Hürriyet

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Sanatta Ya İyisinizdir veye Yoksunuzdur.

  Bu gün baktım da hemen hemen 11 gündür yazılarıma ara vermişim. Sanırım yaz ayları gelince ben de herkes gibi tatil moduna giriyorum. Bugün kaldığım yerden, Mayıs 1998 tarihinden devam etmek istiyorum anılarıma.
  Mayıs ayı Paris'te oldukça yoğun başlamıştı. Üst üste konserler, resitaller sürüp gidiyordu. Bütün bunların arasında 11 mayısta gerçekleşecek UFAM yarişmasının hazırlıkları da hayatımızı daha da yoğunlaştırıyordu. Yazılarımı okuyanlar anımsarlar. 1997 yılı Mayısında da Burcu Göker UFAM yarışmasına girmiş ve hatta anneler gününe denk gelen bu yarışmada bana armağan olarak birincilik ödülü getirmişti. O zaman ben İstanbul'da , o Paris'te ablası ile beraberdi ve ben yarışma heyecanını ondan uzak da ama onun kadar yoğun yaşamıştım. Bu sefer ikimiz Paris'te beraberdik ve yarışmayı beraber yaşıyacaktık.
  Daha once de bahsettiğim gibi yarışmalar aynı repertuarlarla ve aynı piyanistlerle yapılıyordu. Yarışma komitesi başvurunuzdan sonra size beraber çalacağınız pianistinizin adını ve adresini veriyor ve siz yarışmadan once piyanist ile prova yapma imkanına sahip oluyordunuz.
  Bu sefer de öyle oldu. Yarışma piyanistimizin adını adresini aldığımız zaman elimdeki kağıda baktım. Bir hanım adı idi bu isim ve adı ile soyadı arasında dö eki vardı. Bu Fransa'da bu kişinin asalet ünvanına sahip olması demekti. Anlayacağınız piyanistimiz asildi.
  Prova için Paris 6. Bölgede verilen adrese gittiğimizde bir bahçe içinde çok eski binayı görünce bizi epey ilginç bir ev ve sahibinin beklediğini anlamıştım. Kapıyı sanırım evde yardımcı olarak çalışan bir bayan açtı ve yarışma provası için geldiğimizi duyunca bizi çok kocaman bir salona aldı. Yüksek tavanlı, içi çok eski ve ihtişamlı eşyalarla döşenmiş bu salonda kendimi adeta Versay sarayında gibi hissettim bir an. Zaten söylemeyi unuttum evde 6. bölgede Seng Diamont yani 5 pırlanta adlı sokakta idi. Anlayacağınız sokağının ismi bile pırlanta olan bir ev.
  Burcu ve ben salonda oturup ev sahibini beklerken etrafı inceliyorduk. Burcu çok heyecanlı idi. Kapı açıldı içeri çok genç ve bir o kadar da asil ve güzel bir  hanım girdi. Uzun boylu, uzun sarı saçlı, inanılmaz zarif bir genç hanım. Piyanistimiz işte bu güzel ve sempatik hanımdı. Burcu ile uzun sure prova yaptılar. Genç piyanistimizin sakin, sabırlı ve sevecen tavrı Burcu'yu yumuşatmış ve aralarında çok güzel bir diyalog doğmuştu. Bu çok iyi bir işaretti. Zira piyanist ile kemancının uyumunun yorumda ne kadar önemli olduğunu anlamış bulunuyordum.
  Provadan sonra evdelaşıp ayrıldığımızda artık yarışmanın sonunun iyi olacağına inanmıştım.
  Yarisma hafta sonunda Paris'in uzak banliyolarından birinde bir okulda yapılacaktı.Daha önceki deneyimlerimize dayanarak yarışma yerini önceden keşfetmekte yarar olduğunu düşünüyordum. Yarışmanın olacağı hafta sonundan önceki hafta içi bir gün otobüs kitaplarımı, metro tarifelerimi yanıma alıp sabahtan evden çıktım. İnanın bu kadar zevkli bir olay ki.Kendimi adete bir hazine arayıcısı gibi hissediyordum. Hiç bilmediğim bir semti keşfedecektim. Americo Vespuci, Kristof Kolomb falan gibi hissediyordum .
   Metro, otobus  falan darken uzun bir yolculuktan sonra vardığım yer beni çok şaşırttı. Tabii geçtiğim yollarda sarfettiğim zamanı not alarak gitmiştim. Zira bu zaman notları bana hafta sonu yarışmaya giderken çok lazım olacaktı. Ama şansli idim. Zira ülkemizde trafikte harcanan sürelerin tutarsız olması, bazen 10 dakikada gittiğiniz yolu yoğun trafikte saatler süren bir yolculukla gitmeniz gibi değildi olay. Metro ile yapılan yolculuklarda bu tutarsızlık yaşanmıyordu. Metro duraklarının arası aynı sürede kat ediliyor ve bir yerden bir yere varılan süre hiç değişmiyordu.
  Vardığım yer beni şaşırttı demiştim. En son otobüsten inince kendimi birden bir panayırın, sokak festivalinin içinde buldum. İnanılmaz eğlenceli harika bir yerdi bu festival alanı. Bir yandan çeşit çeşit müzikler çalıyor, bir yandan danslar yapılıyordu. O an Fransa'da yaşadığıma çok memnun oldum. Bugün benimdi ve gönlümce eğlenip gezebilirdim. Sanırım Tanrı beni mükafatlandırıyordu.
  O gün akşama kadar çok eğlendim. Gezdim. Müzik dinledim, dansları aseyrettim. çeşit çeşit yemeklerden tattim. Ufak hediyelik eşyalar, aldım. Otantik giysileri inceledim. Antikacı gibi bir yerden çok eski pasta tabakları aldım. Belli ki bir saraydan veya malikaneden çıkarılmış antika tabaklar. Hala onları değil kullanmak, bakmaya bile kıyamam.
  Akşam eve döndüğümde yorgun ama çok mutlu idim. Okuldan dönen Burcu'ya heyecanla gündüz gördüklerimiz anlatırken sözlerime daha önceki Courbevoie konserinde yaşadımız yol sorunu gibi bir sorun yaşamayacağımızı da ilave ediyordum. Yolu ve zamanı çok iyi not almıştım.
  Yarışma günü sabahhazırlanıp çıkarken Burcu oldukça heyecanlı, ben sakindim. Nasılsa Burcu çok iyi idi ve ben  bundan emindim.
   Yarışmanın yapılacağı binaya geldiğimizde oradaki çeşitli ülkelerden gelmiş yarışmacıları görünce beni de yavaş yavaş heyecan kaplamaya başlamıştı.Evet yarışmacılar çok kalabalıktı. Zaten yarışma şartnamesine baktığımda sadece kemanda bile her seviyeden yarışma olduğunu ve yarışmanın takriben 10 gün süreceğini okumuştum. Biz en yüksek seviyeden Süperiour seviyesinden en son gün yarışıyorduk.Burcu  biraz elini açıp , ısınmak için çalışma odasına gidince bende kenardaki oturma yerlerine ilişip yarışmacıları ve refakatçılarini seyretmeye koyuldum.Yarışmacılar sedece çalacakları parçalarla ilgili idiler ama yarışmacıların refakatçıleri hem kendi çocuklarını hemde digger yarışmacıları inceliyorlar ve sanırım kendi çocukları ile digger yarışmacıları çaktırmadan mukayese ediyorlardı.Korkun. bir duygu inanın. Kendinizi sürekli incelenen bir ip cambazı gibi hissediyorsunuz.
  Kim daha iyi çalıyor. Onlar benim çocuğumdan daha mı iyi çalıyor. Benim çocuğumun bunların arasında şansı nedir. Sanki ortada bir parça pasta ve onu yemek için sıra bekleyen binlerce insan var. belki de daha da fazla. Kim kapacak bu pastayı mücadelesi bu olay. Diğer meslek dallarında yaşamadığınız bir çekişme. Doktor olsanız,avukat olsanır branşlaranıza gore iyi veya  kötü, az veya çok gelirli bir iş yaparsınız. Oysaki sanatta ya iyisinizdir, veya yoksunuzdur.
   Ben bunları düşünürken dikkatimi çekti yarışmacıların refakatçılerinden birini yarışma salonuna alıyorlardı. Sanırım yarışma salonunda jüri vardı sadece. Birde ebeveyn alıyorlardı anlayacağınız içeri.Birden ben giremem, heyecanlanırım diye düşündüm.
   Oysa yarışma sırası Burcu'ya gelince apar topar kendimi yarışma salonunda buldum. Belki benim salonda bulunmam Burcu'ya manevi bir güç sağlardı. Tam tersi de olabilirdi.Ben oradayım diye tedirgin olup çalmasını bozabilirdi.
  Salonda uzun bir masa etrafında 6 jüri üyesi oturuyordu. Kemancı tam karşılarındaki piyanonun yanında çalacaktı. Jürinin arkasında ise sıra ile sandalyeler dizilmişti. Ben bu sandalye dizisinin hemen hemen en arkasında bir yer bulup oturdum. İstedim ki Burcu beni görmesin. Burcu'nun beraber çalacağı piyanisti görünce içim biraz rahatladı. zira kız o kadar sevecen ve olumlu bir tipti ki.
   Burcu selam verip zorunlu parçalarını çalmaya başlayınca birden kalbimin duyulur bir şekilde sesli ve hızlı attığını farkettim. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki ben kalbimin sesinden çalan müziği duyamıyordum. İnanılmaz bir durumdu. Sanki odada bir gong sürekli vuruyordu. Bir ara epey uzakta olmalarına ragmen jüri üyelerinin bile kalbimin sesini duyacağından korktum.
  O gün o yarışma salonunda o 40 dakikalık yarışma süresini nasıl geçirdim size anlatamam.Hayatımda bu kadar çok  heyecanlandığım endar vakalardan biridir.
   Yarışmadan çıkınca neticelerim ertesi gün ilan edileceğini öğrendik. Fransa için pek rastlanmayan sıcak bir hava idi. Ertesi güne kadar beklemekten başka çaremiz yoktu.Kendimizi Lüksenburg bahçelerine attık. Paris şehrinin içinde inanılmaz güzel bu bahçeler o gün binrlerce insanla dolu idi. Her zaman Paris ne kadar sıcak olsa esen bu bahçeler o gün hiç esmiyordu. Bahçeye gelen Fransızlar gölge bir ağaç altı bulup ellerine de soğuk içeceklerini alınca çok mutlu oluyorlardı. Biz de zor bela bir ağaç altı bulduk. Burcu gidip birer soğuk içecek alınca yarışmanın stresini üzerimizden atmaya başladık.
   Bir yarışma daha geçirmiştik. Şimdi sıra önümüzdeki konserlerde ve haziran başında gerçekleşecek Konservatuar sınıf geçme sınavlarında idi. Anlayacağınız pek nefes alacak zamanımız yoktu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder