daki eğitimine devam edebilecekti.Bu olay bizim için çok yabancı bir konu idi. Kim Burcu ile beraber Paris'te yaşayacaktı, Bu gidişin kanuni zorunluluklarını nasıl gerçekleştirecektik.Zira ailemizden Ebru'dan başka kimse Fransızca bilmiyordu. Bu olayları gerçekleştirmek için de Fransızca bilmek gerekiyordu.Ailemizden sadece ben Burcu ile Paris'te yaşayabilecek durumda idim. Zira babamız İstanbul'da çalışmak zorunda idi. Çoğu masraflarını bizim karşıladığımız bu eğitimin finansörlüğü için aileden birisinin İstanbul'da çalışması gerekiyordu.
 Ayrıca ben Fransızca bilmiyordum ve bu olaylar olduğu zaman 50 yaşında idim. Bu yaştan sonra dilini bilmediğim,kimseyi tanımadığım bu ülkede küçük bir çocukla nasıl yalnız yaşayabilecektim.Bu kadar sene sadece turistik amaçlı o da çok sayıda olmamak kaydı ile yurt dışına çıkmış bir kişinin yurt dışında yaşaması çok zor görünüyordu. Kaldı ki İstanbul'daki yaşamımda alıştığım lüksleri Paris'te bulabilmem imkansızdı. Ben İstanbul'da büyük bir evde yaşıyordum. Arabam vardı. Eve temizliğe gelen yardımcım vardı. Periyordik tarihlerde Lise ve Üniversite arkadaşlarımla yaptığım toplantılarım vardı. Herşeyden önce İstanbul'da bir eşim vardı.Bütün bu yaşamı bırakıp Paris'te Burcu ile beraber bir öğrenci yaşamı sürmeye başlamak bana imkansız gibi gözüküyordu.
  Ben başıma gelecekleri düşünüp kara kara düşünmeye başlamıştım bile. Daha düşüncesi bile beni korkutuyordu bu projenin. Teknik bakımdan yaşama geçirilmesi de çok zordu. Tek başıma Paris'te Fransızca bilmeden eczaneden ilaç bile alabilecek durumda değildim. Ayrıca Fransa'da yaşarken gereken prosedürleri dil bilmeden nasıl halledecektim.Paris'te kimseyi tanımıyorduk, arkamızda bir kuruluş yoktu bizim adımıza bu işleri haledecek.
  Daha Türkiye'de gidiş için vize alma işlemleri sırasında büyük zorluklarla karşılaşacağımız açıktı.Ben başıma gelecekleri, önümüzdeki günleri düşündükçe çok korkuyordum.Tek dayanağım Burcu idi. Ona inanıyordum. Zaten ben Burcu'ye ve onun başaracağına hep inandım. Bu olay baştan beri bir inanışın öyküsü.İnsan isterse imkansızı başarabiliyor anlayacağınız.
  Ağustosta Cenevre'ye gitmeden önce bütün vize başvurularını yapmamız gerekiyordu. Zira Cenevre'den dönünce Paris'e gitmek için fazla zamanımız yoktu. Olayımız çok rastlanan bır olay değildi. Daha önceki tarihlerde minör bir öğrenci yanında majör bir ebeveyn gitme örneklerı vardı ülkemizde. Suna Kan, İdil Biret, Verda Erman gibi büyük yeteneklerimiz Harika çocuklar yasası kapsamında aileleri ile yurt dışına gitmişti ama onları arkasında Türkiye Cumhuriyeti vardı ve bütün sorunlarını Hükümet halletmişti. Oysaki bizim kimsemiz yoktu. Sadece inancımız vardı. Çok süper zenginde değildik ki avukat veya bir Hukuk Şirketi yapsın bütün işlemlerimizi.
  Ama inanın sanki bir güç bize yardım etti. Zorlukla karşılaşmadık mi vize alırken. Öyle zorluklarla karşılaştık ki bazen içinden çıkamadığımız, koca yaşımda benim bile hüngür hüngür ağladığım zamanlar oldu.
  Eşim ve ben yalnızdık bu savaşta bu sefer. Ebru dönmüş ve evlenme hazırlıklarına başlamıştı. Anlayacağınız bizi bu savaşta Ebru yalnız bırakmıştı.Eşim panikli bir insandır. Çabuk ümitsizliğe kapılır. Ben çaresizlıkleri yalnız yaşamak ve ona belli etmemek durumunda idim.Kısacası bu savaşta çok yalnızdım. Etrafımda hiçbir arkadaşım bu olayı neden gerçekleştirdiğimizi anlamıyordu. En kültürlü arkadaşlarım bile 'Eh işte bir yıl Paris'te eğitim yaptı Burcu, dönün artık.'diyordu. Bana da gitme fikrim karşısında 'Sen delimisin.'diyorlardı. Zaten bir süre sonra 'Delimisin .'demeyi bıraktılar.'Mutlaka delisin.'demeye başladılar.Artık herkes bizim uçuk olduğumuza inanmıştı.
  Büyük zorluklarla Burcu ve ben vize aldık. Sabah 5 de Fransız Konsolosluğunun İstiklal caddesindeki binasının kapısında içeri girmek için mücadele verirken neredeyse ağlayacaktım. Zorluk, zorluk , zorluk, Hiç kolaylık yoktu bu oyunda.
 Sonunda Burcu'ya bir yıllık, bana üç aylık  vize verdiler, Ben geçici vize ile Paris'e gidecek ve orada Paris polisinden oturum alacaktım.Vizeyi almıştık ya gerisinin nasıl olacağını düşünmüyordum bile. Zaten bu tür olaylarda daha sonrayı değil ilk halledilecek sorunu düşünmek gerekiyor. Anlayacağınız elma ağacının en alt dalındaki elmayı almak gibi bir şey.Üst dallardaki elmayı sonraya birakmak gibi.
  Vizemizi aldıktan sonra sıra Cenevre'ye gitmeye gelmişti. O günlerimizi de bir sonraki yazımda anlatayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder