Hürriyet

3 Eylül 2013 Salı

Hep bir kaybeden, hep bir kazanan oluyor yaşamda

 Uzun bir süredir yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Yazılarımı sürekli okuyan okurlarımdan bu gecikme için özür diliyorum. Sanıyorum yazın rehaveti beni de etkiledi.
 Eylül 1998 arihinden itibaren yazılarıma devam ediyorum. Ağustos 1998 de Burcu Göker her yaz olduğu gibi Cenevre Sion'daki Tibor Varga'nın yaz masterclasına katılıp konserler verdi. Artık Burcu'ya ablası veya ben eşlik etmiyorduk bu seyahatınde. Büyümüştü. Biz İstanbul'da kalıp onun Sion!da gerçekleştirdiği konserlerin haberlerini uzaktan izleyerek mutlu oluyorduk. Burcu Sion'da geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi hocası Prof. Syvie Gazeau ile 15 gün çalışmalar yapmış ve bir çok konser vermişti gene. Bu konserlerinden büyük beğeni alan Burcu gene mutlulukla ülkesine dönmüş , Ağustos sonunda beraber  başlayacağımız Paris Eğitim yaşamının hazırlıklarına başlamıştı. Burcu kemanını çalarken çok mutlu oluyordu. Aradan yıllar geçti hala aynı şeyi söylüyor ,' Ben kemanımı çalarken hiç bir  şeyden duymadığım kadar büyük bir mutluluk duyuyorum,'diyor hala.
  Ağustos 1998 de ikimiz Paris'teki evimize döndük.Ben de artık Fransa'ya iyice alışmıştım.İlk yıl duyduğum acı dinmişti. Hatta Paris'e öylesine alışmıştım ki havaalanından inip taksi ile eve gelirken sokağımızın başındaki eczaneyi, marketi görünce içim sevinçle dolmuştu. Uzun zamandır evinden uzak kalıp, kavuşan kişilerin mutluluğu idi bu. Demekki insanoğlunun doğduğu yer değil, doyduğu yer vatanı imiş sözü doğru imiş..
  Burcu Paris'e gelir gelmez okuluna, koşmuştu. Ben de yaz boyunca boş kalan evimizi toparlamak, temizlemek, eksiklerini gidermekle meşguldum. Bir yandan da geldiğimizi haber alan dostlarımızın hoşgeldin telefonlarına cevap veriyordum. Meğer ne çok sevenimiz olmuştu Paris'te . Bütün dostlarımız bizi çok özlemişti. Herkes buluşalım bir kahve içelim diyordu. İlerleyen günler çok sıkı bir dostluk buluşmasına şahit olacaktı anlaşılan.Paris'te yaşayan dostlarımız da aynen bizim yaptığımız gibi bizi ülkelerinde bıraktıkları akrabaları yerine koymuşlardı.
  Burcu gene eğitiminin yanısıra , bir çok Orkestradaki görevlerine de  başlamıştı. Oldukça yoğun bir konser takvimimiz olacaktı anlaşılan. Bütün bu  yoğun eğitim ve konser trafiği arasında Burcu yarışmalara da hazırlanıyordu.İlk yarışma 13 aralık 1998 günü gerçekleşecek olan Concours de Violin de Lutace Etienne Vatelot idi. Dünyaca ünlü bir lütier adına yapılan bu yarışma Fransa'da oldukça ses getiren bir yarışma idi. Yarışma günü oldukça heyacanlı idik. Yarışmaya Burcu ile birlikte Madam Gazeau'nun bir başka öğrencisi Güney Koreli Hyum Hwa No da giriyordu. Anlayacağınız Burcu'nun çok güçlü rakıpleri vardı.

 Yarışma oldukça çekişmeli geçiyordu. Hyum Hwa da çok güzel çalıyordu. Nihayyet ilk eleme bölümü bitti. jüri üyeleri son kararlarını vermek üzere odalarına çekildiler. Jüri kararını açıklamaya çıktığı zaman benim de heyecanım tavan yapmıştı. Bir an düşündüm, acaba Burcu ne kadar heyecanlı diye. Bir yanımda Burcu , bir yanımda Hyım Hwa sonuçların açıklanmasını bekliyorduk. Birinci elemeyi kazanalar  ikinci dinletiyi yapacaklar ve sonuçlar öyle verilecekti. Sonuçlar açıklanırken Burcu'nun adını duyar gibi oldum ama Hyum Hwa elemeyi kazanalar arasında yoktu. Yanımda Hyun Hwa'nın kazanamama üzüntüsünden ağladığını  gördüm. Ben diğer yanımdaki Burcu'yu bırakıp Hyun Hwa'ya sarıldım ve teselli etmeye başladım. Zira onun acısını o kadar iyi anlıyordum ki. Hyum Hwa'yı teselli ederken çantamdan kağıt mendilimi çıkarmış ve gözyaşlarını siliyordum ki bir anda Burcu'nun sevinçli sesini duydum, 'Anne ben ilk elemeyi kazandım ' diyordu. Bir yanımda kaybetme acısı ile ağlayan bir çocuk, diğer yanımda kazanma sevinc, ile çığrışan bir çocuk. Bir an yaşam ne kadar komık diye düşündüm. Hep bir kaybeden ve hep bir kazanan oluyor yaşamda.
  O gün Burcu yarışmadan superiour seviyesinde' Premier Accessit 'ödülü ile ayrıldı. Odülün çok değerli olduğunu jürinin ve dinleyicilerin tebrik ve tezahüratlarından değerlendirdim. Burcu çok mutlu idi. Evet yorulmuştu ama karşılığını çok güzel almıştı.
  Konserler, çalışmalar devam ediyordu. Yarışamadan kısa bir sure sonra Burcu, Fransa'nın başka bir şehrinde Perigueux'de  Ecole Briten'e bir haftalık bir staja davet aldı. Ben oranın neresi olduğunu bilmiyordum ama okunun adını duymuştum.Soğuk bir ocak sabahı Burcu'yu Perigueux'a götürecek trene bindirirken onun artık büyüdüğünü ve bir zamanlar İstanbul'a, Türkiye'ye sığamadığı gibi Paris'e de sığamadığını fark ettim. Daha sonraları bu sığamama olayı Avrupa kıtasını da aşacak ve Okyanuslar ötesine geçecekti.
  Yazıma eklediğim resmi de açıklayarak yazımı sonlandırmak istiyorum. Resimde Burcu  Göker, Paris'te  7 yıl oturduğumuz apartımanımızın önünde görülüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder