Büyük Babanın Suger Lake'deki Geyikleri
Bir önceki yazımda eşimin ve benim Eric Jenkins'in ailesini ziyaret için
Portage'ye gidişimizi anlatıyordum. İlk gün saat farkından dolayı oldukça geç
kalktık. Günlerden cumartesi idi. Pamela ve Bop evdeydi. Sonradan Pamela ve
Bop'un bizi gezdirmek için bir sonraki hafta işlerinden izin aldıklarını ve bize
çok güzel bir gezi programı hazırladıklarını öğrendik. İlk sabah kahvalltıdan
sonra Wiskonsin'in başkenti Madison'a gittik. Madison eyalet binası çok
görkemli bir yapı ve bize önce orayı gezdirmek istiyorlardı. Fakat hafta sonu
olduğu için kapalı olduğundan bu binanın ziyaretini daha sonra hafta içine
bırakıp çevre gezimize devam ettik. Wiskonsin'e yakın olan Dell nehrinde bir çok
macerali bir bot gezisinden sonra eve döndük. Bu arada Eric'in teyzesi, halası
ve aileleri çok yakın oturuyor. Aralarında çok sıcak aile ilşkileri olan bu
sımsıcak insanlar bizimle tanışmak için daha ilk günlerden Eric'lerin evine akın
etmeye başladılar. Portage'de kaldığımız günlerde her gece bizi yemek
davetlerine aldılar ve çok büyük bir sevgi ile sarmaladılar. Çünkü Burcu'yu çok
seviyorlardı ve biz Burcu'nun annesi babası idik. Gelişimizin üçüncü günü
Eric'lerin büyük arabası ile Wiskonsin'in kuzeyine doğru yola çıktık. Uzun araba
yolculuğu çevreyı tanımamız bakımından çok yararlı oluyordu. Geçtiğimiz her yer
hakkında uzun uzun bilgi veren Pamela tam bir turist rehberi gibi idi. Örneğin
geçtiğimiz bir yerleşim yerinde tüm evlerin önündeki işaretlere dikkatle
baktığımızı gören Pamela burasının bir kızılderili yerleşım yeri olduğunu ve
evlerin önünde gördüklerimizin Kızılderiliklerin simgesi totemler olduğunu
söylüyordu. Uzun yolculuk bazen kahve içmek, bazen yemek yemek için duraklanıyor
ve sonra gene devam ediyordu. Akşam karanlığında bir yerleşim yerine geldik.
İsminin sonradan Door Country olduğunu öğrendiğimiz bu yer bir tatil yöresi
idi ve cok güzel oteller vardı. Dıştan eski zaman kovboy filmlerindeki yapılara
benzeyen fakat içine girince lükse hayran olduğumuz bir tatil köyüne geldik. Bu
seyahatte Eric'in en küçük kardeşi bizimle gelmemişti. Sonradan geldiğimiz tatil
köyünde 18 yaş sınırı olduğunu ve Eric'in kardeşi Brent'in 16 yaşında olduğu
için bizimle gelemediğini öğrendik. Simdi bizim ülkemizde de bazı butik
otellerde yapılan bu uygulama gereği yaşlı misafirlerin kafası tutmasın diye
çocuklu misafir kabul edilmiyormuş. Bu otelde kaldığımız dubleks süit son
derece rahat ve liükstü. İlk gece otele yerleştikten sonra yemeğe çıktık. Çok
ilginç bir İsveç restoranına geldik. Restoranın damı tamamen yeşil bitki örtüsü
ile kaplı idi ve damda keçiler otluyordu. O gece otele geri döndüğmüzde hava
dışarda soğuk olduğu halde bahçede açık havadaki spa havuzuna girdik ve soğuk
havada sıcak suya girilince üşümemeyi de gördük. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra
yola çıktık. Gene uzun ve izahatlı bir yolculuktan sonra Suger Lake denen bir
bölgeye geldik. Burada büyükbaba ile anneanenin göl kenarındaki dinlenme
evlerinde misafirleri olacaktık. Bizi sanki çok uzun yıllardır tanıyormuş gibi
karşılayan yaşlılar çok güzel kütük bir evde oturuyorlardı. Yılın bazı zamanları
geldikleri bu ev gene arazileri içindeki bir göl kıyısında idi. Ben ve eşim eve
hayran olduk. Bir zamanlar Türk televizyonlarında seyrettiğimiz Küçük Ev
dizisindeki evlere benzıyordu. O akşamı şömine başında şarabımızı içip sohbet
edip geçirirken bu güzel insanları tanımamıza vesile olduğu için Burcu'ya
içimden teşekkür ediyordum. Gece harika sessiz ve dingin bir uykudan sonra sabah
kahvaltımızı dişarda verandada yaptık. O esnada yerlerde binlerce mısır tanesi
dikkatımı çekti. Ne olduğunu sorayım derken ortamın güzelliği aklımı aldı ve
unuttum. Biraz sonra kahvaltıdan kalkan herkes bir yere dağıldı. Burcu ve Eric
göle sandalla gezmeye çıktı. Pamela masayı topladı. Pob eşime ormanı gezmeyi
teklif etti. Büyük baba da yaşına bakmadan onların peşine takıldı. Sanırım
anneanne de içeri biraz dinlenmmeye gitti. Ben verandadan indim, bahçedeki tahta
şezlonga oturdum ve etrafı seyretmeye başladım. Bu çok güzel ortamda iyice
dalmışken birden yanımda bir hışırtı hisesettim. Korku ile kafamı çevirmeden
gözucu ile yanıma baktım. Belki 15 cm yanımda bir geyik harika gözleri ile bana
bakıyordu. En ufacık kıpırtımın onu kaçıracağı korkusu ile nefes bile almadan
onu seyretmeye başladım. Doğal ortamında harika görünen bu canlı o kadar
inanılmazdı ki. Biraz bana baktıktan sonra geldiği gibi gitti. Biraz dikkatle
çevreye baktığımda başka geyikler de olduğunu ve yerlerdeki mısırları
yediklerini gördüm. Daha sonra Büyükbaba her ay kaç çuval mısır aldığını,
bahçeye döktüğünü ve bunları geyikler yesin diye yaptığını anlatırken bunları
bu kadar yakında görebildiğim için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. O gün gene
Portage'ye doğru yola çıktık. Portge'ye gelmeden bir köye uğradık. Pamela burada
Amisherin yaşadığını anlattı. Amishler ,A.B.D Pennsylvania ve Ortabatı
Eyaletleri ve Kanada'da yaşayan 18 ve 19.yy da Almanya, Fransa, İsviçre'den
göçmen olarak gelmiş olan bir insan topluluğu. Amishler bütün teknik imkanları
reddedip 1800 yıllardaki imkanlarla yaşamlarını sürdürüyorlar,otomobil,
televizyon, telefon kullanmıyorlar. Orduya da katılmayan Amishler tek tip elbise
giyiyorlar, çocuklarını aşılatmıyorlar, sadece ev ilaçları kullanıyorlar, gözlük
bile takmıyorlar. Elbiselerinde fermuar, düğme bile kullanmıyorlar.. Arabadan
inip köylerini gezdik ve odun ateşi yanan fırınlarında pişirdikleri harika
keklerden aldık. Resim çekmek istedik. Çünkü yaşayış ve giysileri 1800 li yıllar
gibi idi. Benim ve eşimin çok ilgisini çekmişti. Resim bile çektirmeyen Amishler
sadece arabalarının resimlerini çekmemize izin verdiler. Protage'ye geldiğimizde
gördüklerimizden şaşkın ve yorgunduk. Ondan sonraki günler Madisonda geziler,
aile yemekleri. Burcu ile Eric'in Üniversitesini ve kampüsünü gezmekle geçti.
O izlenimlerimi de bir sonraki yazımda anlatacağım.
O izlenimlerimi de bir sonraki yazımda anlatacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder