Hürriyet

28 Mayıs 2013 Salı

1997 Yılı Yılbaşı Gecesi Aldığımız En Anlamlı Hediye

 Yazıma eklediğim resimde Paris'teki mütevazi evimizde Burcu Göker ve kuşu Bıcırık görülüyor.
Bir önceki yazımda Fransa'da oturumumu da aldığımı artık yavaş yavaş tüm sorunlarımızı halledip bu ülkeye alıştığımızı yazmıştım.
  Bütün bunlar olurken Noel de yaklaşmıştı. Geçen yıl da noeli ve yılbaşını Paris'te geçirmiştik. Ama bu yıl Burcu ve ben yalnızdık noelde. Ama yalnızlığımızı düşünecek zamanımız yoktu. Zira Burcu bir dizi noel konseri teklifi almıştı. Çalışmaktan yılmayan ve  bu yabancı ülkede tek can yoldaşı olan kemanını çok seven Burcu için konser vermek büyük bir zevkti. 12. Bölge senfoni Orkestrasındaki  ve Konservatuar Oda müziği topluluğundaki daimi görevinin yanısıra gelen bütün Orkestra Konser tekliflerini değerlendiriyor ve hepsinde çalmaya gayret ediyordu. Bu olay ona mesleğinde büyük tecrübe sağlamasının yanısıra Paris'teki müzik aleminde de büyük bir tanıdık çevresi yaratıyordu.
  Geleli daha bir sene olmasına ve yaşının çok genç olmasına rağmen Orkestra konserlerinde ilk çağrılan isim olmaya başlamıştı.
  Maurice Ravel Gençlik Orkestrası'ndan  noel sonrası bir konser için teklif almış ve provalara gitmeye başlamıştı. Bu arada Courbevoie Belediyesinde bir konser teklifi de son günlerde aldığı konser teklifleri arasında idi.Üstelik bütün bu konserlerin tarihleri birbirine çok yakın , bir kaç gün aralı idi. Kısacası yoğun günlere bir başka yoğunluk daha ekleniyordu.
  Noel yaklaşıyor demiştim. Havalar da Paris'te soğumaya başlamıştı.Akdeniz iklimine alışkın olan bizler için kara ikliminin bütün özelliklerini taşıyan Paris kışları oldukça soğuk geliyordu. İstanbul'da pek takmadığımız atkı, eldiven ve kalın bereleri burada değerlendirip takmaya başlamıştık. Ama gene de bu eski, çok tarihi şehirde soğuk ve karlı günlerde gezmek, sonra da bir kafede sıcak kafe içmek çok zevkli oluyordu.
  İlk günler bana çok itici ve yalnız gelen bu şehir artık hoşuma gitmeye başlamıştı. Şehri tanıdıkça gezecek bir çok yer buluyor ve günlerimi değerlendiriyordum. Bu arada bazı olanakları da keşfetmeye başlamıştım. Örneğin Paris'in en meşhur müzesi olan Luvr Müzesi çarşamba günleri bedava idi. Gerçi şu anda tam hatırlamıyorum. Yanlış bir şey yazmayayım. Belli yaş grubuna ve Paris'de oturanlara mı sadece bedava idi . Onu tam hatırlamıyorum. Ama bana bedava olduğunu ve bir yıl sure ile hemen hemen her çarşamba Luvr Müzesini gezmeye gittiğimi hatırlıyorum. Her çarşamba Sabah saat 10 gibi çantamda gözlüğüm, müze rehberim, sandöviçim  kendimi müze giriş kuyruğunda buluyordum.Akşama kadar müzeyi gezip ogle tatilinde kafesinde sandöviçim ile kafemi içip akşam müze kapanış saatinden sonra eve dönüyordum. Her hafta bir bölümünü gezdiğim Luvr Müzesini ancak bir sene de tam bitirebildim.
  4 Gün turistik seyhate gelip bu süreye alışveriş, Versay Sarayı ve Luvr Müzesi gezilerini sığdırabilen kişilere hayranım.Bir günde bu büyük müzenin sadece bir pavyonu gezilebilir ancak.
  Bu arada gittiğim Konsolosluk ziyaretimde yeni bir arkadaş daha tanımıştım. O gün gene Turhan Beyi ziyarete gitmiştim. Turhan Bey'in odasına girdiğimde karşısında çok zarif, güzel bir genç hanımın oturduğunu gördüm.Turhan Bey bizi hemen tanıştırdı. Boğaziçi Üniversitesi mezunu, Paris'e Sosyoloji doktorası yapmak üzere gelmiş olan Verda İrtiş adlı bir kızımızdı. Bir sure sohbet ettik ve hakikaten Verda Hanım'ın kültürüne, düşünce yapısına hayran oldum. O anda aramızda doğan arkadaşlık ilerleyen günlerde yerini derin bir dostluğa  bıraktı. Paris günlerimizde ve daha sonraları bana çok yakın bir dost , Burcu'ye çok yakın bir abla olan Verdacığımın hakkını unutamam.
  Noel yaklaştıkça Paris çok güzel oluyordu. Şehir süslenmiş, her taraf ışıl ışıldı. Her metro istasyonun çıkışına küçük tahta barakalar yapılmış ve bunlarda çeşitli süs ve hediyelik eşyalar satılıyordu. Sadece bu hediyelik eşyalara bakmak bile çok eğlenceli oluyordu. Bütün Paris'lier küçük , büyük hediye alma yarışına girmiş gibi idi. Büyük mağazalar sadece noel için inanılmaz vitrinler hazırlamışlardı.
  Hiç unutmuyorum. Sein nehri kıyısındaki Samaritane mağazası bütün vitrinlerini kuklaarla süslemişti. Ama ne süsleme. her vitrinde kuklalar ayrı bir dekor içinde idi.Birinde kuklalar evde yılbaşı yemeğınde,birinde çiftlikte, birinde partide.Bütün küçük çocuklar vitrinin önünde bu harika şeyleri seyretmek için yer kapmaya çalışıyorlardı. Ben de onlarla birlikte bir çocuk gibi büyük bir zevkle bunları seyrediyordum.
 Noel olayı ile birlikte bütün Parislilerle birlikte beni de bir heyecan sarmıştı. Biz de Burcu ile küçücük bir çak ağacı almış ve süslemiştik. Zaten küçük olan stüdyomuzda çarpmadan dolaşmak için büyük çaba sarfediyorduk.
  Noel günü Burcu Okul Orkestrası ile çok güzel bir konser verdi. Konsere Paris'te yaşayan tanıdıklarımızı daha doğrusu Paris'te tanıdığımız dostlarımızı davet ettik. Büyük çoğunluğu severek geldi. Konser sonunda salonun çıkış kapısında buluşup bir şeyler yiyip içmeye bir kafeye gittik. Herkes bu noel gecesi bir arada olmaktan ve Burcu'nun konserine gelmekten çok mutlu idi.
  Noelden bir hafta sonar yılbaşı kutlaması olacaktı ve biz yılbaşı yaklaştıkça iyice meyus olmaya başlamıştık.
 Yılbaşı gecesi kendi kendimize kutlamaya karar verdik.Tanıdıklarımız aileleri ile kutlayacaklardı sanırım.Bir de araba sorunumuz vardı. Bizi devamlı arabası ile dostlarımıza götüren Turhan Bey ailesini görmeye İstanbul'a gittiği için ulaşım sorunumuz da vardı. Zaten çoğu tanıdığımızı yılbaşı tatilini fırsat bilip bir uçak bileti uydurup Türkiye'ye ailelerini görmeye gitmişti.
  Biz de Burcu ile kendimize mütevazi bir sofra hazırlayıp Türk televizyonumuzun karşısında bir yılbaşı gecesi planladık. Ben bu arada ağacın altına Burcu'ya ufacık hediyeler koymayı ihmal etmedim.
  O gün akşam üzeri evde buluştuğumuzda ikimizde iyice meyustuk.İyi ki Türk televizyonumuz vardı. Sabah Türkiye'den eşim ve arkadaşlarımızı telefon etmiş ve yeni yılımızı kutlamıştı.
  Biz yavaş yavaş akşam  soframızı hazırlarken birden kapı çaldı. Genelde kapı pek çalmaz. Diafondan kim o soruma çok tanıdığım bir ses benim dedi. İmkansız ses eşimin sesine benziyordu ve İstanbul Paris arası gelmesi imkansızdı. Sabah Türkiye ile telefonla konuşmuştum.Asansör 11.kata nasıl çıktı ve ben asansörün kapısının açılmasını nasıl bekledim hiç hatırlamıyorum. Asansörden eşim elinde valizi çıkınca hisssetiğim mutluluğu anlatamam. Benim sevinç çığlıklarıma içerden Burcu da koştu.
  Eşim bize süpriz yapıp hiç haber vermeden bir bilet alıp yılbaşı günü Paris'e gelmiş. Bizi buralarda yalnız bırakmaya gönlü razı olmamış. Gelirken bavuluna benim ve Burcu için ufak hediyeler koymayı da ihmal etmemiş. Ama bu yılbaşı günü aldığımız en büyük ve anlamlı hediye onun gelmesi olmuştu.
  Evet 2 gün sonra gidecekti ama önümüzde beraber yaşanacak bir yılbaşı gecesi ve iki dolu gün vardı. Ne harika bir şey değilmi.........
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder